Şer‘î Kaidelerle Tasavvuf -39- ÇEŞİT ÇEŞİT YOLLAR
Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM
(Şâzelî meşâyıhından Ahmed Zerrûk [v. 899/1494] Hazretleri’nin; tasavvufu, usûl ve fıkıh kaideleriyle anlattığı Kavâidü’t-Tasavvuf ve Şevâhidü’t-Taarruf adlı eserinin tercüme ve şerhine devam ediyoruz.)
İKİ MERTEBEDE İHSAN
Müellifimiz, Beşinci Kaide’de, tasavvufun temelinin, Cibrîl Hadîsi diye meşhur olan hadîs-i şerifte tarif edilen İhsan Makamı olduğunu söylemişti. Bu maddede bunu biraz daha açarak kademelendiriyor:
Elli Altıncı Kaide:
“Bir şeyin kökü, aslı ne kadar çeşitli ise onun fer‘i de öyledir.”
Tasavvuf yollarında bir çeşitlilik var. Farklı meşrep ve anlayışlar var. Bu, kökten geliyor. Tasavvufun kökünde, aslında, temelinde olan çeşitlilik; sonraki asırlarda gelişen tarîkat ve meşâyıhın anlayışlarındaki çeşitliliğe yansımıştır.
“Daha önce geçtiği üzere;
Tasavvufun temeli (delili, dayanağı) ihsan makamıdır. Bu makam da ikiye ayrılır, bu iki nevi, birbiri yerine geçer:
(Birinci nevi): Allâh’a, sanki O’nu görüyormuş gibi ibâdet / kulluk etmendir.
(İkinci nevi): Zira sen O’nu görmüyorsan da O seni görmektedir. (Buhârî, Îmân, 37; Müslim, Îmân, 1, 5)
Birinci nevi; (yani Allâh’ı görürcesine ibâdet etmek) âriflerin mertebesidir.
İkinci nevi; (görme seviyesine erişemese de, O’nun kendisini gördüğü idrâki içinde ibâdet etmek) ârif olma yolunda ilerleyenlerin mertebesidir.”
Yani bir patronun karşındayken, o seni görüyorken çalışmak var, bir de;
«–Kameralar var, patron beni kameralardan görüyordur!» diye çalışmak var.
Onun için;
Ârif olan, Cenâb-ı Allâh’ın huzûrunda olduğunun şuurundadır, her dâim; «Rabbimi görüyorum!» diye ibâdetini yapar. Eğer bu makamda, mertebede değilse o zaman; «O, beni görüyor!» O’nun beni görmesi, benim O’nu görmem yerine geçiyor.
“Birinci nevi, Şâzelî tarîkatı mensuplarının ve onlar gibi tasavvuf erbâbının yoludur.”
Müellifimiz Şâzelî tarîkatına mensuptur. Kendi tarîkatını zikredip, diğerlerini de onlar gibileri diye kervana dâhil etmiştir. Kādirîlik, Nakşîlik gibi tasavvuf yolunun büyük müesseseleri Allâh’a, O’nu görüyormuşçasına ibâdet etmeyi tâlim etmeye gayret ederler.
Allâh’ın zâtını bu dünyada görmek mümkün değildir. Fakat Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı her şeyde, bütün eserlerinde, bütün hâdisat ve vukûatta O’ndan tecellîler vardır. “Zuhûrunun şiddetinden gāiptir.” denildiği üzere, aslında her şey O’na delâlet eder.
Yûnus Emre Hazretleri, sarı çiçekle konuşur. İnleyen değirmen dolabıyla dertleşir. Mevlânâ Hazretleri, çekiç sesiyle cezbeye kapılır.
Abdullah İbn-i Mes‘ûd -radıyallâhu anh-;
“Lokmaların zikrini işitirdik.” (Buhârî, Menâkıb, 25; Tirmizî, Menâkıb, 6) buyuruyor.
Fudayl bin İyâz -rahmetullâhi aleyh-;
“Rabbime karşı bir kusur ettiğimi, merkebimin bana davranışından anlarım.” diyor.
“İkinci nevi, İmam Gazâlî ve benzerlerinin yoludur.”
İkinci yol; daha ziyade ilim yönü galip olan sûfîlerin yoludur, diyebiliriz ki; bu, ilâhî kameralar altında olduğumuzun idrâki içinde yaşamaktır.
“Birinci yol, (menzile) daha yakındır.”
Hedefe daha kestirmeden ulaştırır.
“Çünkü eğer irfan ağacını dikersen; irfan ağacından meyve toplamak, koparmak daha kolay hâle gelir. Bunun kaynağı da temeli de her mü’min için zuhûr edebilecek, vâr olabilecek olan temellerdir.”
Yani îman hakikatine ermiş, ibâdetin lezzetine varmış olan kimseler için bu binayı ve araziyi oluşturmak mümkündür.
“Cenâb-ı Hak, insanın tabiatını da (yapısını, karakterini de) bu işe elverişli olarak yaratmıştır.
Şerîat da bunun ortasında vardır.
Çünkü şerîatın (biz Allâh’ın kullarından) beklediği şudur:
•Allâh’a olan kesin îmânın güçlendirilmesi ve
•Takvâ sahiplerinin amelleri ile îmânın hakikatinin yaşanabilmesidir.”
Tasavvufta; zikir, tefekkür, murâkabe ve benzeri tatbikatlar, bu hedefleri gerçekleştirmeye mâtuftur.
Bu kaidenin başında Müellifimiz; tasavvuf yollarındaki çeşitliliğin, temelde de mevcut olduğunu bildirdi. Müteâkip kaidede; bu çeşitliliğin sâlik için zorluk değil, bir hikmet ve fayda barındırdığını delillendirecek:
HAK YOLU BİR, DALLARI SAYISIZ…
Elli Yedinci Kaide:
“Yolların çeşitliliği, sâlikin / yola girmiş olan kişinin rahatını, huzurunu temin eder. Murâd ettiği maksadını elde etmesine yardımcı olur. Bundan dolayı ehl-i tasavvufun yolları farklı farklı, sülûk cihetleri de çeşit çeşit olmuştur.”
İstanbul’dan Ankara’ya gitmek için birçok yol vardır. Eğer tek bir seçenek olsa sıkıntı çıkabilir.
İstersen otobüs, tren, uçak gibi toplu ulaşım vasıtalarını kullanırsın.
İstersen kendi aracınla gidersin. Kendi aracınla gidersen ister E-80, ister D-100, ister Kuzey Marmara Otoyolu’nu kullanırsın. Böyle çeşitli alternatiflerin varlığı, yolcunun rahatını temin eder.
“Kimi tasavvuf erbâbı, her dâim bir fazîletin peşinde koşar.
Kimi tasavvuf erbâbı âbiddir, sahih ve sâlih ameller ile makam elde etmeye çalışır.”
Sünnette geçen amelleri takip eder. Gecenin şu vaktinde kılınacak namaz. Gündüzün şu vaktinde kılınacak namaz. Şu vakitte şu tesbih vb.
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in gece ve gündüz ibâdetleri diye eserler derlenmiştir. Âbidler, dâimâ; «Bir ibâdet gösterin, ben onu yapayım.» telâşındadır.
“Kimi de tasavvuf yolunda zühd ile ilerler. Allah’tan başka her şeyden kaçar.
Kimi de vardır irfân ehlidir. Her şeyin hakikatine bağlıdır.”
Hakikatler, hikmetler, incelikler yoluyla bir irfan yolculuğu yapar. Mevlânâ, Molla Câmî, Sâdî, Muhyiddîn İbn-i Arabî gibi mutasavvıfların meşrepleri gibi.
“Kimi de vardır ki verâ makamındadır. İhtiyat yoluyla ilerler.”
Verâ, sadece haramlardan değil, şüpheli şeylerden de uzak durmaktır.
“Kimi de toptancıdır; her bir hususta, tasavvuf erbâbı ne dediyse hepsine sarılır.
Kimi müridler ise; dergâha ve şeyh efendiye hizmet muamelesiyle, yol katetmeye çalışırlar.”
Yûnus Emre Hazretleri, Tapduk Emre Hazretleri’nin tekkesine kırk yıl odun taşıdı. Aziz Mahmud Hüdâyî, Hâlid-i Bağdâdî ve niceleri tekkeye su taşıdılar, tuvalet temizlediler.
“Hepsi hak dairesinde çalışır, şerîatın hakkıyla ikāmesine gayret eder, her türlü çirkin ve kınanmış şeyden kaçarlar.”
Demek ki;
İster fazîletler medeniyeti yolundan giderek, her türlü fazîleti yaşamaya gayret eden bir sûfî ol!
İstersen ibâdet yoğun bir sûfî ol!
İstersen zühd yolundan, istersen mârifet yolundan yürü! Her birinde hak dairesinde çalışmak durumundasın! Yani sen öncelikle şerîatın emirlerini yerine getirmekle mükellefsin.
Ben fakir fukarâya her türlü hizmeti yaparım, ama camiye gidemem, böyle bir tasavvuf yok!
Öyle adamlara rastladım: Bir yere yardım edilecek, gitmiş fâizli bankadan kredi çekmiş, getirmiş cami derneğine vermiş;
«–Bu camiyi bitirin!»
Bu iyilik değil! Bu Müslümanlık değil! Önce şerîatın hukukunu muhafaza etmek lâzım!
Adam zekâtını vermiyor. Malının kırkta birini zekât olarak vermesi lâzım, zekât vermiyor, ama çok hayır hasenat yapıyor. Hayır! Önce zekâtını vereceksin! Ondan sonra hayır hasenâtı yaparsın. Ama Ebû Hanîfe gibi malının tamamını tasadduk edersin de zekât verecek malın olmaz o zaman âmennâ.
Hâsılı;
Hazret-i Mevlânâ’nın pergel teşbihi ile; bir ayak şerîat üzerinde sâbit duracak, şerîat dairesinden çıkmadan, çeşitli meşrep ve mesleklere ağırlık vererek, Hak yolunda mesafe katetmeye gayret edecek.
Sahâbe-i kiramda da bu çeşitliliği görürüz. Fıtrî farklılıklar, coğrafya, iklim, kültür ve medeniyet farklılıklarıyla bu çeşitlilik, zamanımıza kadar ulaşan tasavvuf mekteplerindeki zenginliği oluşturmuştur.
Cenâb-ı Hak, ihsan makamından hisse alabilenlerden eylesin!.. Gayretlerimizi rızâsıyla te’lif buyursun. Âmîn!..