DÜ CİHANDA EĞER ALTIN OLA DERSEN NÂMIN…
Hasan TOPBAŞ hasantopbas87@gmail.com
Aralık aylarının günümüz modern insanına, genellikle çetin soğukları ve birtakım zahmetleri çağrıştırdığı malûm.
Yine bu ay, o çok arzuladığı Mevlâ’sına kavuşma ânını, bir «şeb-i arûs» yani «düğün gecesi» neşesine dönüştürerek; asırlardan günümüze kadar intikal edecek mânevî bir canlılığa vesile olmuş büyük Hak dostu Hazret-i Mevlânâ’nın, vefâtının sene-i devriyesini de içinde barındırmaktadır. (5 Cemâziyelâhir 672 / 17 Aralık 1273)
Nitekim, on beşinci asır şairlerinden olup, aynı zamanda Mevlevî postnişinliğinde de bulunan Hüdâyî Dede (Şeyh Sâlih, v. 885/1481) bir beyitinde;
Dü cihanda eğer altın ola dersen nâmın;
Sikkesi altına gir Hazret-i Mevlânâ’nın!
Yani;
“Eğer isminin dünya ve âhirette altın gibi olmasını istersen, Hazret-i Mevlânâ’nın yoluna, muhafazası altına gir!” şeklinde, gayet sanatlı bir üslûpla dile getirdiği tembihinde belirttiği gibi;
Birçok sanatkârımızın, Hazret-i Pîr ile alâkalı meydana getirdikleri eserlerinde, kendisine duydukları derin muhabbetin ve onun asırlardır kesilmeden çağlayan feyiz pınarından hisseler alabilmenin gayreti görülür.
Biz de bu ayki yazımızda, tabir yerinde ise, sanatımızın «Mevlânâ»sı / «Efendi»si mesâbesinde sayabileceğimiz hüsn-i hat sanatında, bu aziz Hak dostuna dair icrâ edilen kıymetli eserlerden bazılarına yer vermek istiyoruz;
TÜRÂB-I EVLİYÂ BİR DEHÂ: RÂKIM EFENDİ
Serlevha kısmında görülen eserin müellifi; «İslâm Güzel Yazısı»nın kompozisyon tasarımlarına getirdiği müthiş yenilikler ile tuğra formlarına nihâî estetiğin verilmesi gibi vasıflı işlere imza atarak, bu sahada dehâ mertebesinde kabul gören «Mustafa Râkım Efendi»ye aittir. (v. 1241/1826)
Söz konusu sanatkârımızın eserleri hakkında, devlet adamlığının yanı sıra sanatkârlık yönüyle de medeniyetimizin önde gelen şahsiyetlerinden biri olan Kadıasker Mustafa İzzet Efendi’nin hayranlığını gizleyemeyerek;
“Şeyh Hamdullah gibi, Hâfız Osman gibi yazdım. Lâkin Râkım’ın bir harfine bile yanaşamadım.” demekten kendini alamadığı rivâyet edilir.
Üstâdın, makalemizin serlevha bölümünde görülen eserine ait detaylara değinecek olursak;
•Sülüs yazı biçiminde işlenmiş levhada, Mevlevî külâhı (sikke) üzerine;
“Dost, Yâ Hazret-i Mevlânâ Muhammed Celâleddîn-i Rûmî” ibâresi istiflenmiş olup, tarih kaydı ise düşürülmemiştir.
•Sehpanın üzerinde, «kaddesellâhu sirrahu’l-âlî» (Allah onun yüce sırrını mukaddes kılsın) metni yazılmış, altına ketebesi (imzası) ise şöyle düşürülmüştür:
“Ketebehû türâbü akdâmi’s-sâlikîn, Râkım el-muhibbu li ehli’l-yakîn, gufira zünûbühû”
(Tasavvuf ehlinin ayaklarının toprağı, yakîn sahiplerini seven Râkım tarafından yazılmıştır. Allah günahlarını affetsin.)
•Levhanın tezyinâtında ise, yoğun bir sûrette altın işçiliği ve çiçek ağırlıklı süslemeler görülmektedir.
Ayrıca;
Kadıasker Efendi’yi de zikretmişken, kendisinin mevzumuza ait bir eserinin bulunduğunu da belirtelim.
«Yâ Hazret-i Mevlânâ Muhammed Celâleddîn-i Rûmî» -kuddise sirruhû-
(Altın yaldızlı, h. 1280 – m. 1864 tarihli celî sülüs levha)
«SARSILMAZ ÇINAR»DAN ŞÂHESERLER
Hayatının ilk devreleri Devlet-i Aliyye’nin buhranlı günlerine rastlayan, kemâlât çağında ise yeni devletin kuruluş sancıları ve akabinde sosyal hayatta gerçekleşen ciddî değişimlerden ötürü sıkıntılarla geçen bir ömre rağmen, hüsn-i hat sahasında birçok talebe yetiştirerek; bu kadîm sanatımızı yeniden yeşerten üstadlardan birisi olan, merhum Hâmid AYTAÇ’ın (1891-1982) iki eşsiz kompozisyonuna yer vermeden geçmek istemedik:
Mevlevî sikkesi formunda;
«Yâ Hazret-i Mevlânâ Muhammed Celâleddîn-i Rûmî»
-Allâhu kaddesenâ bi-esrârihî-
(h. 1381 – m. 1961)
Kûfe şehrinde neşv ü nemâ bulmasından ötürü
«Kûfî» ismi ile bilinen yazı biçiminde;
«Yâ Hazret-i Mevlânâ»
(h.1348 – m. 1929/1930)
«KALEM GÜZELİ»NİN MÜELLİFİNDEN
«Hak Dîni Kur’ân Dili» adlı eseri ile tanınan Elmalılı Hamdi Efendi’nin (YAZIR) birâderi olmakla beraber, kendisi de aynı zamanda usta bir hattat olan ve ayrıca yazı ilmi üzerine te’lif ettiği; «Medeniyet Âleminde Yazı ve İslâm Medeniyetinde Kalem Güzeli» adlı kitabı ile medeniyetimize eşsiz bir başucu eseri kazandıran «Mahmud Bedreddin YAZIR» (v. 1952) merhumun hicrî 1368’de (1948) tâlik hattı ile yazdığı;
«Zıll-i Mevlânâ ebed pâyende bâd»
(Mevlânâ’nın gölgesi ebediyyen devam etsin.)
muhtevâlı levhasını da mevzûmuzla alâkalı hoş bir misal olarak verebiliriz.
EFENDİMSİN CİHÂNDA, ÎTİBÂRIM VARSA SENDENDİR!
Asırlar öncesinde dâr-ı bekāya göç eden Hazret-i Pîr’e duyduğu büyük iştiyakını, yoğun bir duygu seli hâlinde kaleme aldığı nutkunda;
Efendimsin, cihanda îtibârım varsa, sendendir.
Miyân-ı âşıkanda iştihârım varsa, sendendir.
***
Sanadır ilticâsı Gālib’in yâ Hazret-i Monlâ,
Başımda bir külâh-ı iftihârım varsa, sendendir.
şeklinde beyan eden başka bir öncü şahsiyetimiz ise; bu dünyada hasbelkader âşıklar arasında bir yere sahip olmasından, başında gururla taşıdığı külâhına kadar her şeyinin velînimeti olarak Mevlânâ Hazretleri’ni gören büyük mutasavvıf ve dîvan şairi, Mehmed Es‘ad Dede, daha bilindik ismi ile «Şeyh Gālib»dir. (v. 1213 – 1799)
Büyük şair, henüz 24 yaşında iken dîvânını tertiplemiş ve eserlerinde sıkça kullandığı remizlerle de «Sembolizm» benzeri bir tarzı Türk edebiyatında ilk tatbik edenlerden olmuştur.
İlâveten, şiirlerinde imza attığı birçok yenilik ve meydana getirdiği mazmunlarla da dîvan edebiyatının gelişmesinde mühim bir yeri olup, bu sahaya ait usûllerden kopmadan sanatını sürdürdüğü de bilinmektedir.
Yine, 1782 senesinde, 2041 beyit hâlinde yazdığı «Hüsn ü Aşk» adlı muhteşem eseri de klâsiklerimiz arasında bi-hakkın yerini almıştır.
Yukarıda zikredilen nutkun ilk beytine dair kaleme alınmış, estetik bir levha ile devam edelim:
“Efendimsin, cihanda îtibârım varsa, sendendir
Miyân-ı âşıkanda iştihârım varsa, sendendir.”
•Hat Türü: Celî tâlik,
•Hattat-imza kaydı: Hâfız ve mûsıkîşinas Kemal (BATANAY) Bey (1893-1981),
•Tarih kaydı bulunmayan levhanın dış çevresine ebrû sanatı tatbik edilmiştir.
«KEMÂLEYN»DEN İNCİLER…
Yazımızı, eski Türk edebiyatı araştırmacısı, eğitimci ve aynı zamanda usta bir şair olan; merhum «Kemal» Edip KÜRKÇÜOĞLU’nun (1902-1977) Hazret için kaleme aldığı;
Gerçi uşşâk içre çok Mecnûn olan Leylâ diye,
Âşık-ı sâdık o kim Leylâ değil Mevlâ diye.
Evliyâ burcunda gördüm bir saâdet yıldızı,
Bir ilâhî ses işittim; «İşte Mevlânâ!» diye.
kıtasının, sanatlı yazımıza aktarılması ise; ismini zikrettiğimiz, geçen asrın büyük sanatkârlarından Hâfız «Kemal» Bey’in mâhir kalemine nasip olmuştur:
(Hicrî 1378 – Mîlâdî 1958/1959 tarihli, celî tâlik levha.
Eserin çerçeve ve dış kısmında yine ebrû tatbiki görülmektedir.)
Cenâb-ı Hak, bizlerin de son nefesini birer «Şeb-i Arûs / düğün gecesi» eylesin!..