AKÎDE DEĞİL SİYASET
Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com
Fatih, İstanbul’u fethettiğinde; Ortodoks patriğini himâye ederek, onları Katolik dünyanın kucağına bırakmama firâsetini göstermişti.
Kanunî de, yükselme devrinde hıristiyan âleminde zuhur eden Martin Luther’i siyaseten, yani Avrupa’yı bölmek için desteklemişti. Böylece haçlıların gücü dağıldı. Yıllarca kendi aralarında da savaştılar.1
Şimdi maalesef İslâm düşmanları bunu bize yapıyor.
Meselâ İran’a çok hücum ediyormuş gibi görünüyorlar. Fakat İran sürekli yayılıyor ve güçleniyor.
Suud da siyaseten İran’ın tam zıddı bir pozisyona sokulup; Suriye, Bahreyn ve Yemen gibi bölgelerde bu iki müslüman topluluk birbirine kırdırılıyor.
İran şianın, Suud da yeni selefîlik denilen cereyanın bayraktarı. Yani ikisi de ana akım müslüman cereyanından bir şekilde farklı bir tavır içindeler. İkisinin de ortak problemleri, sürekli müslümanlara yönelik bir hücum, itiraz ve tenkit içinde olmaları. Biri, ana akım müslümanları2 nâsıbî diyerek ötekileştiriyor, diğeri cehmiyye diyerek tekfir ediyor. Böylece gelsin çatışmalar, bölünmüşlükler, kavgalar ve tefrika…
Selefîlik bir tavırdır. İlk asırlarda selef-i sâlihînin sergilediği bir tavır. Selefîliğin kelâm-akîde kitaplarında bir mezhep gibi gösterilmesini hatalı bulanlar da var.
İbn-i Teymiyye sonrası selefîlik ise; akîdede kelâmî açıklamalar getiren Mâtürîdî ve Eş‘arîliğe, toplumda da nazarî tasavvufun ortaya koyduğu metodlara itirazlar getirdi. Bid‘at kavramına yüklediği aşırı mânâ ile, asırların birikimi hâlinde İslâm toplumunda gelişen ve yerleşen birçok unsura yıkıcı bir itiraz yükseltti. Bunun en görünür şekli, imkân bulduklarında işe kabir yıkmakla başlamalarıdır.
Bu görüşlerin devlet imkânlarına sahip olması da Necid çıkışlı Vehhâbîliğin fırsatı oldu. Sonrasında petrol zenginliğiyle bu cereyan, fikirlerini bütün dünyaya ihraç etti.
İran’ın bayraktarı olduğu anlayış; tahriklere kolayca kapılmayı mümkün kılan aşırı hissiyat, biraz Pers ırkçılığı ve bol bol hurâfe üzerine yükseliyor.
Suud’un dünyaya ihraç ettiği anlayış ise; kadîm gerçekleri dümdüz, en ufak bir firâset ve basîret esnekliği göstermeden bir silâha dönüştürmeye uzanıyor. Meşhur etek boyu takıntılarında olduğu gibi,3 îzahı olan bir uygulamayı tenkit ederken, ağaca takılıp ormanı göremiyorlar.
Cenâb-ı Hakk’a ait haberî sıfatlardan, kandil ve mevlid gibi merasimlere bakışlarına kadar her şeyde, aşılamaz bir dar görüşlülük hâkim.
Tekfir; Hâricîlerden Deaş’a, Haşhâşîlerden Fetö’ye, karşı tarafı yok etmeye, canını ve haysiyetini, var olma hakkını elinden almaya giden yolu açan bir anahtar hükmündedir.4
Karşımızdaki yıkıcı cereyan, sadece; “Allah semâda mı?” lügavî tartışmasıyla duracak bir güç değil. Onlara göre Hanefî mezhebimize göre kıldığımız namaz da yanlış… Onlara göre okuduğumuz mushafın imlâsı da yanlış… Camilerimize gelmiyor, cemaatimize katılmıyorlar. Bid‘at, tevhid ve şirk gibi mefhumlara yükledikleri aşırı mânâlar sebebiyle, sahâbe kabirlerini nasıl dozerlerle yıkıp geçtilerse, ellerine -Allah korusun- bir imkân geçirseler, hepimizi, bin yıllık İslâmî mîrâsımızı dümdüz etme niyetindeki kişiler…
Bu sebeple;
Ortada akîde değil siyaset tartışması vardır. Meseleyi akîde meselesiymiş gibi ele almak, bin yıldır değil de sanki dün müslüman olmuşuz gibi, bu karanlık niyetli adamları ekran ekran gezdirerek propaganda yapabilmelerine fırsat oluşturmak -nâçiz kanaatime göre- doğru değildir.
Bu sebeple onlara;
“–Önce kendi bahçene dön de orayı bir temizle!” deme hakkımız vardır:
Riyad’da… Vehhâbîliğin dünya müslümanlarının başına belâ edildiği coğrafyanın göbeğinde bir konser düzenlendi… Sahnede Kâbe’den esinlenerek yapıldığı besbelli küp şeklinde ışık düzenlemeleri vardı. Gayr-i müslim ve açık saçık bir kadın şarkıcı ve dansçıları hoplayıp zıplıyordu…
Yeni selefîlerin; tasavvufla, tarikatlarla harman olmuş ülkemizde gündem belirlemeye çalıştığı günlerde, selefîliğin ana vatanında dinsizlik ve dînî şeâire hürmetsizlik en rezil işlere girişiyor da, bir-iki asırdır selefî tarzda eğitilen halktan hiçbir itiraz yok. Evet, birkaç âlimin gerçekleri söylediği için hapse atıldığını duyuyoruz.5 Fakat azıcık uzun entari görseler, zıvanadan çıkan kardeşlerimiz, neş’et ettikleri topraklarda yapılan şenaatlere neden gık çıkarmıyorlar?6
Ne garip ki, Osmanlı’ya; “Saltanat dinde yoktur!” diye hücum eden kardeşlerimizi, bu düşüncelere dûçâr eden maddî ve siyâsî güç de bir saltanat…
Küfür dedikleri demokratik ortamda her türlü propaganda şansı buluyorlar da, kendi anlayışlarına göre dînî eğitim veren beldelerinde buna cesaret edemiyorlar. İşte oy veren müslüman da tam senin yararlandığın genişlik için o imkânı kullanıyor değerli kardeşim. Tıpkı Hazret-i Yûsuf’un mecburen tâbî olduğu Mısır kralının kanunlarına göre ailesini oraya aktarma plân ve uygulamaları gibi…
Riyad’daki rezillik, onları oturup düşünmeye sevk etmeli. Bir asra yakın, bütün maddî imkânlarla kurduğun proje, terbiye ettiğin topluluk, en merkezinde bu neticeyi mi verdi?
Siz Türkiye’de türbeye gidip Fâtiha okuyan müslümanla uğraşırken, ülkenizde, Kâbe-i Muazzama silûeti, dans koreografisi oldu. Adama;
“–Bu mu senin öz vatanındaki muvaffakiyetin?” demezler mi?
Daha önce, sertliklerinin bedelini Deaş ve benzeri yapılarla ödediler.
Mısır’ın seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursî, yine Mısır’daki selefîlerin yan çizmeleri sebebiyle devrildi ve şehîd edildi.
Bütün dînî reaksiyonunu müslüman kardeşlerini tenkit üzerine kurmuş, buna öyle şartlanmış ki;
•Filistin yanıyor, umursamıyor,
•Ülkeleri Amerikan üssüne dönüyor, umursamıyor,
Son olarak da;
•Kâbe şekli sahnede en rezil bir hürmetsizliğe konu oluyor, farkına bile varamıyor.
Âdeta hipnotize edilmiş bu anlayış, yarın bir parmak şaklatmasıyla dönüp bütün dünyada gayr-i müslimin emrine girse şaşılmaz.
Bütünlüğü kaybeden dar görüşlü her menfî grupta benzerini görüyoruz. Şahsen ülkemizde yeni selefîliğin lideri olmaya soyunan kişinin sergilediği, aşırı şirin görünme kaygısından ben endişe ettim.
Yirmi yıl önce de, hapisten çıkmış, belâgatli lâflar eden, Anadolu’da İslâmî Hareket gibi iddialı kitaplar yazan, buna rağmen iki de bir ekranlara çıkarılan, yine bu şahıs gibi tasavvuf aleyhtârı bir şahsiyet, sonra sünnet düşmanı oldu, daha sonra evrimci oldu, son gördüğümde ata binmekle çocuğu olmamak arasında bütün ülkenin güldüğü bir bağlantı kurarak tâğûtu övmek ile meşguldü.
Hâsılı;
•Bin yıldır müslümanlığı şerefle yaşamış ve müdafaa etmiş bir milletiz. Akîdemizin sağlamlığına, bunca tahribattan sağ sâlim çıkabilmemiz şâhittir. Bizim eksiğimiz gayret ve fedâkârlıklardadır.
•Kıtalara hükmetmiş bir devletin mîrasçılarıyız. İki milyar müslümanın yeniden ayağa kalkması; şişkin egolu megalomanik tiplerin hücre tipi yapılanmalarıyla değil, problemle mütenasip büyüklükteki hareketlerle gerçekleşecektir.
•Son bir-iki asırda bütün dünya müslümanları gibi siyâsî savrulmalar yaşadık. Lâkin düştüğümüz yerden kalkıyoruz, kalkacağız.
•İslâm; mutlakiyet, meşrutiyet ve cumhuriyet rejimlerini ne destekler ne reddeder, İslâm’ın idareden istediği vazifeler ve mükellefiyetler vardır. Onun yerine gelmesi mühimdir. Müslümanlar, rey gücü ile birçok gasp edilmiş haklarını geri almışlardır.
•Tavır olarak ehl-i hadîs tutumu, bid‘atlere karşı daha korumacı bir titizlik, faydadan hâlî değildir. Bütün dînî davranışlarımızın kaynaklarının hiyerarşisi / silsile-i merâtibi hakkında şuurlu olmamız mühimdir. Elhamdülillâh ülkemizde son asırlarda bu alanda tez, antitez, sentez tarzı, büyük iyileşmeler ve şuurlanmalar gerçekleşmiştir. Lâkin yıkımla değil, şuurla…
Selâm hidâyete tâbî olanlaradır.
______________________
1 Bugünlerde yaşanan Rusya ile Avrupa arasındaki gerginlik ve Lâtin dünya ile Anglosakson dünya arasındaki soğukluk da o günlerin bir uzantısı.
2 Ehl-i sünnet demek yerine bu tabiri kullanmamız, selefîleri ehl-i sünnet dışı gösteren bir ifadeyi zikretmek istemeyişimizden. Hâlbuki mevcut müslümanları hem akîdede, hem amelde bir sapma, bir inhiraf içinde gören (yer yer de tekfir eden) ve öze dönmeyi salık veren bu anlayış aslında ehl-i sünnet ve’l-cemaat olmanın bazı kaidelerini çiğnemiş oluyor.
3 Câhiliyyede elbisenin yerlerde sürüklenmesi bir kibir alâmetiydi. Bu sebeple Peygamberimiz’in bu hususta elbise eteklerinin yükseltilmesine yönelik tâlimatları var. Ancak günümüzde müslümanlar arasında umumîleşmiş, kibirle hiç alâkası olmayan, normal, örfî bir etek boyu uygulaması var ve selefîler ısrarla bunu düzeltmeye (!) çalışıyorlar. Geçtiğimiz ay umrede iken yine bir selefî talebe, fakire bu tebliğde bulunup beni irşâd etti.
4 Biz bu yazıda bile selefîleri, ehl-i sünnet dışı saymama hassâsiyeti göstermeye çalışırken, onlar çoğu kez oy verenleri, bir şeyh efendiye râbıta yapanları kolayca müşrik sayabiliyor.
5 Selman Avde, Tâlib Âl-i Sâlih gibi âlimler 2018’den beri Suud rejimi tarafından hapiste tutuluyor. Ancak bu son hâdiselerden sonra bir itiraz olduğuna dair bilgi yok.
6 Ülkemizde eğlence bakımından bin beteri olsa da, şeâire bu tarz bir saldırı olduğuna şâhitlik etmedik.