HÜZÜNLÜ BİR HÂTIRA

Olcay YAZICI

«Çok şükür Yezdan’a devrânımız var.» Âşık Ömer

Şehir sihirli mekân, büyülü bir dumandır,
Bayrampaşa parkında mecâzî bir zamandır…

Kırk senelik hâtıra, kırk saniyelik rüyâ…
Bu kırılgan aynada, bir dünya varmış güyâ!

Yıl dokuz yüz altmış beş, Sağmalcılar çarşısı…
Yaşadığım yok ülke: Kafdağı’nın karşısı…

Afişlerde isimler, Koçero ve On Emir…
Yılların ateşinde nasıl eridi demir?..

Rayihalar saçardı, bahçelerde karadut,
Sığındığımız evler, rûhu sıkan taş-tabut.

Tâliha taze bir yüz, yeryüzünün güzeli,
Hüzün hep bizimledir, ebedî ve ezelî…

Ne şiir kalıcıdır, ne sevda, ne de çeyiz…
İlâhî bir hüküm bu: Doğmuşuz/öleceğiz!

Afacan çocukların coşkusunu seyre dal…
Senden elli yıl sonra tekrarlanıyor masal.

Varlığın sırrı nedir, müneccim söyle bana?
Sevdiğim minicik kız; yaşlı, ak saçlı ana!..

Okuduğum kitaplar: Teksas, Tommiks ve Zagor
Ömür anaforunda sükûnete ermek zor!

İnsan hayal kurmada, ümit etmede mâhir…
Sancılı, mahzun çocuk: Şimdi meşhur bir şair!

Tedirgin ve elemli: Bak öyle dört bir yana,
Uğramaz düş gemisi beklediğin limana…

Savurdu sert rüzgârlar düşlerin başağını,
Yakalamak ne mümkün, ömrün gökkuşağını!..

Duyulur mâverâdan, rûhu ürperten nidâ,
Karşı durulmaz çağrı: Hayallere el-vedâ…

Vur çığlık kırbacını, evecen, eşkin ata,
Hicret et bu fânîden, doğ yeni bir hayata!..

Çileli, sarmal yumak: Mehmet Ağa çıkmazı,
Değişmez alnındaki, kader hükmünde yazı.

Sabrın son titreşimi: Mum sönüyor odanda…
Kaç bahar yaşadın ki, bu karanlık zindanda?

Gün yine kurşun gibi, gönül yine delişmen,
Hasreti sonsuzluğa taşıyan hikmetli fen…