Mesnevî’de; VESVESE ve VEHİM -2-

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

 

Sözlükte «kuruntu, zan, tahmin; içe doğan şey» anlamındaki vehm (çoğulu evham) bilgi değeri açısından; «İki önermeden tercihe uzak ve iki kanaatin daha zayıf olanı, gelecekle ilgili zan, tahmin ve hayal.» mânâsında kullanılır. Bazen iki önermeden doğruya yakın olanı için zan, uzak olanı için vehim denilir. Aynı kökten türeyen tevehhüm ise; «Bir şeyin varlığı hakkında tereddüt etme» anlamına gelir. Kur’ân-ı Kerim’de geçmeyen vehim mefhumu, hadislerde; «zannetme, yanılma, kuruntu» ve özellikle; «namazda yanılma» anlamında geçer. Nitekim bazı hadislerde sehiv secdesi yerine; «vehim secdesi» tabiri de kullanılmıştır. (TDV İslâm Ansiklopedisi)

 

Kişi bir hâdisenin içyüzüne vâkıf olamadığı zaman yani gayb hâlinde iken vehme düşer. Mevlânâ Hazretleri bu konuyu şöyle ifade eder:

 

“Bir şey hakkındaki vehim, onun gizli olduğu vakit olur. Aramak, görünmeyen şey içindir.” (Mesnevî, b. 3619, Tâhiru’l-Mevlevî)

 

Bu yüzden de bu duygunun peşinde işi araştırmaya, bir yandan da içinde çeşitli senaryolar üretmeye başlar. Bu, nefsinden kaynaklanmaktadır. Çünkü vehmin menşei nefistir. Nefsi de ancak, bir hâdisenin içyüzünün ortaya çıkması, bu duygudan kurtarır. Bazen vehimde var olmayanı varmış gibi zannetmek de vardır. Meselâ; bu dünyayı hep var olacak gibi zannetmek. Ölümü aklına getirmemek, bu zannın örneklerindendir. Bunun arkasında ise büyük bir gaflet vardır. Gaflet perdesini aralayabilenler için zanlar değil, gün gibi açık gerçekler vardır. Bu da yine nefsin bize hazırladığı tuzaklardan kurtulmakla mümkündür.

 

Nefs-i emmârede; kişiler hakkında kötü zan besleme olarak ortaya çıkan vehim, nefs-i levvâmede; kişinin kendi iç kuruntuları olarak ortaya çıkar. Mevlânâ Hazretleri; Mesnevî’de, daha çok bu iki nefis mertebesinin vehimleri üzerinde durur. Vehim, her nefis mertebesinde farklı yüzünü gösterir beşere. 

 

Bu yüzden Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz;

 

“Hakkında bir bilgin bulunmayan şeyin peşine düşme! Muhakkak ki kulak da, göz de, gönül de, hepsi de bundan sorumlu olacaktır.” (el-İsrâ, 36) âyetiyle vehimden sakınmamızı emretmektedir.

 

Musa -aleyhisselâm- ve Firavun’un söyleştiği beyitlerde; Mevlânâ Hazretleri, aklın sahtesinin vehim olduğunu bize şöyle anlatır:

 

“Akıl şehvetin zıddıdır ey yiğit! Şehvetin kurduğuna akıl adını verme!

 

Şehvet dilenene vehim adını ver. Vehim, aklın altın parasının sahtesidir.

 

Vehimle akıl mihenge vurulmadan ayırt edilemez. İkisini de mihenge vur hemen.

 

Bu mihenk, Kur’ân ile peygamberlerin hâlidir. Mihenk, sahte olana der ki: Gel…

 

[Gel de] benden aldığın yarayla kendini gör ve iniş çıkışıma uygun olmadığını anla.

 

Bir testere aklı ikiye bölse eğer, ateşteki altın gibi gülümser.

 

Dünyayı yakıp kavuran Firavun’undur vehim. Akılsa canı ışıtan Musa’nındır.” (Mesnevî, defter. 4, b. 2295-2301)

 

Mesnevî’de sâlikin en büyük düşmanının vehim olduğunu Hazret-i Pîr bize şu beyitte ifade eder:

“Vehim, hayal, tamah ve korku dünyası, yolcu için büyük bir engeldir.” (Mesnevî, defter. 5, b. 2647)

 

Kişinin yüreğine düşen kuruntu, şüphe; gönlü yakar kül eder. Günümüzde doktorlar, depresyonun; geçmişe takılı kalmaktan, vehmin de; geleceği kurgulamaya çalışmaktan, kuruntu yapmaktan kaynaklandığını ifade ederler. Bunun tek çözümü de anda olabilmektir. Ânı yakalayabilen kişi; geçmişin pişmanlığından, geleceğin vereceği kaygıdan kurtulur. Hazret-i Pîr bu konuda der ki:

“Safâ-yı kalbe sahip olan sûfî, «İbnü’l-Vakt»tir ki, vakte pederi gibi sımsıkı sarılmıştır.” (Mesnevî, b. 9133, Tâhiru’l-Mevlevî)

 

Kalbin safâsı ise ancak Allâh’ı anmakla mümkündür. Âyet-i kerîmede de şöyle buyurulur:

 

“Onlar, îmân eden ve kalpleri de daima Allâh’ı hatırlayıp anmakla doygunluk ve huzura eren kimselerdir. Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allâh’ı hatırlayıp anmakla doygunluk ve huzura erer.” (er-Ra‘d, 28)

 

Geçmişin pişmanlığından ve geleceğin endişesinden kurtaracak yegâne gerçeklik; Allah ve Rasûlü’ne gönülden itaat etmekten geçiyor. Bu gerçekten uzaklaştığımız zaman, psikolojik hastalıklar peşimizi bırakmayacaktır. İtaat, ibâdet ve nefsin arzularından uzaklaşmadan; kalbimiz Firavun gibi davranmaktan vazgeçmeyecektir. Vehim sadece bizim zan ve kuruntularımızdan meydana gelmez. Bazen bunu çevremizdeki insanların davranış şekilleri de belirler. Hazret-i Pîr bu konuyu şöyle açıklar:

 

“Kadın-erkek, çoluk-çocuk… Halkın, Firavun’a karşı secde etmeleri, onun kalbine tesir etmiş, kendisini vehim hastası yapmıştı.” (Mesnevî, b. 9253, Tâhiru’l-Mevlevî)

 

Bu yüzden kimlerle beraber olduğumuz da çok önemlidir. Negatif ve dünyaya gaflet gözlüğü ile bakan insanlar, bizim nefsimizi de firavun gibi büyütüp helâke sürükleyebilir. Vehim gözümüzü perdeler ve gerçeği idrâk edemeyiz. Akıllı insana gereken, kendini vehmin marazından kurtarabilmektir. Yoksa akıllı insan bile vehmin peşinde koşarken aklını yitirebilir. 

 

Hazret-i Mevlânâ; bir hikâyesinde, talebelerin hocalarının vehmini kullanarak kendisinin hasta olduğuna inandırmış, hocanın da bir kere hasta olduğuna inandıktan sonra hasta olmadığını söyleyen karısından dahî nasıl nefret ettiğini anlatmaktadır. 

 

Bizim, vehmin bu vahâmetlerinden kurtulmamızın yegâne yolu; Kur’ân, Sünnet ve mürşid-i kâmilimize sıkı sıkı bağlanmaktadır. Yoksa günümüzün sosyal medya ve internet ortamı bizdeki vehmi çok daha korkunç boyutlara taşıyacaktır. Kendimizi bu negatif duygulardan kurtarmamız duâ ve niyazıyla yazımıza yine Hazret-i Pîr’in sözleri ile son verelim:

 

“Dağlar bile bu (vehim ve hayal) tûfânıyla rüsvâ olduktan sonra Nûh’un gemisinden başka nerede kurtuluş var?” (Mesnevî, defter. 5, b. 2654)