Âhirzaman İmtihanlarında; ALLÂH’A KUL OLABİLMEK

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

 

NE GÜZEL KUL!

 

Ey Rabbimiz!

 

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ ۝٥ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ ۝٦ صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْۙ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ ۝7

 

Ancak Sana kulluk ediyor / ibâdet eyliyoruz ve

 

Ancak Sen’den yardım diliyoruz. (el-Fâtiha, 5)

 

Bizi;

 

Sapmışların değil,

 

Kendilerine gazaplanılmışların da değil,

 

Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna,

 

Dosdoğru yola hidâyet eyle! (el-Fâtiha, 6-7)

 

Hele ki;

 

Şu âhirzamanda.

 

Şu, zulümlerin en arsız ve acımasız şekilde işlendiği devranda.

 

Şu, her türlü sapkınlığın, isyankârlığın, günahların, kısacası ilâhî intikama uğratacak tüm kötülüklerin çok normal şeylermiş, hattâ yegâne özgürlükmüş gibi her tarafı kuşattığı ve çirkin karakterler yetmiyormuşçasına güzel ruhları da esir almaya çalıştığı bir çarpışma ortamında.

 

Şu, tertemiz kulluğun en kıymetsiz şey zannedildiği boş felsefeler, rezillikler ve aldanışlar dünyasında;

 

En mühim meselemiz,

 

Kul olabilmek. 

 

Allâh’a hakkıyla kul olabilmek.

 

Yüce Rabbimiz’in bizim hakkımızda;

 

«–Ne güzel kul!» demesi.

 

YOKSA CİHAN HARAP

 

Dünyayı gittikçe bir kıskaç gibi daha da saran dehşetli çalkantıların, yoldan çıkmışlıkların, azgınlıkların ve kötü gidişâtın sebebi, en temel sebebi, insanlığın Allâh’a gerçek kul olmayı bırakıp da türlü masumiyet maskeleri içinde heveslerini ve isteklerini putlaştırmanın yanında en berbat şeylere bile tapıyor olmasıdır. Şeytan süslemesi bir hayatın tadını çıkarmak uğruna kapıldığı bin bir hayal ve yalan etrafında;

 

Benim kırmızı çizgilerim bunlar, diyerek; 

 

•Gerçek îman ve ahlâktan, 

 

•İnsaf ve merhametten, 

 

•Adâlet ve hakkāniyetten, 

 

•Hidâyet ve rahmetten, 

 

•Fazîlet ve yüce güzelliklerden kopuşun düşürdüğü gaflet gayyâsı ve girdaplarında gerçek insâniyetin boğulmasıdır.

 

Zaten;

 

Âhirzamandaki imtihanlar ve kıyâmet alâmetleri de hep bu çerçevede zuhûr eden tecellîlerdir. Çünkü dünya gelip geçici, nihayet sonuna varılmaya başlanmış bir yer, kıyâmet ve âhiret ise tüm insanlık ve kâinat için takdir edilmiş yegâne hüküm.

 

İşte bu yüzden,

 

Bugün hangi çıkmaz sokağa ve çözülmez problemlere hangi çare aranırsa aransın, en doğru cevap daima Allâh’a kulluktan başkası değil. Hangi zulümlere karşı adâlet ve zafer aransa, yine en doğru cevap Allâh’a gerçek bir kul olabilmekten başkası değil.

 

Çünkü ilâhî rahmet, sadece gerçek kul olabilenlere müyesser.

 

Çünkü Allâh’a kul olabilenler bilirler ki;

 

MAHARET İMTİHAN VAKTİNDE 

 

Güzel şartlarda kulluk nefsin keyfine. Fakat imtihan şartlarında güzel kulluk, maharet

 

Hakikaten;

 

Hiçbir sıkıntı yokken herkes şahsiyetli, muhteşem ahlâklı. Ama sıkıntılar patlak verdiğinde ve imtihanlar yağmur gibi yağdığında, işte o anlarda herkes öyle değil, pek çokları tam tersine. Lâkin maharet, en kaygan zeminlerde ayakları kaymadan yaşayabilen şahsiyetli bir kul olabilmek. 

 

Hakikaten;

 

İmtihan esnasında îmanları ve dengeleri korumak ayrı maharet. İmtihan esnasında cömert ve merhametli olabilmek ayrı bir maharet

 

Yine;

 

Hiçbir problem yokken herkes canciğer kardeş gibi. Ama tûfan misali bir anlaşmazlık köpürdüğünde, her şey değişiyor birden. Kabaran öfke dalgalarını durdurmak neredeyse imkânsızlaşıyor! İşte o esnada sekînet ve sükûnet ayrı bir maharet

 

Kezâ;

 

Tebessümlü yoksullara ve minnet yüklü sıcacık yuvalara bir şeyler götürmek, infâk etmek ve karşılığında yığınla teşekkür duymak insanın içini okşar her zaman. Ama zulümlerin yerle bir ettiği enkazlara, tehlikeler altında ulaşılmaz gönüllere infâk etmek, tam bir sarp yokuş. İşte o sarp yokuşu aşabilmek de bambaşka bir maharet.

 

Allâh’a gerçek kulluk denilen asıl maharet de işte bunlar.

 

Bunlar;

 

İnsanlığın imtihan tarihinde hiç silinmez ve değişmez bir kaderdir. Okumasını bilenler şunu çok iyi anlarlar:

 

Bir imtihan âlemi olduğu için, bu fânî cihânın içinde; her türlü imtihan, sıkıntı, çile ve zorluklar devamlı deveran hâlindedir. Hikmet gözüyle aslında bu cefâ harmanı, insanı halîfetullah seviyesinde güzelleştirir ve mükemmelleştirir. İyice olgunlaştırır. Bal gibi eder. Meleklerden daha nurlu ve mübârek eyler. Ahsen-i takvîm eyler. Eşsiz eyler.

 

Diğer yandan,

 

Gamsızlık, rahatlık, zevk u sefâ da, alabildiğine çirkinleştirirmendebur ve mel’un eder. Şeytandan da beter hâllere düşürür.

 

Yani bu fânîde;

 

Her keyif nefsin avcundadır ve bozucudur. Her keyfiyet de, rûhun kalbindedir ve düzelticidir. 

 

Hâdiselere bir bakın:

 

Sıradan bir moral bozukluğu bile insana olumsuz mânâda neler yaptırmıyor ki! Gafil insan basit bir moral bozukluğu sebebiyle en aşılmaz vicdanı da çiğniyor ve normalde hiç bulaşmayacağı nice kötülüklere bulaşıyor. Morali bozuk ya, ona göre bu yeterli, kendince hep haklı. Ama içinde hak olmayan bir haklılık kurgusu bu. Böyle bir uydurma kurguyla vicdanını rahatlatıyor ve kötülük yapmaya fetvâ oluşturuyor. Oysa, kötülük yapmak için Allah’tan alabileceği hiçbir fetvâ yok. Sadece şeytanda ve nefsinde her kötülüğe yığınla fetvâ var. Zavallı gafil de; 

 

Fetvâsını buldum, diyerek dalıyor günahtan günaha.

 

Bu şekilde;

 

Fâize de fetvâ buluyor, zulme de. 

 

Düşünmüyor ki;

 

İlâhî hükümlere zıt düşmeyi savunduran, Allah korkusundan uzaklaştırıp azâba yuvarlayan bütün fetvâlar şeytânîdir. Yahu şeytânî bir fetvâ, Rahmânî terazide çare midir, felâket mi? Elbette, nefsine uyanlar bunun bir çare olduğu zannında, ancak Allâh’a kul olanlar ise bir felâket olduğu idrâkindedirler.

 

Allâh’ın, fetvâsı belli olan fâiz bahsinde, gafillerin ona alternatif fetvâ uydurması, başka bir tanrı uydurmaktan farksız değil mi? Yine de kimileri bu gaflete zebûn oluyor. Hep masum bir bahaneyle. Hâlbuki işin fetvâsı, o masum bahanelerin geçersiz olduğunun altını çizmek için mevcut. Herhangi bir günah hakkında;

 

«–İmtihanım bu benim. Mecburum, darda kaldım!» gibi ifadeler, bir masumiyet maskesi gibi zannedilse de en büyük aldanış şablonudur. İnsanın, kendi kendisini içine düşürdüğü, kendi nefsinin en süslü tuzağıdır.

 

Bu durumda;

 

Kulluğu kendi nefsine göre yapanlar; Allâh’ın değil, nefsin ve şeytanın rızâsını gözetmiş olurlar. Oysa mesele, insanın kurtuluşudur ve bu da sadece Allâh’ın rızâsını kazanmaya bağlıdır. 

 

Şu âyet-i kerîme çok mânidar: 

 

İKİ DÜNYADA HÜSRAN SEBEBİ

 

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَعْبُدُ اللّٰهَ عَلٰى حَرْفٍۚ فَاِنْ اَصَابَهُ خَيْرٌ ۨ اطْمَاَنَّ بِه۪ۚ وَاِنْ اَصَابَتْهُ فِتْنَةٌۨ انْقَلَبَ عَلٰى وَجْهِه۪۠ۗ خَسِرَ الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةَۜ ذٰلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُب۪ينُ ۝١١

 

“İnsanlardan kimi,

 

•Allâh’a yalnız bir yönden kulluk eder. 

 

Şöyle ki: 

 

Kendisine bir iyilik / bir hayır dokunursa,

 

•Buna pek memnun olur / mutlu olur,

 

Fakat;

 

Bir musîbete / imtihana uğrarsa, çehresi değişir (morali bozulur ve dinden bile yüz çevirir)

 

•O, dünyasını da, âhiretini de kaybetmiştir. 

 

•İşte bu; 

 

Apaçık ziyanın ta kendisidir.” (el-Hacc, 11)

 

Demek ki kulluk;

 

Yaptığımız ibâdetlere Allah’tan yansıyan muamelenin ve karşılığın, rûhumuzu değil de sadece nefsimizi mest etmesi şartına bağlı ise, âkıbet bizi hüsrana yuvarlamaktadır.

 

Böyle bir kulluk, sadece lutfa mazhar olunduğunda yani nefis açısından güzel günlerde muhteşem sayılmakta, fakat imtihan esnasında isyan ve hüsrandan ibaret bir hâle dönüşmektedir.

 

İşte bu sebeple;

 

Âhirzaman imtihanlarında Allâh’a hakkıyla kul olabilmek, en mühim meselemizdir.

 

Bilmeliyiz ki;

 

Gerçek bir kulluk, nefsânî bahanelerin peşine takılmak değil hak îmânın ve din gayretinin ardınca koşmaktır. Özellikle zor zamanlarda bahanelere ve mazeretlere değil her şeye rağmen daima fedâkârlıklara ve fazîletlere sarılmaktır. Allah yolunda her türlü derde derman olmayı, asla eziyet değil bilâkis her daim meziyet olarak görebilmektir. 

 

Gerçek kulluk;

 

İki günlük ya da bir saatlik şevke gelip de mum gibi eriyip bitmek ve sönmek değil; ömürlük bir aşk ile güneş ve ay gibi, gece gündüz, gayret üstüne gayretle Hakk’a riâyettir. Sadece Allâh’a teslîmiyet ekseninde hiç sarsılmaz bir dirâyettir. En yoğun imtihanların yaşandığı zor zamanlar, aslında bu riâyet ve dirâyeti hem ispatın hem tescilin fırsat anlarıdır. 

 

Heyhat;

 

Bugün şeytânî felsefeler yüzünden algılar bozuldu. Mânevî karaktersizlik, en büyük hak ve normal bir şeymiş gibi oldu. Toplumda ve ailede yalnız dünyevîliğin ön plâna çıkıp da artık cennet atmosferinin olmaması, maalesef hiç göze batmaz ve umursanmaz oldu. Rezâletler, kopuşlar, bencillikler ve çürümüşlükler, âdeta normalleşti. Öyle ki ahlâka dair en küçük bir çırpınışa bile artık nefret püskürtülür bir hâle gelindi. Ahlâksızlığa dair alenî kabul, ahlâka dair alenî ret maharet oldu. Hayırlı bir ana-babaya karşı hayırsızlık, sanki büyümenin aynası oldu. Böyle bir büyüme mantığı da, ne hazindir ki, toplumları da yuvaları da kişilikleri de küçülttükçe küçülttü. 

 

Tam da;

 

Böyle bir âhirzamanda Allâh’a kulluk, her şeyden, tüm hazinelerden, tüm dünyadan daha kıymetli! 

 

KULLUK NE?

 

İsabetli cevabın tek doğru terazisi belli: 

 

Kitap ve Sünnet

 

Âlemlerin Rabbi olan Allâh’ın ve O’nun gönderdiği son Peygamberi’nin bize verdiği hayat ölçüleri.

 

Aykırı yöndeki tüm yorumlar ve fikirler, ancak hüsran felsefeleri. 

 

Kulluk ne? 

 

Tertemiz ve lekesiz bir îman ve o îmânın tutuşturduğu ulvî bir aşk ile bütün ilâhî mes’ûliyet ve emânetlere riâyet başta olmak üzere sadece ferdî değil bilhassa cemiyet plânında da tüm güzel ve sâlih amelleri, fazîletleri, ibâdetleri, gerekli hizmetleri, gayretleri ve sorumlulukları sırf Allah rızâsı için son nefese kadar hem de artık bu imkânsız denilse bile cân u gönülden îfâ ve edâ etmektir. 

 

Kulluk ne?

 

En olumsuz şartlarda bile en olumlu davranışları sürdürebilmektir. En bozuk ortamlarda bile hem kendini hem toplumu düzeltmek ve düzgün yaşamaktır. 

 

Kulluk ne?

 

Dert ve sıkıntıları paylaşmaktır. Garibin yarasına merhem olmaktır. Sessiz feryatları duymak ve kol kanat germektir. Çaresizlere çare olmaktır. Kimsesizlere kimse olmaktır. 

 

Bu husustaki mes’ûliyetlere karşı muafiyet duygusuna kapılmak, kulluğu sadece bir harfe bağlamaktır ve âyette ifade edildiği üzere iki dünyada da hüsrandır. Bu hüsran, mübalâğa değil dönüşü olmayan apaçık ve gerçek bir hüsrandır.

 

Kulluk ne?

 

Ömür boyu yaşanması gereken tüm ilâhî tâlimatları içine alan bir hakikattir. Bunu anlamayarak; «–Şunu yaptım, şunu yapmasam olur.» mantığı, bir şeytan aldatmacasıdır. 

 

Kulluk ne?

 

Hazret-i Mevlânâ der ki:

 

“Ey kardeş! 

 

Sen de dostları artırdın. İki yüz güzelle dost oldun. Sonra onları terk ettin, hepsinden vazgeçtin.

 

Doğduğun günden beri işin bu: Sevgi tuzağı ile onları avlarsın.

 

Bu avlamaktan, bu kalabalıktan, bu baş olmaktan el çek, hiç bunlarla bir şey ördün, bu yüzden bir şey elde ettin mi?!.

 

Ömrünün çoğu gitti. Gün akşama yaklaştı. Sen ise hâlâ halkı avlamak­la uğraşıyorsun.

 

Birini tuzağa düşür, öbürünü tuzaktan âzâd et, derken aşağılık kişiler gibi başka birini avla.

 

Derken yine birini salıver. Bir başkasını ara. 

 

İşte hiçbir şeyden haberi olmayan çocukların oyunu!

 

Heyhat,

 

Gece gelip çatar. 

 

Senin tuzağında bir av bile yok. Tuzak senin için bir bağ ve baş ağrısından başka bir şey değil.

 

Demek ki sen hayatın müddetince kendini avladın durdun. Kendini hapsettin, maksada erişmekten de mahrum kaldın.

 

Dünyada böyle kendi kendini avlayan, bizim gibi bir tuzak sahibi ah­mak var mıdır?

 

Basit insanların, aşağılık kişilerin avladığı av domuzdur. Bu avın tehlikesi, zahmeti çoktur ve etinden bir lokma bile yemek haramdır.

 

Avlamaya değer şey, ancak aşktır. Ama o herkesin tuzağına nasıl dü­şer?

 

Meğer ki kendin gidip onun avı olasın. Kendi tuzağını bırakıp onun tuzağına düşesin.

 

Aşk hafifçe kulağıma diyor ki: 

 

–Av olmak, avcılıktan daha hoştur!

 

Bana karşı aptal ol, aldanma, gurura kapılma! Güneş olmaktan vazgeç de, zerre ol!

 

Benim kapımda otur! Evsiz barksız ol! Yani şunun bunun kapısına baş vurma! Mumluk dâvâsına kalkışma, pervane ol!

 

Böyle ol da dirilik tadı al, kulluktaki gizli sultanlığı seyret!»

 

O vakit anlarsın ki;

 

Dünyada tersine çakılmış nallar, yani ters verilmiş unvanlar vardır. Meselâ tahtına, tâcına esir olmuş kişilere padişah adı verildiğini duyarsın.

 

Oysa;

 

Boğazına ipler takılmış, kendi dar ağacının tacı olmuş kişidir o. Bir yığın halk toplanmış boşu boşuna; 

 

«–Ey taç ve taht sahibi» demekte.

 

“Ey dost,

 

Sen Allâh’a kulluk et de, belki sen de âşık olursun! 

 

Kulluk nedir? 

 

Kulluk, ibâ­detle, güzel ve hayırlı işlerle elde edilen bir kazançtır; yani lâfla kulluk olmaz!

 

Gafil kul, köle; canla başla âzâd olmayı, kulluktan kurtulmayı diler! Âşık ise, ebedî olarak kullukta kalmayı ister; âzâd olmayı hiç istemez!

 

Rabbime arzım şu:

 

Ben; kul oldum, kul oldum, kul oldum! 

 

Ben kul, utanarak başımı önünde eğiyorum! 

 

Her kul âzâd edilince, kulluktan kurtulunca sevinir. 

 

Hâlbuki ben, Sen’in kulun oldu­ğum için seviniyorum!

 

Unutmamalı;

 

KULLUKTA GAYE

 

İhsan kıvâmıdır.

 

Cibril hadîsinde Cibril bir de şunu sordu:

 

“–İhsan nedir?” 

 

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdu:

 

“–İhsan, onu görüyormuşsun gibi Allâh’a kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da elbette O seni görüyor.” (Müslim, Îmân, 1, 5. Ayrıca bkz. Buhârî, Îmân, 37; Tirmizî, Îmân, 4; Ebû Dâvûd, Sünnet, 16; Nesâi, Mevâkît, 6; İbn-i Mâce, Mukaddime, 9)

 

Elbette;

 

Bu şuurla gayretli bir kulluğun müddeti de, ecel kapısından İslâm üzere geçiş ânına dek. 

 

Hazret-i Allah ne buyuruyor:

 

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَاْتِيَكَ الْيَق۪ينُ ۝٩٩

 

(Ey mü’min!)

 

Ölüm sana gelinceye kadar

 

Rabbine kulluk et! (el-Hicr, 99)

 

Bütün mesele, Allâh’ı râzı etmektir.

 

O’nu râzı etmek de, ancak O’nun dediğini yapmakla olur. 

 

Hiç;

 

O’nu dinlemeden O’nu râzı etmek mümkün mü? İmkânsız.

 

Hiç;

 

O’nu râzı etmeden af ve rahmet mümkün mü? İmkânsız.

 

Hiç;

 

Affa ve rahmete çıkmayan doğru bir kulluk, mümkün mü? İmkânsız.

 

Maalesef;

 

Âhirzamanda ilâhî terazideki imkânsızı nefsânî terazideki benceler etrafında mümkün ve doğru sanan hüsran yolculukları çoğaldı. Buna mukabil Allah yolunda sebatkâr olarak hiç istikametten ayrılmadan kul olabilenler, dünyada çilekeş yaşayan âhiret bahtiyarları olmakta. Bir de arada gelgit yapanlar, çıkmazlara düşüp durmakta.

 

Bu hâli, Hazret-i Ali’ye isnâd edilen şu ifade ne güzel açıklar:

 

KULLAR ÜÇ KISMA AYRILIR

 

“İnsanlar kullukta üç kısımdır:

 

Birinci kısım, türlü faydalar bekleyerek kulluk yapar. Bu tüccar kulluğudur.

 

İkinci kısım, korku sebebiyle kulluk yapar. Bu da köle kulluğudur.

 

Üçüncü kısım ise, şükür olsun diye kulluk yapar. İşte bu, ilâhî rızâdan başka tüm hislerden yakasını kurtarmış seçkin kimselerin kulluğudur.”

 

Bu izâh;

 

Dünyanın sonu demek olan âhirzaman imtihanları çerçevesinde ilâve tarifleri de doğurmakta.

 

Onun için;

 

Fânîliğin son virajında Allâh’a hakkıyla kul olabilmek, çok değerli.

 

Âhirzamanda ne var? 

 

Neler yok ki! 

 

Müsbet olan iyilik nâmına ne varsa git gide azalıp yok olurken, gittikçe artan menfîlik ve kötülük nâmına her şey var:

 

•Önceki kavimleri helâk eden bütün mel’anetler var. 

 

•Rezillikler var. 

 

•En berbat günahlar var. 

 

•Türlü türlü zulümler var.

 

•Masumlara, kundaklara ve hastalara bombalar yağdıran zâlimâne saldırılar var. 

 

•Soykırımlar var. 

 

Şanlı bir tarihe ayna tutan İslâm medeniyetinin nice güzîde şehirleri artık enkaz hâlinde ve içlerinde sayısız âbidelerin viran edildiği müstesnâ beldeler kan revan.

 

MAZLUM MEMLEKETLER HAYKIRIYOR:

 

Nemrutlar hortladı, ey İbrahimler!

 

Firavunlar cirit atıyor, ey Musalar!

 

Ebûcehiller çok bilgiç ve hınçla saldırıyor ey Muhammedîler!

 

Kulluk ne?

 

Nemrutlara karşı İbrahim olabilmek. Firavunlara karşı Musa olabilmek. Azgın güruhlara karşı kopan tûfanda hidâyet gemisi içinde Nuh olabilmek. Ebucehillere karşı Muhammedî olabilmek. 

 

Âh âhirzaman imtihanları!

 

Kum gibi.

 

Üstelik, insana ne olması ne olmaması gerektiği hususunda o kadar çok şey servis ediliyor ki, bir onu olmak bir şunu olmak ya da oldurmak kavgasında yığınla uğraşı arasında en gerilere bırakılan ve hattâ unutulan ve akla bile gelmesine gerek görülmeyen şey, kulluk oluyor. Çocukluktan başlayan bir sual:

 

–NE OLACAKSIN?

 

–Şunu olacağım, bunu olacağım!

 

–Âferin, bravo! 

 

–İyi para var bu işte! 

 

–İyi bir mevkiye gelirsin! 

 

–Rahat edersin…

 

Vesaire, vesaire…

 

Heyhat, soranda ve sorulanda;

 

Allâh’a hakkıyla kul olacağım! cümlesi, neredeyse hiç yok ya da pek az.

 

Hâlbuki hayatın olmazsa olmaz tek hakikati kulluk. 

 

Yaratılışımızın tek sebebi, kulluk.

 

Ama;

 

–Hele bir dursun, önce şu hedefleri gerçekleştireyim, diyor veya dedirtiyor bugünün insanı. 

 

HÂLBUKİ

 

Yüce Mevlâ ne buyuruyor:

 

“Dünya hayatı, tıpkı gökten indirdiğimiz bir suya benzer: 

 

İnsanların ve hayvanların yiyeceklerinden olan yeryüzü bitkileri, o su sayesinde gürleşip birbirine girer. 

 

Nihayet;

 

Yeryüzü zinetini takınıp rengârenk süslendiği ve sahipleri de onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir sırada,

 

Bir gece veya gündüz

 

Ona emrimiz gelir de,

 

Onu sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden koparılarak biçilmiş bir hâle getiririz.

 

İşte düşünüp idrâk eden kavimler için âyetlerimizi böyle açıklıyoruz.” (Yûnus, 24)

 

Evet;

 

Sonsuz bir âhiret var, dünya hayatı ne ki!

Bu gerçeği anlayan kullar akıllı, zeki.

Onlar, şerri yendiler, fitneden korundular,

Fesâda sapmadılar, Hakk’a kulluk sundular.

Kulluk gemilerine bindiler bu tufanda,

Yalnız sâlih amelle yaşadılar devranda.

Onlar, her imtihandan cennetlere ulaştı, 

Anlamayan gafiller, cehenneme bulaştı. (Seyrî)

 

Bu sebeple,

 

Allâh’a kul olabilmeyi ölmeden önce anlayanlardan olmak gerek.

 

Bizler hiç yokken hepimizi en muhteşem ve emsalsiz bir şekilde yaratan yüce Allâh’ın kelâmı çok açık:

 

ANCAK KULLUK

 

Ben,

 

İnsanları ve cinleri,

 

Ancak Bana kulluk etsinler, diye yarattım.” (ez-Zâriyât, 56)

 

Ben,

 

Onlardan rızık istemiyorum.

 

Beni doyurmalarını da istemiyorum.” (ez-Zâriyât, 57)

 

Hiç şüphe yok ki;

 

Rızık veren,

 

Güç ve kuvvet sahibi olan 

 

Ancak Allah’tır.” (ez-Zâriyât, 58)

 

Elbette,

 

Zulmedenler için

 

Geçmişlerinin (önceki zâlimlerin azaptan) payı gibi,

 

Bir (azap) payları vardır! 

 

Hiç acele etmesinler!” (ez-Zâriyât, 59)

 

(Saat yaklaştı)

 

Uyarıldıkları günden yana,

 

Vay o inkâr eden kimselerin hâline!” (ez-Zâriyât, 60)

 

(Ey insan!)

 

Yerin de göklerin de gaybı, Allâh’ındır.

 

Bütün işler O’na döndürülür.

 

Öyle ise; 

 

O’na kulluk et ve

 

O’na tevekkül et!

 

(Bil ki)

 

Senin Rabbin,

 

Yapıp ettiklerinizden gafil değildir.” (Hûd, 123)

 

Senin Rabbin, 

 

Sadece kendisine kulluk etmenizi, 

 

Ve;

 

Ana babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti.” (el-İsrâ, 23)

 

(Senin Rabbin),

 

Yer ve göklerin de,

 

İkisi arasındakilerin de Rabbi.

 

(Bunu idrâk ederek)

 

O’na kulluk et!

 

O’na kulluk etmek için sabırlı ve metânetli ol!

 

–Hiç O’na bir adaş biliyor musun? (Hiç eşi ve benzeri var mı?) (Meryem, 65)

 

Hiç şüphe yok ki;

 

Ben,

 

Yalnızca Ben,

 

Allâh’ım.

 

Benden başka ilâh yoktur.

 

O hâlde; 

 

Bana kulluk et;

 

Beni anmak için namaz kıl.” (Tâ-Hâ, 14)

 

“Bilâkis; 

 

Yalnız Allâh’a kulluk et ve

 

Şükredenlerden ol!” (ez-Zümer, 66)

 

“Rabbiniz şöyle buyurdu: 

 

–Bana,

 

Yalvarın / duâ edin,

 

Kabul edeyim.

 

Hiç şüphesiz;

 

Bana ibâdeti bırakıp büyüklük taslayanlar / kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler,

 

Aşağılanmış bir hâlde cehenneme gireceklerdir.” (el-Mü’min, 60)

 

(Allah); 

 

O’na kulluktan geri durup da

 

Büyüklenen kim varsa,

 

Hepsini huzûruna toplayacaktır. (en-Nisâ, 172)

 

(Ey Rasûlüm!)

 

De ki: 

 

–Bana, sadece; 

 

Allâh’a kulluk etmekliğim ve

 

O’na ortak koşmamaklığım emrolundu.

 

Ben yalnız O’na çağırıyorum,

 

Dönüş de yalnız O’nadır.” (er-Ra’d, 36)

 

De ki:

 

(Kulluk ve) yalvarmanız / duânız olmasa, 

 

Rabbim size ne diye değer versin?

 

(–Ey inkârcılar! 

 

Size Rasûl’ün bildirdiklerini) 

 

Kesinkes yalan saydınız;

 

Bu yüzden azap yakanızı bırakmayacaktır!” (el-Furkān, 77)

 

De ki:

 

Şüphesiz ki bana;

 

Dîni Allâh’a hâlis / has kılarak

 

O’na kulluk etmem, emrolundu.” (ez-Zümer, 11)

 

Ve bana;

 

Müslümanların da ilki olmam emrolundu.” (ez-Zümer, 12)

 

De ki:

 

Eğer ben,

 

Rabbime isyan edersem,

 

Büyük günün azâbından,

 

Hiç şüphesiz korkarım!” (ez-Zümer, 13)

 

De ki:

 

Ben,

 

Dînimi,

 

O’na has kılan bir muhlis olarak,

 

Sadece Allâh’a ibâdet / kulluk ediyorum.” (ez-Zümer, 14)

 

Çünkü O,

 

NE GÜZEL MEVLÂ!

 

“Ey îmân edenler! 

 

Rükû edin,

 

Secde edin,

 

Rabbinize kulluk edin ve

 

Hayır işleyin ki,

 

Kurtuluşa eresiniz. (el-Hacc, 77)

 

Allah uğrunda hakkıyla cihâd edin!

 

O, sizi seçti ve

 

Dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi.

 

Babanız İbrahim’in dînine uyun!

 

Allah; 

 

Sizi hem daha önce,

 

Hem de bu Kur’ân’da

 

«Müslüman» diye isimlendirdi ki;

 

Peygamber size şâhit (ve örnek) olsun, 

 

Siz de insanlara şâhit (ve örnek) olasınız. 

 

Artık; 

 

Namazı dosdoğru kılın,

 

Zekâtı verin ve 

 

Allâh’a sarılın!

 

(Bilin ki)

 

O, sizin mevlânızdır / sahibinizdir

 

Ne güzel mevlâdır!

 

Ne güzel yardımcıdır!” (el-Hacc, 78)

 

NE MUTLU!

 

Hafif-ağır fânî hayatın bütün imtihanları karşısında;

 

“Îmân edip sâlih ameller işleyenlere gelince, îmanları sebebiyle Rableri onları nimet dolu cennetlerde, alt tarafından ırmaklar akan (saraylara) erdirir. (Yûnus, 9)

 

Onların oradaki duâsı: 

 

–Allâh’ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz. 

 

Orada birbirleriyle karşılaştıkça söyledikleri: 

 

–Selâm! 

 

Onların duâlarının sonu da: 

 

–Hamd olsun âlemlerin Rabbi olan Allâh’a! (Yûnus, 10)

 

Yâ Rab,

 

Nasîb et,

 

Âmîn!