EĞİTİMDE YAŞANANLAR
Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com
Efendim, bilindiği üzere okulların kapanmasına az bir zaman kaldı. Eğitimlerinde son merhaleye yaklaşmış olan ilk-orta-lise ve yükseköğrenimde öğrenciler, kısa bir süre sonra uzunca bir tatil dönemine girecekler. Bu vesileyle biz bugünkü yazımızda; eğitimde yaşananlar, eğitim merhaleleri, okullarda verilen eğitim nasıl bir eğitim? Hakikî eğitim nedir? Bunlar üzerinde fikirler serdedeceğiz. Üstad Nurettin TOPÇU’dan seçme görüşleri de istifadenize sunacağız inşâallah.
Senelerdir batı kaynaklı metotlarla nesiller yetiştirildi. Ortaya çıkan tablodan, hem ebeveynler hem toplum hoşnut olmadı. Eğitim alanında sadece hayata dair maddî bilgiden ibaret olan malûmatlarla, zihinler dolduruldu. Daha çocuk denecek yaştaki küçük bedenler, âdeta bir yarış atı gibi devamlı ders çalışmaya yoğunlaştırıldı. Hayatı yalnızca ders ve çalışma odaklı olarak fikreden, ruh dünyası gelişmemiş bir nesil üretildi. Mâneviyat hep ihmal edildi.
Osmanlı’nın bitişinden sonra geliştirilen eğitim sisteminde sanki; «Din ilerlemeye mâni» imiş gibi, yenilginin faturası «İslâm»a kesildi. Yeni kurulan düzende derhâl medreseler kapatıldı. Bilhassa Osmanlı’nın yıkılışına doğru giden süreçte; «İlim ve teknik öğrensinler» diye batıya gönderilen gençler tarafından, memlekette bir batı hayranlığı ve özentisi başlatıldı. Bu hayranlık hâlâ da devam etmektedir. Hâlbuki bu, «taklitçilik»ti. Bilindiği üzere her memleketin kendine has dînî-örfî ve kültürel değerleri vardı, bunlar sıfırlanarak eğitim olmazdı.
Eğitimini Paris’te yapmış olan, derin ve engin bilgi birikimine sahip, felsefeci-sosyolog üstad Nurettin TOPÇU; bu hususta, seneler öncesinden şu haklı tespitleri yapıyor:
“Medreseden mektebe geçerken, ruh bilgisinden, maddenin bilgisine dönen gerileyiş, iç gözlemin yollarını tıkadı ve bütün zihinleri maddenin bilgisine meftûn hâle getirdi.”*
Şurası bir hakikat ki, insanın iç âlemi görmezden gelinerek yapılan maddî tahsil; vicdanı kıt, aklî melekelerini sadece görünen realiteye göre geliştiren, ahlâkî hususları ihmal eden bir neslin yetişmesine sebep oldu.
“Hayatımızı ebedî değerlere kavuşturacak ilim ideali, günlük hayatın realitesine fedâ edilmiş, ilim hayata teslim olmuştur.” (s. 95)
Yeni kurulan devlet ile birlikte, yeni geçilen eğitim sisteminin icraat ve uygulamaları, bizim mâneviyatla yoğrulan ruh yapımıza ve millî kültürümüze uygun mu? Bu husus, o günkü yöneticiler tarafından maalesef tartışılmadı, konuşulmadı. Nasılsa batı, medeniyette zirvedeydi; biz de öyle yaparak, zirveye yürüyebilirdik. Hâlbuki tarih şâhittir ki, batı, İslâm coğrafyasından pek çok bilgiyi alarak kendine mâl etmiştir. Ne yazık ki, biz I. Dünya Savaşı’nda yenilince, âdeta bir aşağılık kompleksine girerek, kendi değerlerimize sırt çevirdik. Oysa biz, onca imkânsızlıklar içinde îmânımızla üzerimize gelen yedi düvel düşmanı bozguna uğratarak, Kurtuluş Savaşı’nı kazandık. Bu zafer neyle elde edildi? Pek tabiî ki îmân ile. Bizi geri bırakan dînimiz değildi.
Osmanlı’nın son dönemlerinde; bilhassa Lâle Devri’nden sonra, insanımızın lüks hayat ve sefâhate dalması, bizi geri bırakmıştı. İstanbul’da o devirde yapılan sarayların ihtişam ve şatafatına bakılınca, bu durum net görülüyor. Biz her zaman yüce dînimizle âbâd olduk, cihad idealiyle dünyanın dört bir coğrafyasında hüküm sürdük. Bu başarıları sağlayan ecdâdımız, zevk ve arzuları peşinde koşmadı. Onlar «İ‘lâ-yı Kelimetullah» gayesiyle hareket ettiler. Dünya, onlardan insanlık nedir, öğrendi.
Kültür ve fikriyâtımıza tamamen zıt olan kültürlerin ülke topraklarında yayılması, bugün insanımızda önü alınamaz tahribatların oluşmasına sebep oldu. Bu hususlarda üstad Nurettin TOPÇU, ne güzel söylüyor:
“Mektep; millet kültürünün, millet rûhunun bayrağıdır. Vatan topraklarında yalnız o bayrak dalgalanır. Yabancı mekteplerin yayacağı kültürler, bir memlekete medeniyet ve irfan getirmez, belki o milletin kültürünü yara bere içinde perişan bırakır.” (s. 101) Bizde aynen böyle oldu.
Batıdan aldığımız her şey illâ da doğru değildir. Madem alındı, bari inceleyerek, bizim değerlerimize uyup uymadığına bakılsaydı. Şüphesiz oradan alınanların hepsi de yanlış değil; fakat biz bir milletiz, kendimize has değerlerimiz var. İnsanımızdaki ruh, ahlâk, vicdan bizim asıl kimliğimizi belirleyen temel unsurlardır. Bunları atlayamayız. Atlarsanız işte bugünkü gibi, gençlik; «Ben dîne ihtiyaç duymuyorum, ben ateistim, ben agnostiğim…» diyebiliyor. Yine Nurettin TOPÇU bu hususta;
“Eğitim, bir ahlâk meselesidir. Öğrenmek zekânın, yapmak ahlâkın işidir. İnsanın mânevî yapısı düzenlenmedikçe, onun teknik bilgileri bir işe yaramıyor. Hattâ faydalı olmaktan çok zararlı olabiliyor.” (s. 130) diyor.
Nitekim kısa bir süre öncesine kadar, memleketimizin fakültelerinde tahsil yapan kimya mühendisleri, terörizme hizmet ederek, bomba düzenekleri yapmadılar mı?
Şurası bir gerçek ki, bugün batı gençliği iflâs etmiştir. Avrupalı, senelerdir; alkolik, uyuşturucu madde bağımlısı, fuhuş batağında sürüklenen gençlerini kurtarmak için çareler arıyor. Siz bakmayın özel yetiştirilen elitlerin çocuklarından, genel fikirler çıkarıldığına. Onlar; başları sıkışınca intihar eden insanları, nasıl eğiteceklerine dair çalışmalar yaparken, İslâm’ın güzellikleriyle tanışıyorlar. Böyle yüzlercesi, binlercesi var. Bunlar abartı değil. Meşhur İngiliz müzisyen Cat Stevens, şimdiki adı Yusuf İslâm, onlardan yalnızca bir tanesi. Nurettin TOPÇU’ya kulak verelim yine:
“Avrupa medeniyetinin yaptığı hataları yapmamak, Avrupalı gibi makine âşığı değil, ruh ve vicdan âşığı yetiştirmek istiyorsak, Avrupa’dan aldığımız metotları değiştirmemiz lâzımdır.” (s. 117)
Batıdan ve Amerika’dan alınan eğitim sistemleri bize uygun değildir. Biz kendimize has; dînî, vicdânî ve ahlâkî değerleri önemseyen, pozitif ilimleri kendi değerlerimiz üzerinden öğreten bir eğitim sistemi istiyoruz. Mâneviyat ile maddî ilimler harmanlanmış olarak verilmeli. Bu verileri hazırlayacak donanıma sahip ilim adamlarımız var bugün çok şükür. Hakikî ilim, sadece maddî ilim değildir. Ahlâk ilmi hayattan çıkarılırsa, insanların insanlığı kalmaz.
Gazze’de yaşananlara hepimiz şâhit olduk, oluyoruz. Siyonist İsrail tarafından; senelerdir Filistinli kardeşlerimize tedrîcî olarak yapılan zulüm, işkence ve eziyetler, artarak devam etti. Ve artık bu insanlık haysiyetine yakışmayan durumlar, maalesef bugün soykırım seviyesine erişmiştir. Peki, bütün bu hâdiseler insanlığın gözü önünde yaşanırken, neden mâni olunmuyor? Çünkü bugün insanlık değerleri iflâs etmiş, merhametten uzak bir dünya toplumu vardır karşımızda. Müslümanlar da tarih boyu, pek çok savaşlar yapmışlardır, ama hiçbirinde böylesi acımasız, vahşet derecesinde barbarlık görülmemiştir. Buna tarih şâhittir.
Buradan eğitim açısından ne anlamalıyız?
El-cevap: Batı eğitimi; vicdan sahibi, insânî değerleri önemseyen, ahlâklı, merhametli bir insan modeli oluşturamamıştır. Kendileri iyi bir nesil yetiştirememişlerdir ki, bize model olsunlar. Zira onlar ve biz çok farklıyız. Bu fark, nasıl ülke yöneticileri tarafından fark edilemedi, doğrusu anlamak güç.
Bakın ne diyor üstad Nurettin TOPÇU bu hususta:
“Îmânımızın yaşadığı vicdanımızı çürütmeye çalışan kuvvetler, günden güne çoğalmaktadır. İnançlara indirilen yumruklar, neslimizi bîtap bıraktı. Asrın ızdırâbı, irade ve îman hastalığıdır. Şefkat ve merhametle tedavi edilecek yerde, kin ve gayzla yumruklanan yaralarımız kanıyor.” (s. 150)
Bugün aynıları olmuştur. Bu hakikati daha ne zaman idrâk edeceğiz? İşte dünden bugüne; batı eğitim sisteminden geçmiş insanların oluşturduğu içinde yaşadığımız şu dünya, kimseye huzur ve mutluluk temin edememiştir.
Ecdâdımız üç kıtada at koşturdular, bunu nasıl başardılar? Hakikat şudur ki; her kazanılan başarı ve zaferin arkasında, büyük bir îman gücü vardı. Îmansız eğitim eksiktir, yetersizdir, sığdır, cansızdır. Böylesi bir maddî eğitim, ancak ölü ruhlara sahip insanlar yetiştirir. Hepimiz şâhidiz; bugün büyük güçler, küçük ülkeleri devamlı karıştırmaya çalışıyor, onların ülke servetlerini, kendi çıkarları için pek çok boyutta sömürerek kullanıyorlar. Hâlbuki bu insanlık haysiyetine yakışır mı? Bırakmıyorlar ki, ülkeler kendilerini kalkındırsınlar? Biraz hamle yapılsa, hemen -tabirimi mâzur görün- başına çöküyorlar. Neden dünya devleri(!) denen büyük ülkeler, kendileriyle değil de, başkalarıyla uğraşıyorlar? Bu düşük bir insânî profildir. İşte dünyayı karıştıranların basit, çapsız görüşleri… Maalesef dünyayı bunlar yönetiyor. Bunların eğitimleri nasıl model alınabilir, alınırsa ucundan ne çıkar bir düşünelim…
“Bütün büyük medeniyetler, insanlığın mânevî kuvvetlerinin hayata hâkim olmasıyla, meydana çıkmıştır. Maddeye üstünlük sağlayan ilerleyişler, medeniyetleri yıkmıştır.
Şüphe yok ki tekniğin zamanımızda büyük önemi vardır ve onu ilerletmeye çalışmak da vazifelerimiz arasındadır.
Ancak okuldan insanı kovarak, sadece tekniği geliştirmek ve insanı tanıtacak olan ilimlerden de, insanı çıkarmak, tekniği insanın üstüne yükselttikten sonra, tekniği ayakları altında ezmek, insanın ve insanlığın yükselişi değildir. Bu insanın yıkılışıdır ve insanlığın yıkılışı, bu felâketli adımdan doğacaktır.” (s. 151)
Bu görüşler, yukarıdaki fikirlerimizi doğrular mahiyettedir. Osmanlı mâneviyatla pek çok zafere imza atarken; mâneviyattan koptuğunda ve sefâhate daldığında yıkılışa geçmiştir.
“Bizim için madde ihtiyaç, mâneviyat iktidardır. Yarım asırdan beri ufaltıla ufaltıla, yıpratıla yıpratıla bugünkü okulda serçe kanadından daha sıska kalan kültür, mânevî kültürdür. Maddî kültür ise bizzat kendisinin de temeli olan hakikat aşkından ayrılarak kutsallaştırılmaktadır.” (s. 154)
Kurtuluş Savaşı’nın ardından yeni kurulan okullarda, önceleri hiç mâneviyat ve din yokken; sonraları, halkın itirazları üzerine ucundan, kıyısından az bir miktar din dersleri konmuştur. Ama tabiî bu çok yetersiz kalmıştır. Bunun yanı sıra o zihniyet; başörtülü öğrencileri okullardan kovarak, onları ilimden uzaklaştırmayı mârifet saymıştır. Müslüman mahallesinde salyangoz satanlar, el üstünde tutulmuştur. Peki; bu yapılanlardan, vatana ve millete fayda oldu mu? Vatanın evlâtları arasında ayrımcılık yaparak, bazılarını ilim dışı bırakmak, insânî değerlere sığar mı? Ama yapıldı.
Şükür ki, son senelerde dînî duyguları önemseyen Devlet Başkanımız tarafından, bu problem giderildi. Ancak kıymet bilinmeli, nankörlük yapılmamalı, aynı zamanda rehâvete düşmemeli.
Yazımızın son kısmında, senelerini insanlığa dînî değerlerle eğitimin ehemmiyetini anlatmakla geçiren, üstad Nurettin TOPÇU’nun ilk, orta ve yükseköğrenime dair çok önemli gördüğümüz görüşlerine yer vermek istiyoruz:
“İlköğretimin gayesi, kalbin terbiyesi; orta öğretimde gaye, aklın terbiyesi; yükseköğretimde ise ihtisaslardır.
İlkokul; kalbi, temiz bir maya ile yoğurmak içindir.
Bu maya; dînin sevgi telkinleriyle, bütün mâzî ve millî mefâhir (iftihar edilecek şeyler) olmalıdır. İlkokulda çocuklara verilmesi lüzumlu eşya bilgisi, pek az bir şeydir.
İlk mektepçilik denen büyük sanat; dindeki aşk idealini, damla damla çocuğun kalbine aşılamak ve o kalbin çarpıntılarını millî mefâhirin temposuna uydurmak sanatıdır. Bu aşk idealiyle sunulan değerler, hakikatlerin sevgisi, kendi ruh hayatını samimiyetle ve dikkatle yaşama sanatıdır.” (s. 113)
“Bize kendi varlığımıza aydınlık olabilecek, müesseseler lâzım. İlkokulda çocuğa adım adım tarihinin sevgisi aşılanırken ve kendi varlığı, tarihinin hâdiseleri arasında kendine tanıtılırken, ona insanlık dersi de, tertemiz örneklerle, sevgi ve merhamet metotlarıyla aşılanır. Biz çocuğa sadece maddî tabiatı tanıtmakla, bütün âlemi öğrettiğimizi sanıyoruz. Meyvelerin ve oyunların adını, şehirlerle kıtaların adını, hayvanları ve nakil araçlarını öğretmekle, hayat anlaşılır zannettik. Hâlbuki dünyamız her şeyden önce, hareketlerin dünyasıdır. Fransız çocuğu, La Fontaine’nin masallarında, hayatın ilk hikmetini buluyor. Bizim zengin halkiyâtımızın, mekteplerden içeri giremediğini düşünmek; insana, yeis vericidir.” (s. 120)
“Dâvâmız; her devirde olduğu gibi, hakikatin kurtarılması, hayatımıza hâkim kılınması dâvâsıdır. İnsanlığı her zaman hakikat cihâdı yükseltmiştir.” (s. 154)
En güzele emânet olunuz.
____________________________________
* Nurettin TOPÇU, Türkiye’nin Maârif Dâvâsı, İst, 2019, s. 96.