NAKIŞ NAKIŞ İŞLENEN «FETİH»
Hasan TOPBAŞ hasantopbas87@gmail.com
Her karışı şehid kanı ile sulanmış bu aziz vatanda, mayıs ayları; tabiatta gerçekleşen müthiş canlılığa şâhit olunması ve dahî «uyanmış» bir milletin, bu ayda yazdığı unutulmaz destanın yaşattığı o yüce duyguları tekrar tekrar hatırlatması bakımından mühimdir.
Dolayısı ile, bu yıl 571. sene-i devriyesini idrâk edeceğimiz İstanbul’un fethi münasebetiyle; İslâm âlemi olarak gerekli dersleri çıkarıp, yeryüzünde yeniden sulhü ve selâmeti tesis eden kimliğimize kavuşmak niyâzıyla, medeniyetimizin şanlı sayfalarında yine hoş bir gezintiye çıkalım istiyoruz:
Elbette, bu fetihten evvel, bütün fetihlerin anası olarak addedebileceğimiz «Mekke’nin Fethi» hususunda Cenâb-ı Hak, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i şu âyet-i kerîmelerle müjdelemiş;
اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُب۪ينًاۙ ١
“Şüphesiz biz Sana apaçık bir fetih verdik.” (el-Fetih, 1)
…نَصْرٌ مِنَ اللّٰهِ وَفَتْحٌ قَر۪يبٌۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ ١٣
“…Allah’tan yardım ve yakın bir fetih ile (Ey Muhammed!) mü’minleri müjdele!” (es-Saff, 13)
Akabinde, âyet-i kerîmelerde bahsedilen hadîsenin de mûcizevî bir şekilde gerçekleşmesi ile İslâm ordusuna zafer nasip olmuştu.
İşte, yukarıda zikredilen bu müjde ile arasında kuvvetli bir mânevî bağ tesis eden ecdâdımız; mimârî, askerî ve gündelik hayat gibi muhtelif sahalarda «Fetih âyetleri»ne olan muhabbet ve hürmetini de her dâim gösterme gayreti içerisinde bulunmuştur.
Nitekim, makalemizin baş kısmında görülen ve hepimizin gayet iyi bildiği bir misâli inceleyecek olursak;
Önceleri Harbiye Nezâreti’nin kullanımında iken, bakanlığın Ankara’ya taşınması neticesinde; İstanbul Üniversitesi’ne devredilmiş yerleşkenin ana kapısı (Bâb-ı Seraskerî) üzerinde mevcut bu ihtişamlı levhaları medeniyetimize kazandıran isim, Türk-İslâm Yazı Sanatı’nın zirve şahsiyetlerinden Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin (v. 1876) en mâhir talebelerinden birisi olan Mehmed Şefik Bey (v. 1880) olmuştur.
Aynı zamanda Kubbetü’s-Sahra’da çini üzerine nakşolunmuş Yâsin Sûresi’nde ve Bursa Ulu Camii’ni ziyarete gelenleri kendine hayran bırakan hat levhalarında da imzası bulunan büyük üstad, kemerin hemen üzerinde yer alan ve celî sülüs formunda, mermere hakkedilerek yaldızlanan kısımlarda şu metinleri işlemiştir:
•Sağda;
اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُب۪ينًاۙ ١
“Şüphesiz biz Sana apaçık bir fetih verdik.” (el-Fetih, 1)
•Ortada; «Dâire-i Umûr-i Askeriyye» (Askerî İşler Dairesi)
•Solda;
وَيَنْصُرَكَ اللّٰهُ نَصْرًا عَز۪يزًا ٣
“Ve Allah Sana, şanlı bir zaferle yardım etsin.” (el-Fetih, 3)
DİĞER SAHALARDAN ÖRNEKLER
Sıradaki misâlimiz ise, îtinâ ile muhafaza edilerek günümüze kadar ulaşmış bir fetih sancağı üzerine olup;
Sağ tarafta ve dik bir konumda, Rûmî takvime göre «11 Teşrîn-i Evvel 1338» yani (Ekim-1922) tarihinin düşürülmüş olduğunu görmekteyiz.
Diğer metinler de sancağa şu şekilde nakşolunmuştur:
•Sağ köşede; yukarıdan aşağıya doğru «Kelime-i Tevhid»,
•Üst kısımda; Saff Sûresi 13. âyeti,
…نَصْرٌ مِنَ اللّٰهِ وَفَتْحٌ قَر۪يبٌۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ
•Sol Köşede; yine yukarıdan aşağıya doğru «Besmele»,
•Alt Kısımda; Fetih Sûresi 1. âyeti;
اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُب۪ينًا
***
Bu seferki misâlimizi ise; İstanbul’dan bir önceki payitaht olan Edirne’de zuhûrundan ötürü «Edirnekârî» ismini alan ve ahşap, karton, deri gibi satıhlarda boya ve cilâ aracılığı ile yapılan süsleme tekniğinden vermek isteriz.
Kullanım sahaları; çeyiz sandıkları, yazı çekmeceleri, para kutuları, cilt ve dolap kapakları gibi dekoratif eserleri kapsayan Edirnekârî’nin en önemli özelliği ise, boyalarının uzun ömürlü olmasıdır.
Bu sebeple, asırlar boyu Osmanlı meskenlerinin vazgeçilmez bezeme unsurlarından birisi olarak, varlığını sürdürmüştür.
Yukarıda paylaştığımız levhada, Edirnekârî tekniğinin altın ile yaldızlanmak sûretiyle tatbik edildiği anlaşılmakta olup, metinde geçen ifadeler ise şunlardır;
•Celî sülüs hat ile; Fetih Sûresi’nin birinci âyeti ve beraberinde; «Sadekallah» yani; «Allâh’ın buyurduğu doğrudur.» yazılmıştır.
•Alt satırında (imza kaydı); «Rakamehû el-Hac Muhammed Tahir Hıfzî Ğufira leh» mânâsı ise; «Onu Hacı Muhammed Tahir Hıfzî yazdı. Mağfiret oluna…» şeklindedir.
•Sol alt köşede ise; hicrî 1343, (mîlâdî 1924) şeklinde tarih kaydı düşürülmüştür.
Son misâlimizde ele alacağız eserimiz ise, «Camaltı» nâmıyla bilinen sanat tekniği ile icrâ edilmiş olup; bu usûlde, camın bünyesinde var olan parlaklıktan yararlanılarak, bir yüzüne muhtelif boya ve altın vasıtası ile yazı ve resimler işlenmektedir. Ancak, cam sathında işler ters yönde seyrettiği için, eserlere tersten başlandığını da belirtelim.
İstanbul’da mevcut bir müzede sergilenmekte olan eserimizin bölümleri ise şöyledir:
•Levhaya iki sıra bezemeli pervaz (kenarlık) nakşolunmuştur.
•Üst kısımda, etrafı birer buketle süslenmiş ve içine besmele yazılmış bir madalyon yer alır.
•Orta kısma müsennâ (aynalı) hat ile Fetih Sûresi’nin birinci âyeti yazılmış ve altına da 1341 (mîlâdî 1923) tarihi düşürülmüştür. Yazıların birbirine bağlandığı tepe kısmında ise «Hulefâ-yı Râşidîn» Efendilerimizin isimlerinin işlendiği sancaklar görülmektedir.
•Âyeti hoş bir sûrette çevreleyen ve levhanın asıldığı evi korumaya vesile olmak maksadını yansıtan cümleler ise şöyledir:
Felek her ferde etmez rahm ile vefâ,
Tâli-i devlet ile kāim olanların geçer ömrü bâ-safâ.
Bu meskenhânede oturanlara çektirme asla cefâ!
İsm-i nesl-i pâkinden olan ümmetine kıl şefaat yâ Muhammed Mustafâ!
Şefîimdir Hazret-i Fahr-i Âlem; On sekiz bin âlem ve yüz dört kitab hürmetine kıl inâyet bu abd-i âcize ey Hudâ!
“Felek herkese merhametli ve vefâlı olmaz. Talihi kutlu olanların ömrü ise safâ içinde geçer. Burada oturanlara asla cefâ çektirme! Sen’in temiz soyundan olan ümmetine şefaat kıl yâ Muhammed Mustafâ! Âlemin övünç sebebi (Hazret-i Muhammed) şefaatçimdir. On sekiz bin âlem ve yüz dört kitap hürmetine bu âciz kula yardım et, ey Hudâ!”
Cenâb-ı Hak, bu toprakları bize vatan eyleyen bütün şehid ve gazilerimize rahmetiyle muamele eylesin!