BALIK SAHİBİNİN DUÂSI
Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com
İlk müslümanlardan Sa‘d bin Ebû Vakkas -radıyallâhu anh-, 592’de Mekke’de doğdu. Annesi onun müslüman olduğunu öğrenince kasten yemeyi ve içmeyi kesti. Sa‘d -radıyallâhu anh- buna rağmen açlıktan bayılıp ayılan annesine;
“–Yüz canın olsa, her birini tek tek gözümün önünde versen ben yine bu dinden dönmem anneciğim!” diyerek îmânından taviz vermedi. Mekke’de müslümanlara saldıran müşriklerden birini yaralayarak, İslâm adına ilk gazâyı yaptı. Daha sonra Medine’ye hicret etti. Bedir’de cesurca çarpıştı. Uhud’da; bedenini Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e siper etti, düşmanı ok yağmuruna tuttu. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- başka hiçbir sahâbesine kullanmadığı;
“–Anam, babam sana fedâ olsun, at Sa‘d!” sözleriyle ona iltifatta bulundu.
Aşere-i mübeşşereden olan Sa‘d -radıyallâhu anh-, 675’te vefât etti. Kabri, Cennetü’l-Bakî‘dedir.
*
Kendisi anlatır:
“–Mescidde Osman bin Affan -radıyallâhu anh-’ın yanına gidip selâm verdim. Beni gördüğü hâlde selâmımı almadı. Mü’minlerin emîri Ömer -radıyallâhu anh-’a gidip;
«–Ey mü’minlerin emîri! İslâm’da (selâmla ilgili) yeni bir hüküm mü geldi?» diye sordum.
Ömer -radıyallâhu anh-;
«–Hayır, neden sordun?» deyince;
«–Biraz önce mescidde Osman’ın yanına gittim, beni gördüğü hâlde selâmımı almadı.» dedim. Ömer -radıyallâhu anh-, Osman -radıyallâhu anh-’a haber gönderip çağırtarak;
«–Kardeşinin selâmını neden almadın?» diye sordu.
Osman;
«–Ben böyle bir şey yapmadım.» dedi. Ben;
«–Hayır yaptın.» deyince hem o hem ben yemin ettik. Sonra Osman -radıyallâhu anh- hatırlayıp şöyle dedi:
«–Evet, Allah’tan mağfiret dileyip tövbe ederim. Biraz önce Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bir hadîsini düşünürken yanıma gelmiş olmalısın. Vallâhi ne zaman bu hadîsi hatırlasam, gözlerime ve kalbime bir perde iner. (Gözüm hiçbir şeyi görmez.)»
«–Ben sana Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in o hadîsini hatırlatayım. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bize en önemli duânın hangisi olduğunu söyleyecekti. Ancak (kimin duâsı olduğunu söylemeden) yanına bir bedevî geldi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kalkıp gidene kadar O’nu meşgul etti. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- giderken ben de peşinden gittim. Ben kendisine yetişmeden önce evine varmasından korkunca, ayaklarımı (beni fark etmesi için) yere vurarak yürümeye başladım. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana dönüp;
«–Kim bu, Ebû İshak mı?» dedi.
Ben;
«–Evet, ey Allâh’ın Rasûlü!» dedim.
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
«–Ne var?» diye sorunca ben;
«–Bir şey yok, sadece siz bize mühim bir duâdan bahsederken şu bedevî gelip sizi meşgul etti.» dedim. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
«–Evet, Zünnûn’un (balık sahibinin, Yûnus -aleyhisselâm-’ın), balığın karnındayken yaptığı şu duâdır:
لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَ
‘Allâh’ım! Sen’den başka ilâh yok. Sen her kusurdan uzaksın. Ben ise kendisine yazık edenlerden oldum.’
Bir müslüman söze böyle başlayarak duâ ederse, Allah Teâlâ onun duâsını muhakkak kabul eder.»” [Hasen] (Müsned, I, 170. Ayrıca bkz. Tirmizî, 3505; Hâkim, Müstedrek, I, 505) (Tercüme, X, 483)
SÜNNETİN BEREKETİYLE AĞRISI DİNDİ
Hadis âlimi İbn-i Ebû Cemre, on üçüncü asırda Endülüs/Mürsiye’de doğdu. İlim öğrendi. Geçimini ziraatla temin etti. Mürsiye’de müslüman idarenin gücünün zayıflaması ve otoritenin kaybolmaya yüz tutmasıyla müslümanlar zulme uğramaya başladı. Bunun üzerine İbn-i Ebû Cemre ailesiyle Tunus’a hicret etti. Bir müddet Tunus’ta ikāmet ettikten sonra da Mısır’a gitti. Hicretteki hayatını da ilim ve ibâdet ekseninde devam ettirdi. Talebe yetiştirdi, eser te’lif etti. Kanaat ehli ve müstağnî âlim; sadaka veya zekât kabul etmez, kimseden bir şey istemez, alın teriyle geçinirdi.
İbn-i Ebû Cemre, 1300’de Mısır’da vefât etti. Kabri, Mısır’dadır.
*
“Bir defasında sağ tarafında inme türü bir ağrı belirmişti. O gün yatağa doğru yöneldiğinde, her zaman olduğu gibi sağ tarafı üzerine yatmak istiyordu. Fakat şiddetli ağrısı buna mâni oluyordu. Bütün bunlara rağmen o yine de Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sünnetine uymanın bereketine inanarak, onun için çok zor olsa da sağ tarafına uzanmayı tercih etti. Daha sonra kendi ifadesiyle daha başını yastığa koymadan; -O’nun sünnetinin bereketiyle- o şiddetli ağrısının kaybolduğunu hissettiğini söyledi.” (İbnü’l-Hac, el-Medhal, II, s. 181)
İSA NEBÎ’DEN SELÂM GETİRDİ
Lagarî Hasan Çelebi, on altıncı asrın sonlarında yahut on yedinci asrın başlarında doğdu. Dostu Evliyâ Çelebi’nin anlattığına göre; 1632 yılında, IV. Murad’ın kızının doğumu münasebetiyle şenlikler düzenlendi. Bu organizelerin bir parçası olarak Hasan Çelebi de îcat ettiği fişekle bir uçuş gerçekleştirecekti. Bu fişek; yedi kollu, her bir kolunda barut macunu bulunan, içine bir kişinin sığabileceği bir fişekti. Tarihi yarımadanın deniz kıyısında bütün hazırlıklar tamam olunca saray erkânı ve padişah geldi.
Lagarî;
“–Padişahım, seni Hudâ’ya ısmarladım, İsa Nebî ile konuşmaya gidiyorum.” diyerek Sarayburnu’nda IV. Murad’ın huzûrunda fişeğe bindi, çıraklarının fişeklerden birkaçını ateşlemesiyle havaya yükseldi. Havada iken diğer fişekleri de kendisi ateşleyen Lagarî denizi aydınlatarak iki yüz elli metre yükseldi. Fişeğinin barutu bitince, yere doğru düşerken kollarını ve bacaklarını açarak daha önceden giydiği özel kıyafet sayesinde denize yumuşak bir iniş yaptı. Sonra o kıyafeti de çıkararak kıyıya doğru yüzmeye başladı. Karaya çıkınca doğru Padişah’ın huzûruna gitti ve;
“–Padişahım, İsa nebî size selâm etti.” diyerek latîfe yaptı. Sultan Murad da Hasan Çelebi’yi tebrik etti, hediyeler verdi ve onu sipahi olarak orduya aldı. Daha sonra Kırım’a giden Lagarî, Kırım’da vefât etti.
M. ŞEVKET EYGİ, HANGİ SÜNNETE DİKKAT ÇEKTİ?
Mehmed Şevket EYGİ, 7 Şubat 1933’te Zonguldak Ereğli’de doğdu. Galatasaray Lisesinin ardından, Ankara’da Siyasî Bilgiler Fakültesinde okudu. 1957’de aralarında Dr. Dursun AKSOY’un da bulunduğu dostlarıyla «İslâm» isimli bir dergi çıkardı. 1960 ihtilâli sonrası memurluğu bırakarak gazeteciliğe başladı. Kadircan KAFLI ve Eşref Edip FERGAN’ın yanında yetişti. Mahir İZ ile sık sık görüşürdü. Bedir Yayınevi’ni kuran usta kalem; her mahfilde ve her neşriyatta hakkı ve hakikati söyledi, dâvâyı konuştu. 1991-2019 arası Millî Gazete’de köşe yazıları kaleme aldı. İslâmî eğitimin ehemmiyetini her fırsatta dillendirir, hususen gençlerin münevver bir İslâm şahsiyeti olarak yetişmelerini isterdi.
İstanbul beyefendisi, münevver Mehmed Şevket EYGİ, 12 Temmuz 2019’da vefât etti. Kabri, Merkez Efendi kabristanındadır.
*
Aydın BAŞAR anlatır:
“Üstad Mehmed Şevket EYGİ ile bir yatsı vakti, beraber birkaç saat geçirme imkânı bulmuştum. Sultanahmet’te yatsı ezanı okunuyordu. Beraber tarihî bir camiye doğru yürüdük. Yolda birdenbire durdu ve;
«–Senin takken var mı?» diye sordu.
«–Yok efendim!» dedim. Şöyle bir soru yöneltti:
«–Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ihram dışında, bir sefer bile başı açık namaz kıldığını duydun mu?» Cevap veremedim. Sustuğumu görünce cevabı kendisi verdi:
«–Peygamber Efendimiz bir sefer bile başı açık namaz kılmadı.»
Mehmed Şevket EYGİ Beyefendi’nin bu sözleri bana inanılmaz derecede tesir etti. Sonraki günlerde onu bir yerde daha dinleme imkânı buldum. Aynen şunları söyledi:
«Dikkatimi çeken bir husus da artık müslüman erkeklerin, namaz kılarken başlarını bir takke ile kapatmamaları. İnternette Çinli müslümanları aratın. Bir tek Çinli müslümanın başı açık namaz kıldığını göremezsiniz. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ihram hâricinde bir kere bile başı açık namaz kılmamış.»”
Cenâb-ı Mevlâ Hazretleri bizi ve neslimizi;
“Sünnetimin kaybolduğu bir zamanda bir sünnetimi ihyâ edene bir şehid sevâbı verilir.” (Bkz. Heysemî, I, 172; Ebû Nuaym, Hilye, VIII, 200; Süyûtî, el-Câmî, no: 9171) hadîs-i şerîfinin muhtevâsında eylesin.