İnsanlığın Selâmeti İçin; NEBEVÎ AHLÂK
B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com
İnsanlığı barış ve adâleti tecellî ettirerek huzura kavuşturmak, kâinâtı yaratan Allah Teâlâ’nın insana tevdî buyurduğu bir vazifedir.
Bu cümleden olarak, Hâtemü’l-Enbiyâ olan Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kendisini adadığı bu ilâhî dâvâyı gerçekleştirmek için son nefesine kadar bütün gücüyle gayret ederek ümmete örnek olmuş ve insanları câhiliyye karanlığından kurtararak tesis ettiği «asr-ı saâdet» cemiyeti, kıyâmete kadar gelecek nesiller için ilham kaynağı teşkil etmiştir.
Nitekim, selef-i sâlihîn hazerâtından sonra da, bu kaynaktan beslenen nesiller; bu rahmet iklimini çok geniş bir coğrafyaya yayarak, ilâhî dâvâyı gütmeye devam etmişlerdir. Tâ ki; şanlı medeniyetimizin son halkası olan Osmanlı ecdâdımızın tarih sahnesinden çekilmeye mecbur kaldığı zamana kadar.
İnsan; hikmetine binâen, varlıkların en şereflisi olarak yaratılmıştır. Ancak bu ilâhî iltifâta, Hak -celle celâlühû-’nun inzal buyurduğu değerler manzûmesini temessül etmekle müstehak olunabilir. Allah Teâlâ sonsuz rahmeti mûcibince, bu hususta ihtiyaç olacak bütün nimetleri de lutfetmiştir. Nitekim, bütün kavimlere; ilâhî emirleri insanlara tâlim etmek için, seçilmiş örnek şahsiyetlerden yüz yirmi dört bin küsur ilâhî rehber gönderilmiştir. Bu elçiler; -hayatları pahasına da olsa- kendilerine emânet buyurulan vazifeleri, son derece azimli ve kararlı bir şekilde îfâ etmişlerdir.
“Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; bu irade ve samimiyeti, kendisine müşriklerin dâvâdan vazgeçmesi tekiflerini ileten amcası Ebû Tâlib’e şöyle beyan buyurdu:
«–Amca! Vallâhi; Allâh’ın dînini tebliğden vazgeçmem için, güneşi sağ elime, ayı da sol elime koyacak olsalar, ben yine de bu dâvâdan vazgeçmem! Ya yüce Allah, onu bütün cihâna yayar, vazifem tamam olur yahut da bu yolda ölür giderim!»
Sonra da mübârek gözleri yaşardı ve ağladılar.” (Bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, II, 64)1
İnsan; ancak kendisine tebliğ edilen ilâhî değerler manzûmesine uyduğu nisbette, bu değerleri hayat tarzı hâline getirip sâlih bir kul olabildiği ölçüde, mukaddes emâneti yüklenmeye liyâkat kesbedebilir. Kelâm-ı kibarda bu mesele;
“Hayatın gayesi; kesb-i kemâl edip seyr-i Cemâl’e ermektir.” diye ifade edilir. Âlemlere Rahmet Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, vazifesini;
“Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.” (Muvattâ, Hüsnü’l-Huluk, 8) diye hulâsa buyuruyor.
“Güzel ahlâktan maksat, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ahlâkıyla ahlâklanmaktır. O’nun ahlâkı, Rabbimiz tarafından Kur’ân-ı Kerim’de;
«Şüphesiz ki Sen yüce bir ahlâk üzeresin.» (el-Kalem, 4) buyurularak te’yîd ve tekrîm edilmiştir. Nitekim Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-, kendisine Rasûlullâh’ın ahlâkı sorulduğu zaman;
«–O’nun ahlâkı Kur’ân’dı.» buyurmuştur.” (Müslim, Müsâfirîn, 139)2
«Doğruluk-dürüstlük» insan için esas olan hasletlerdir. Bunu ifade bâbında, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-Efendimiz, bir gün kendisine;
“–Yâ Rasûlâllah! Bana İslâm’ı öylesine tanıt ki, onu bir daha Sen’den başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim.” diyen bir zâta;
“–Allâh’a inandım de, sonra da dosdoğru ol.” (Müslim, Îmân, 62) buyurmuştur. Bu hususa işareten, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Hiçbir baba, evlâdına güzel terbiyeden daha üstün bir hediye vermemiştir.” (Tirmizî, Birr, 33)
İslâm şahsiyeti; birbirine zincirleme bağlı olan îman, ibâdet, ahlâk ve muâmelât ile teşekkül eder. Bu cümleden olarak; bir halkadaki zayıflık, diğerlerine de aynı nisbette tesir eder. Nitekim, Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- bu hususla alâkalı olarak şöyle buyurur:
“Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız.
•Konuştuğunda, doğru söylüyor mu;
•Kendisine bir şey emânet edildiğinde, emânete riâyet ediyor mu;
•Dünya ile meşgul olurken helâl-haram gözetiyor mu?
Ona bakınız.” (Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ,VI, 288)
Peygamber -sallâlâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in tâlim ve terbiyesiyle yetişen ve «her biri gökteki yıldızlar» gibi kılavuzluk vasfı kazanan ashâb-ı kiram hazerâtının inşâ ettiği «asr-ı saâdet» cemiyeti, şanlı medeniyetimizin; «İ‘lâ-yı Kelimetullah» dâvâsı için nümûne-i imtisal olmuştur. Nebevî ahlâkın canlandırdığı, İslâm’ı hayat tarzı kabul edip, asırlarca çok geniş bir coğrafyada adâletle hükümran olan şanlı medeniyetimiz, bugün mazlum coğrafyalarda, hâlâ hasretle yâd edilmektedir. Birkaç asır öncesine kadar bu rahmet meltemleriyle huzura kavuşmuş beldeleri gezen -bir kısmı İslâm düşmanı olanlar da dâhil- bütün seyyahlar, huzurlu bir içtimâî hayatın unsurları olan şefkat, merhamet, adâlet, diğergâmlık, fedâkârlık… gibi ahlâkî tezâhürleri, hayranlık ve gıpta ile kaydetmişlerdir. Orta Çağ İslâm mütefekkirlerinden İbn-i Haldun (1332-1406);
“Mağlûplar, galipleri taklit ederler.” diye içtimâî bir tesbit yapar. Bu cümleden olarak, «ruh kökümüz»le irtibatımızın zayıflatılmasından sonra, batının maddeci fikir akımları, kültür dünyamızı istîlâ etmiştir. Merhum Cemil MERİÇ, bu fâciayı; “«izm»ler, idrâkimize giydirilmiş deli gömlekleridir.” diye vasfeder. Bu münasebetle; artık seyyahlardan, cemiyetimizle alâkalı sitâyişkâr hâtıralar beklenecek durumda olunmadığını söylemek yanlış olmaz.
“Son üç asırdır bilim ve teknoloji; toplumları, bilhassa da batı toplumlarını belirleyen esas unsur olmuşlardır. Bilim ve teknoloji ikilisi karşısında insanlığın kıymet verdiği, insan ve toplum için mühim olan çeşitli değerler geri plâna itilmiştir. Bilim ve teknolojinin yükselen değer olmasıyla toplumun vitrininden kaldırılan ana değerlerin başında ahlâk gelmektedir.”3
Bu zaaf, insanı âdeta behîmî duyguların zebûnu derekesine düşürmüştür. Kilise düşmanlığıyla, ateizm bataklığına savrulan batılı insan; nefsini putlaştırıp ona hizmet etmeyi hayatın esası ve gayesi olarak kabul etmiştir. Mağlûbiyet hissiyâtıyla, şanlı bir medeniyetin vârisleri olan İslâm âleminin de bu içtimâî baskının önemli ölçüde tesirinde kaldığı muhakkaktır.
Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmuş:
“Ey inananlar! And olsun ki; sizin için, Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh’ı çok anan kimseler için Rasûlullah (Allâh’ın Elçisi) en güzel örnektir.” (el-Ahzâb, 21)
Bu kemâlâtın hakikatini de Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;
“Beni Rabbim terbiye etti. Terbiyemi de pek güzel kıldı.” (Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I, 12) sözüyle beyan buyurur. Asr-ı saâdetten itibaren, şanlı medeniyetimizin hüküm-fermâ olduğu kıtaları kavuşturduğu rahmet ikliminin kaynağı; Âlemlere Rahmet -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in tâlim ve terbiye buyurduğu «Nebevî ahlâk»tır. İnsan hak ve hürriyetlerinden mahrum olarak, batının câhiliyye karanlığında geçirdiği asırlar; şanlı medeniyetimizin içtimâî hayatta, sanatta, ilim ve teknolojide altın çağlarıdır.
Şer ittifakının dünya gidişâtına hâkim olma vâkıasını, Bosna’nın cengâver mücâhid önderi merhum Aliya İZZETBEGOVİÇ şöyle açıklar:
“Bunu hiç unutma evlât. Batı hiçbir zaman medenî olmamıştır. Bugünkü refahı; devam edegelen sömürgeciliği, döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur.”
Bu cümleden olarak, ilim ve teknolojideki gelişmişliğine rağmen, bu üstünlüğün de sağladığı imkânlarla, vahşette emsâli görülmemiş barbarlığın mümessili vaziyetindedir. Yanı başımızda, Filistin’de bir avuç masumun üzerine çöken Siyonist-haçlı ittifâkı olarak, topyekûn batılı sömürgecilerin barbarlığını tarife kelimeler kâfî gelmez.
İnsanlık bugün; «hevâsını ilâh edinmiş» batılı sömürgecilerin elinde, Allah Teâlâ’nın emânetine hıyânet içinde, fıtrata tamamen aykırı bir gidişâtta âdeta can çekişiyor. «İnsanın, insanın kurdu olduğu», hak ve hürriyetlerinden mahrum kaldığı bu modern câhiliyye karanlığından kurtulabilmesinin tek çaresi; asr-ı saâdet ilhâmıyla, nebevî ahlâkı içtimâî hayatın merkezine alarak îcap eden ruh inkılâbını yapabilmekten geçer.
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in her hadîs-i şerîfi tek başına bile, bu ameliye için kâfî bir muhtevâ taşır. Bu münasebetle, sadece;
“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda îmân etmiş olmaz.” (Buhârî, Îmân, 7) hadîs-i şerîfi bile, bu inkılâb için yeterlidir.
Kezâ, gittikçe yalnızlaşan insana devâ olacak;
“Canım kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki; sizler îmân etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de îmân etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız!” (Müslim, Îmân, 93-94)
“İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır.” (Buhârî, Meğâzî, 35) gibi, çok sayıda hadîs-i şerifleri de aynı hususu bize ispat etmektedir.
______________
1 Osman Nûri TOPBAŞ, Hidâyetlere Vesile Olmak, Yüzakı Yayıncılık. (islamveihsan.com)
2 Osman Nûri TOPBAŞ, Âlemlere Rahmet: Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- (islamveihsan.com)
3 Prof. Dr. Sezgin KIZILÇELİK; İnsan, Toplum, Ahlâk. İnönü Üniv. Fen-Ed. Fak. Sos. Bil.