Akîde ve Fıkıh Açısından EHL-İ KİTAP

Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM 

 

Kur’ân-ı Kerim’de insanları önce iki grup görürüz:

 

Mü’min ve Kâfir… 

 

Sonra Rabbimiz, küfrün çeşidine göre insanları üç gruba ayırarak da tasnif eder:

 

•Îmân edenler / mü’minler

 

•Îmân etmeyenler / kâfirler

 

•Îmân etmiş gibi gözüken kâfirler / münafıklar.

 

Yani aslında münafık da kâfir fakat, müslüman gözüktüğü için ayrı bir şekilde adlandırılmış. 

 

Mü’min (inanan) kelimesinin lügat mânâsını alırsak, neredeyse herkes mü’mindir. Ateist de -hâşâ- Allâh’ın olmadığına inanmak bakımından bir inanca sahip. 

 

Dolayısıyla mü’min kelimesinin ıstılâhî mânâsını alıyoruz: Allâh’ın istediği esaslara, Allâh’ın râzı olduğu şekilde inanan.

 

Îmân edenler; Allâh’a, Allâh’ın varlığına, birliğine, Allâh’ın peygamberlerine, meleklerine, kitaplarına, âhiret gününe, yeniden dirilişe ve kadere îmân edenlerdir. 

 

Îman bir bütündür. Îmân edilmesi gereken esaslardan birine inanmayan ile bu esasların tamamını inkâr eden arasında bir fark yoktur. İkisi de Allah nazarında, Kur’ân nazarında mü’min değildir, kâfirdir. 

 

Meselâ; 

 

Müşrikler Allâh’a inanır, fakat vahdâniyetini inkâr eder. O’na ortaklar koşar.1 

 

Hıristiyanlar, İsa -aleyhisselâm-’ın -hâşâ- Allâh’ın oğlu olduğuna ve ulûhiyetin üç uknuma (Baba-Oğul-Rûhu’l-Kudüs) bölündüğüne yani teslise inandıkları için münkir durumundadırlar.2 

 

Yahudiler de dinlerinde benzer tahrifatlar yapmışlardır. Üzeyir -aleyhisselâm-’a Allâh’ın oğlu demek, cehennemde kısa bir süre dışında yanmayacakları gibi uydurma telâkkîler geliştirmek gibi.3 Günümüzde de yaptıkları katliâmlarda inançlarının ve şerîatlarının ne kadar bozulduğu ve ne kadar kavmî, ırkî bir mâhiyete dönüştüğü görülmektedir. 

 

Bu son iki grubun kadîm inanç esasları bozulmamış olsaydı dahî; 

 

•Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in son Peygamber olarak gönderildiğine, 

 

•Kur’ân-ı Kerîm’in de son hak ve hakikat kitabı olarak gönderildiğine îmân etmemeleri sebebiyle yine mü’min değil kâfir grubunda sayılacaklardı.

 

Çünkü Hâtemü’l-Enbiyâ / Peygamberlerin Sonuncusu olan4 Rasûlullah Efendimiz’in risâleti bütün insanlaradır.5 Sadece Araplara, sadece Arabistan’a, sadece ümmîlere değildir.6 Yahudi ve hıristiyanları Peygamberimiz’in risâletine ve Kur’ân’a îmân etmeye davet eden âyet-i kerîmeler7 bu hususu vâzıh bir şekilde açıklamaktadır.

 

Yahudiler; Peygamberimiz’den önce, Hazret-i İsa’nın nübüvvetini de inkâr etmişlerdir.

 

Evet, yahudi ve hıristiyanlar Kur’ân nazarında mü’min ve müslüman değildir. Küfür halkası içindedir. Müslüman olmadıkları sürece cennete de gitmeleri söz konusu değildir. Âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerifler; mevcut dalâletleri içinde ölen yahudi ve hıristiyanların, ebedî azâba müstehak olacaklarını ifade eder.8

 

Maalesef bazı modernist ilâhiyatçılar, yahudi ve hıristiyanların Allâh’a ve âhiret gününe inanmak şartıyla cennetlik olabileceklerini iddia etmişlerdir. Bu kesinlikle İslâmî bir anlayış değildir. 

 

Bu iddiaları desteklemek için; 

 

•Kendisine tebliğ ulaşmayanların durumu, 

 

•Kâfirlerin çocuklarından bülûğ öncesi ölenlerin durumu, 

 

•Fetret dönemi yani İsa -aleyhisselâm- ile Peygamberimiz’in risâleti arasındaki dönemde yaşayıp vefat edenlerin durumuna dair, kelâm âlimlerimizin söylediği sözler de istismâr ediliyor. 

 

Hâlbuki bunlar bambaşka meselelerdir. 

 

Kendisine İslâm mesajı ulaştıktan sonra, Kur’ân’a davet gerçekleştikten sonra; bunu reddedenin küfründe münakaşa edilecek hiçbir nokta yoktur.

 

İşin özü şudur: 

 

Yahudi ve hıristiyanlar Peygamberimiz’in risâletini kabul etmekle, Kur’ân’a îmân edip onunla amel etmekle mükellef midir, değil midir? 

 

Elbette mükelleftir. Bunun delili çoktur:

 

Peygamberimiz; 

 

•Medine’deki yahudi kabîlelerini İslâm’a davet etti. 

 

•Necran hıristiyanlarını İslâm’a davet etti.9 

 

•Herakliyus’a yani o zamanın hıristiyan dünyasının liderine mektup yazdı. Onu İslâm’a davet etti. Sadece ona değil, çevresindeki bütün merkezlere davet mektupları gönderdi. 

 

•Mûte Harbi ve Tebük Seferi, hıristiyanlar üzerine gerçekleştirildi. 

 

Yahudi ve hıristiyanları cennete göndermeye çalışanlar, şu psikolojik hataya da düşerek İslâm’a büyük zarar veriyorlar: 

 

İslâmiyet, emir ve yasaklar getiriyor. Beş vakit namaz, oruç, zekât, hac, helâller, haramlar… 

 

Hâlbuki bugünkü Hıristiyanlık bir Pazar âyininden ibaret. Farzlar yok, haramlar yok… Günah işlersen, kiliseye üç kuruş bağışlar günah çıkartırsın. «İsa» der, kurtulursun!.. 

 

Bir hıristiyan niye o «kolaylığı» bıraksın da, bu «zorluğa» tâlip olsun! 

 

Nitekim, dinler arası diyalog ve benzeri tuzaklara düşerek, bu lâkırdıları edenlerden bazılarının evlâtları hıristiyan oldular.

 

Âyet-i kerîmeler gayet açık:

 

“Allah katında din İslâm’dır…” (Âl-i İmrân, 19)

 

“Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, âhirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

 

Diğer herkes gibi, yahudi ve hıristiyanlar da İslâm davetinin muhatabıdır. Kabul eden cennete, etmeyen cehenneme gider!.. 

 

Burada şu meseleye de temas edelim:

 

EHL-İ KİTAP TABİRİ

 

Yahudi ve hıristiyanların Kur’ân’da «Ehl-i Kitap» ismi altında zikredilmeleri, akîdevî bir farkı ifade etmek için değildir. İçtimâî ve fıkhî bir ihtiyacın neticesidir.

 

Şöyle ki;

 

Bunlar muharref de olsa ellerinde bir kitap bulunan kimselerdir. Yahudilerin elinde Tevrat, hıristiyanların elinde İncil bulunmaktadır. 

 

Cenâb-ı Hak Musa -aleyhisselâm-’a Tevrat’ı hak bir kitap olarak vermişti. 

 

İsa -aleyhisselâm-’a da İncil’i yine hak bir kitap olarak verdi. 

 

Ancak zaman içerisinde yahudiler ve hıristiyanlar Allâh’ın kendilerine tek hak bir kitap olarak verdiği bu kitapları ilâvelerle, tahrifatlarla, değiştirmelerle çoğalttılar, bozdular ve bir metinden onlarca, yüzlerce metine doğru evrilme meydana geldi.10

 

Binâenaleyh;

 

Bugün yahudilerin elindeki Tevrat, Cenâb-ı Hakk’ın gönderdiği orijinal Tevrat olmaktan çıkmıştır. 

 

Hıristiyanların elindeki İncil de, Cenâb-ı Allâh’ın İsa -aleyhisselâm-’a gönderdiği orijinal İncil olmaktan çıkmıştır. 

 

Dînimizin onları ehl-i kitap diye, kâfirler grubu içinde, ayrı bir başlık altında mütalâa etmesinin sadece birkaç fıkhî neticesi vardır: 

 

•Kur’ân-ı Kerim, ehl-i kitâbın iffetli kadınlarıyla evlenmenin yani yahudi ve hıristiyan kadınlarla evlenmenin helâl olduğunu, 

 

•Onların kestiklerini yemenin câiz olduğunu bize bildirmektedir.11 

 

Umûmî kaide olarak; 

 

•Müslüman olmayanlarla evlenilmez.12 

 

•Allâh’ın adıyla, besmeleyle kesilmeyen etler de yenilmez.13 

 

Ehl-i kitap; asırlardır içinde yaşadıkları kitâbî kültür sebebiyle, sadece bu iki hususta istisnâ edilmişlerdir. Yani bu izinler, müslümanlara tanınmış birer ruhsattan ibarettir. 

 

Evlilik hususunda tek taraflı, sadece iffetli ehl-i kitap kadınlarıyla müslüman erkeklerin evlenmesine ruhsat verilmiştir. Tersine yani ehl-i kitap erkekleriyle, müslüman kadınların evlenmesine müsaade edilmemiştir. Maalesef günümüzde; bilhassa gurbetçi müslümanlar arasında, bu yanlışa düşüldüğü görülmektedir. Böyle evlilikler, İslâm nazarında meşrû değildir.

 

Kur’ân-ı Kerîm’in bu iki hususta istisnâ ettiği, ruhsat verdiği ehl-i kitap kimlerdir? 

 

Âlimlerimiz ehl-i kitapla ilgili farklı kanaatler belirtmişlerdir.

 

Çoğunluğu oluşturan kısma göre;

 

•Bir kitâba îmân eden yahudi ve hıristiyanlar ehl-i kitap olarak değerlendirilir. 

 

Bir kısım âlimlerimiz de der ki:

 

•Bu ruhsat o dönemde tevhid inancına sahip ehl-i kitâba mahsus idi. Bu inancı kaybeden yahudi ve hıristiyanlar hakkında bu ruhsatlardan istifade edilemez. Yani kızlarıyla evlenilemez, kestikleri yenemez. 

 

Asrımızda bu ruhsatlardan istifade edilip edilemeyeceği hususunda dikkat gösterilmesi gerekir. Şöyle ki; 

 

Günümüzde hıristiyan olarak bildiğimiz Avrupa ve Amerika ülkelerinde; artık kendisini ateist, agnostik vs. adlandıran, artık Allâh’a, âhirete, Tevrat’a veya İncil’e inanmayan büyük kesimler var. Yine Uzak Doğu dinlerine kayan, âhireti reddedip bâtıl tenâsüh / ruh göçü inancına müptelâ olan batılılar çok. Kimileri, kuzey Avrupa’da paganizmin de hortladığını söylüyorlar.

 

Dolayısıyla bugün şunu yapamıyoruz: 

 

–Bu et (veya hayvânî ürün) Almanya’dan gelmiş, Almanya da hıristiyan olduğuna göre, helâldir.

 

Çünkü biliyoruz ki, artık Almanların mühim bir kısmı o muharref dîni de terk etmiş durumda. Bu sebeple gıdâ hususunda bu ruhsattan yararlanmakta dikkat etmek gerekmektedir. Günümüzde müslümanlar için helâl sertifikası; yahudiler için koşer, vegan ve vejeteryanlar için de hayvânî gıdâ içermez etiketleri vardır. Bunlardan, gösterdikleri ciddiyete göre istifade edilmelidir.

 

Evliliğe gelince;

 

Burada çok daha fazla dikkat gerekir.

 

Tâ Hazret-i Ömer zamanında dahî ehl-i kitap kadınlarla evlenmenin bir dönem yasaklandığını biliyoruz. Tabiî bu yasaklama idârî bir tasarruftur. Ancak bir firâsetin neticesidir. O gün dahî Hazret-i Ömer buna ihtiyaç duymuşsa, zamanımızda çok daha fazla ihtiyaç vardır. 

 

Çalışmak için, tahsil için yabancı ülkelere gidenler arasında böyle kültürler arası evlilikler meydana gelebiliyor. Fakat bu riskli evlilikler sona erdiğinde, iki-üç sene sonra boşandıklarında maalesef o evliliklerin mahsûlü olan çocukların anne tarafında kaldığını, zâyî olup gittiklerini, yitirildiklerini, İslâm inancından uzak bir şekilde eğitildiklerini görüyoruz.

 

Bu çok acı verici bir durum. Bir baba için de büyük bir vebal… 

 

Binâenaleyh;

 

Çok mücbir bir sebep olmaksızın kesinlikle gayr-i müslim unsurlarla evlilik yapılmamalıdır.

 

Sorulabilir:

 

“–Bunlar ehl-i kitap! Bunlarla evlenmeyi Kur’ân-ı Kerim câiz görmüş, siz kim oluyorsunuz da yasaklıyorsunuz?!.”

 

Hâşâ!

 

Allâh’ın helâl kıldığını yasaklamak bizim ne haddimize! 

 

Ama unutmayalım ki;

 

Ehl-i kitap olmanın şartı âhiret inancına sahip olmaktır. Allah korkusu taşımaktır. Eğer bir kimsenin Allah korkusu yoksa âhiret inancı yoksa bu kimse ehl-i kitap olarak nitelendirilemez! Hele de bugün materyalist olarak yetişmiş, tamamen maddeci felsefenin mahkûmu olan kimselerin ehl-i kitap olduklarını söyleyebilmek kolay değildir.

 

Bu ruhsat verildiğinde, erkeklerin ve erkek tarafının (aile ve sülâlesinin) evlilikte büyük bir ağırlığı söz konusuydu. Gelin gelen bir gayr-i müslim kadının, evlâdını kendi zihniyet ve inanç dünyasına göre yetiştirmesi mevzu bahis olamazdı. Zaten bir, bir buçuk asır öncesine kadar hayata ve topluma da İslâm kaideleri hâkimdi. 

 

Zamanımızda; bütün dünyada bunca sekülerleşme ve dinden uzaklaşmaya ilâveten, kadınlar lehine sözüm ona pozitif ayrımcılık yapıldığı da göz önünde bulundurulduğunda, herhangi bir krizde, çocukların istikbâli hususunda kadının dediğinin olacağı açıktır. Böyle durumlarda; helâller, cevazlar ve ruhsatlar elbette yeniden değerlendirilir. 

 

Gayr-i müslimlerle evlenmeyi yasaklayan âyetin hikmet bildiren cümleleriyle yazımızı bitirelim:

 

“Müşriklerle evlenmeyin! (…) 

 

Çünkü; 

 

•Onlar cehenneme çağırır. 

 

•Allah ise, izni (ve yardımı) ile cennete ve mağfirete çağırır. 

 

Allah, düşünüp anlasınlar diye âyetlerini insanlara açıklar.” (el-Bakara, 221)

 

_______________

 

Bkz. el-Ankebût, 61-63; Lokmân, 25; ez-Zümer, 38; ez-Zuhruf, 9, 87. 

Bkz. el-Mâide, 17, 72, 73. 

Bkz. el-Bakara, 80; Âl-i İmrân, 24; et-Tevbe, 30. 

Bkz. el-Ahzâb, 40. 

Bkz. Sebe’, 28; el-A‘râf, 107-108. Buhârî, Salât, 56; Müslim, Mesâcid, 3. 

Bkz. Âl-i İmrân, 20; el-Cum‘a, 2-3; el-En‘âm, 19.

Bkz. el-Bakara, 41, 91; en-Nisâ, 47; el-Hadîd, 27-29. 

Bkz. el-Beyyine, 1-6; 

Bkz. Âl-i İmrân, 59-64 ve sebeb-i nüzülleri. 

10 Bkz. el-Bakara, 75, 79; en-Nisâ, 46; el-Mâide, 13, 41.

11 Bkz. el-Mâide, 5. 

12 Bkz. el-Bakara, 221.

13 Bkz. el-En‘âm, 118-121, 145; el-Bakara, 173; en-Nahl, 115.