İklim Değişikliğinden Müteessir Olan SADECE MEVSİMLER Mİ?
Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com
Zaman geçtikçe; üzerimizdeki gökyüzü ve altımızdaki yeryüzünde, değişik hâllere tanıklık ediyoruz. Bir zamanlar; belirgin çizgilerle ayrılan mevsimler, artık bulanıklaştı. İlkbaharın, o güzel diriliş muştularını, artık tam mânâsı ile göremiyoruz. Yazlar, kışlar ve diğer mevsimler, sanki aynı dönemde yaşanır oldu. Her şey hızla değişiyor ve dengeler kayboluyor.
Eskiden, bahar çiçeklerinin ne zaman açacağını bilirdik. Kışın gidişini, baharın müjdesini onlardan anlar ve beklerdik. Şimdi, her şey değişti. İstediğimiz bitkiyi, meyveyi ve sebzeyi, istediğimiz mevsimde bulabilme imkânına sahibiz. Neyin, ne zaman olduğu, olacağı ile alâkalı kabullerimiz altüst oldu. Yaşanan bu hâdisenin, bizim için nimet mi yoksa musîbet mi olduğu hususunda ciddî olarak tefekkür etmemiz lâzım.
Yaşadığımız kentlerdeki beton yığınları arasında, tabiatın sesi soluğu kısıldı, duyamaz olduk. Sabahın seherinde ötüşen kuşların sesi yerine, artık -her saatte- sokaklardaki yürüyen insanların ayak sesleri ve araçların hoyrat gürültüleri rutinimiz oldu.
Evvelce, yağmura rahmet gözü ile bakarken, şimdi normalden biraz fazla yağsa, hemen felâket haberleri düşmeye başlıyor ajanslara. Hem bundan şikâyet ediyoruz hem de bulduğumuz en ufak toprak parçasına, beton yığınları dikmeye devam ediyoruz. Kentlerde; yağmuru emecek, onu bitkilere, sebzelere ve insanın faydasına dönüştürecek toprak yok denecek kadar azaldı. Her yer beton, bu sebeple en ufak bir yağışta, sellere tanıklık ediyoruz.
İklimin değişmesi, kuraklık tehlikesi ve gıdâ meselesi, insanoğlunun önümüzdeki dönemde yaşayacağı ciddî problemler arasında duruyor. Küresel güçler bunu fark edip hem suya hem de gıdâya yönelik, ciddî yatırımlar yapmaya ve bu silâhı (!) ele geçirmeye gayret ediyorlar. Yaklaşan bu tehlike ile alâkalı olarak; ufku geniş insanlar, tedbir alınması için gayret edip, ellerindeki imkânlar ile seslerini duyurmaya çalışıyor ve gelecek felâketin önlenmesi ve tedbir alınması için feryat ediyorlar. Ama bu sesleri ve feryatları çok da duyulmuyor.
İnsan hem madde hem mânâdan oluşan bir varlık. Dışarıda yaşanan kuraklık, susuzluk ve verimsizliğin bir benzeri de insanın iç dünyasında yaşanıyor. İklimlerde meydana gelen değişiklikler ve farklılıkların aynısı, aslında küçük âlem olan insanın içinde de vukû buluyor. Ama, bu vâkıanın farkında olamıyoruz. Hattâ dışarıda yaşanan bu problemlerin ve vâkıaların müsebbibi aslında yine bizleriz. (Bkz. er-Rûm, 41) Şu anda yaşanan bereketsizliğin ve sâir problemlerin; insanın açgözlülüğü, adâletsizliği ve liyâkatsizliğinin bir neticesi olduğunu anlamak ve kabul etmek istemiyoruz.
Bugün kimse aldığından memnun değil. On alan da şikâyetçi, yüz alan da, bin alan da, hattâ yüz bin alan da şikâyetçi. Herkes, daha fazla kazanması ve alması gerektiğini düşünüyor. Bundan dolayı da kimse hakkına râzı değil. Kimse rızkı verenin, Rezzâk olanın farkında değil. Kendi çalıştığını, dişiyle tırnağıyla söke söke aldığını zannediyor. Kimse bir başkasının hakkı, hukuku olduğunu umursamıyor. Herkes önce kendinin, sonra başkalarının hakkını düşünüyor. Bazılarının, başkası diye bir derdi bile yok. Varsa, yoksa sadece kendisi…
Böyle olunca, kalpler birbirinden uzaklaştı. Herkes, tek başına bir hayat istiyor artık. Evlilik, çocuk, aile ve kalabalık gibi ortamlardan insanlar kaçıyor, kaçmak için çareler arıyorlar. Gidin sorun gençlere; evlilik ve aile kurma ile alâkalı planlarını, düşüncelerini öğrenin. Dehşete kapılacak ve; «Nereye gidiyoruz?!.» diye dövüneceksiniz söyleyeyim. Ha bunun İslâmî kesimi, sağı, solu veya seküler kesimi yok. İnsanlar artık para ile her şeyi çözeceklerine ve paranın onları mutlu edeceğine inanıyor. Çok paraları olması için de inançmış, gelenekmiş, ahlâkmış… hepsini bir kenara koymanın gerektiğine inanıyorlar.
Bu insanları yargılamak, eleştirmek artık bir çözüm değil. Bu insanların, bu hâle gelmesinde belki direkt veya dolaylı olarak bizim de payımız var. O hâlde, yaşanan bu maddî ve mânevî kuraklığın ortasında her bir fert; «Ben ne yapabilirim? Nasıl bu kuraklığı önleyebilirim?» diye dert etmeli ve harekete geçmeli. Onların gönül toprağına güzel tohumlar atmalı, Allah Teâlâ’nın rahmet ve merhametiyle, o tohumları sulayıp tekrar yeşermesini sağlamalıyız. Yoksa bu kuraklık hepimizin kapısına dayanacak.
Biz vâkıaların sadece zâhirine bakıyoruz. Onun arkasında başka mânâların olduğunu bazen düşünmüyoruz veya atlıyoruz. Yaşadığımız her hâdisenin müsbet veya menfî bir sebebi var. O sebebe yönelmek ve önce o sebebin gereğini yapmak zorundayız.
Bu husus ile alâkalı şöyle bir kıssa vardır:
İslâm büyüklerinden Hasan-ı Basrî Hazretleri’ne dört ayrı kişi gelerek; biri kuraklıktan, diğeri fakirlikten, öteki tarlasının verimsizliğinden, bir başkası da çocuğunun olmayışından şikâyette bulunmuş, Hazret’ten himmet talep etmişlerdi. Bu büyük velî, onların her birine de istiğfârı tavsiye etti.
Yanındakiler kendisine;
“–Efendim, bu kimselerin dert ve sıkıntıları farklı farklı, lâkin siz hepsine de aynı şeyi tavsiye ettiniz!” dediler.
Hasan-ı Basrî Hazretleri onlara şu âyet-i kerîmeyi okuyarak cevap verdi:
“Rabbiniz’den mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin, mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsân etsin, sizin için ırmaklar akıtsın!” (Nûh, 10-12)
Yaşadığımız maddî ve mânevî iklim değişikliği bir netice. Bu neticenin sebepleri belli. Önce kendimizden başlayıp, içtimâî olarak bir tövbe seferberliği başlatmak lâzım. O zaman göreceğiz ki; Allah Teâlâ’nın rahmeti, sağanak sağanak üzerimize yağacak ve kurumuş topraklar yeniden canlanacak.
Allah Teâlâ, rahmetini üzerimizden eksik etmesin, gönül toprağımızdaki kuraklığı bizlere göstermesin. Gönüllerimizi, feyiz, bereket ve rahmetleriyle sulayan büyüklerimiz ile birlikteliğimizi dâim eylesin.