MÜ’MİNDE ŞAHSİYET ve KARAKTER

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

 

Ne yapmalı?

 

İnsanlık kan ağlarken ne yapmalı?

 

Vicdanların karardığı devranda ne yapmalı?

 

Zulümlerin bitip tükenmek bilmediği vahşet dünyasında ne yapmalı?

 

Ebediyet rotasında son yolculukların topluca hızlandığı bir cihanın son devrinde bu fânîye dalıp boğulan zâlim, kibirli ve nankör zavallıların ve zorbaların ortasında ne yapmalı?

 

İslâm’ın mazlum coğrafyaları; Gazze, Lübnan, Irak, Suriye, Arakan, Doğu Türkistan yanarken, harabe olurken ne yapmalı?

 

Masum nesillerin bugünleri ve yarınları, canları ve îmanları, onlara karşı canavarlaşmış düşmanlar ve hunharlar tarafından enkaza dönüştürülürken hattâ henüz kundaktakilerin bile her şeyi çalınırken ne yapmalı?

 

Gerek yaşanan ağır imtihanlar içinde gerek insanlığı vurdumduymaz yapan rehavet ve gaflet kumkumaları arasında ne yapmalı? 

 

Nasıl olmalı? 

 

Çetrefilli meselelerin içinden nasıl çıkmalı? 

 

Çilelerin ve cefâların yanında kolaylıkların oluşturduğu aşılmaz zorlukların kıskacından nasıl kurtulmalı? Bu fânîde insanı kalıcı zannettiren bir keyfin pençesine yakalanmadan, ömrü gaflet ve nefsâniyetin esâretine düşürmeden ebedî selâmet sabahına nasıl vâsıl olmalı?

 

Büyük teraziye nasıl hazırlanmalı?

 

Cehennemin yol kestiği bir pazarda cennet alışverişi nasıl olmalı?

 

Zulüm ve çile geçitlerinden nasıl geçmeli?

 

Hayat çarşısında yığınla iflâs edenlerin gittikçe arttığı ve ebedî ziyan edenlerin de gittikçe çoğaldığı bir âhirzamana rağmen her hâlükârda kâr edebilenlerden olabilmek için ne yapmalı, nasıl yapmalı?

 

Herkesin söyleyecek lâfı çok, plân-programı çok, aklı çok, mantığı çok, hikâyesi çok, îzahları çok, iddiaları çok. Fakat herkesin dediğiyle olsaydı, her şey güllük gülistanlık olurdu. Olmadığına göre dikkat edilmesi gereken hakikat; insanı yaratan kudretin, yüce Allâh’ın ne söylediğidir.

 

İnsan yaratıldığı günden bugüne her imtihan yaşandı. Her birinde de Allah, dünya ve âhirette kazanmanın nasıl bir şahsiyet ve karakter ile mümkün olduğunu bütün insanlığa örneklerle gösterdi. Anlayan idraklere, hisseden gönüllere ve gören gözlere birer ayna misali, yegâne misalleri ihsan buyurdu. Hem de birer âyet olarak lütuf ve ifade eyledi:

 

–Ey insan!

 

–Zikret! (وَاذْكُرْ)

 

–Hatırından çıkarma!

 

–Yâd et! 

 

–GÜNDEMİNDE TUT!

 

–Örnek al!

 

–Allah katında makbul ve doğru olan şahsiyet ve karakteri tanı! Sen de o vasıf ve özellikleri hayatına yansıt! 

 

Bu şekilde;

 

Hazret-i Allah, hem kadınlara hem erkeklere nice makbul ve müstesnâ karakterleri ve şahsiyetleri nümûne olarak kitabında açıkladı. 

 

İsim isim ifade buyurdu:

 

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَ

 

“Kitapta Meryem’i de yâd et!” (Meryem, 16

 

Onun dillere destan iffet ve ahlâkını, Allâh’a bağlığını, takvâsını ve mazhar olduğu ilâhî mertebe ve nimetleri oku ve hayat düsturu et! 

 

Kezâ;

 

“Kitap’ta İbrahim’i de an!

 

Elbette o, 

 

•Bir sıddîktı, son derece dürüsttü, 

 

•Bir peygamberdi.” (Meryem, 41)

 

Kezâ;

 

“Kitap’ta Musa’yı da an!

 

Gerçekten o,

 

•İhlâsa mazhar olmuş bir kimseydi, 

 

•Hem rasûl, hem de nebî idi.” (Meryem, 51)

 

Kezâ;

 

“Kitap’ta İsmail’i de an!

 

Gerçekten o da, 

 

•Sözüne sâdıktı, 

 

•Hem rasûl hem de nebî idi.” (Meryem, 54)

 

Keza;

 

“Kitapta İdris’i de an!

 

Hakikaten o da, 

 

•Bir sıddîktı, pek doğru bir insandı,

 

•Bir peygamberdi.

 

Onu üstün bir makama yücelttik.” (Meryem, 56-57)

 

“İşte bunlar; 

 

•Allâh’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, 

 

Âdem’in soyundan,

 

Nuh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımızdan, 

 

İbrahim ve Yâkûb’un soyundan,

 

•Doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir. 

 

Onlara; 

 

•Çok merhametli olan Allâh’ın âyetleri okunduğunda, 

 

Ağlayarak secdeye kapanırlardı. (Meryem, 58)

 

Ne yazık ki;

 

“Onlardan sonra bir nesil geldi ki; 

 

•Namazı zâyî ettiler, terk ettiler, 

 

•Şehvet ve dünyevî tutkularının peşine düştüler / nefsânî arzularına uydular. 

 

Bu yüzden;

 

İleride sapıklıklarının cezasını çekecekler / büyük bir azâba çarptırılacaklardır.” (Meryem, 59)

 

“Ancak;

 

•Tevbe edip de,

 

•Îmân eden ve 

 

•Sâlih ameller işleyen kimseler başka. 

 

Bunlar; 

 

•Hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın,

 

•Cennete, çok merhametli olan Allâh’ın, kullarına gıyâben va‘dettiği Adn cennetlerine girecekler. 

 

Şüphesiz O’nun va‘di yerini bulacaktır. (Meryem, 60-61)

 

Kezâ;

 

(Bu hakikatlere aykırı olanların) dediklerine sabret!

 

•Kulumuz Dâvûd’u, o güçlü zâtı da yâd et!

 

•Hiç şüphesiz ki o;

 

•Daima Allâh’a yönelen bir kimseydi.” (Sâd, 17)

 

Kezâ;

 

“Kulumuz Eyyûb’u da an!” (Sâd, 41)

 

“…

 

•O, ne güzel kuldu! 

 

•Daima Allâh’a yönelirdi.” (Sâd, 44)

 

Kezâ;

 

“Kuvvetli ve basîretli kullarımız olan,

 

İbrahim,

 

İshak ve

 

Yâkûb’u da an!” (Sâd, 45)

 

Çünkü;

 

“Biz onları; 

 

Hâlis bir şekilde âhiret yurdunu düşünen ihlâslı kimseler kıldık.” (Sâd, 46)

 

“Elbette onlar; 

 

Bizim katımızda hayırlı, seçkin kimselerdendir.” (Sâd, 47)

 

Kezâ;

 

“Âd kavminin kardeşini (Hûd’u da) an! 

 

Zira o, kendinden önce ve sonra uyarıcıların da gelip geçtiği Ahkāf bölgesindeki kavmine; 

 

Allah’tan başkasına kulluk etmeyin.

 

Ben sizin büyük bir günün azâbına uğramanızdan korkuyorum, demişti.” (el-Ahkāf, 21)

 

Bu müstesnâ şahsiyetler,

 

Cenâb-ı Hakk’ın bizzat öne çıkardığı İslâm âbideleri.

 

Çünkü;

 

Onlar her dâim ve her şeyde ancak îmanlarını ve ibâdetlerini öne çıkarıp yaşadılar. Yaşadıkları devranda ve toplumda her türlü kötülüğü, haksızlığı, zulmü, ahlâksızlığı ve rezillikleri bertaraf ettiler. Hayatı hidâyet ve rahmetle doldurdular. Kimsesizlerin kimsesi oldular. Mazlumların ve masumların sığınağı oldular.

 

İnsanları kahreden bir nemrutluğu ancak İbrahimlik ortadan kaldırdı. Nice masumları katleden ve kitleleri köleleştiren firavunluğu ancak Musalık alt etti. Ebû cehilliği ve ebû lehebliği kezâ ancak Muhammedîlik mağlûp eyledi. Onların şahsiyet ve karakterleri daima iki cihanda kulları zaferlere ulaştırdı. Onların ömür boyu baş tâcı ettikleri ve her şeyde öne çıkardıkları îmanları ve kullukları bunu temin etti.

 

Peki bugün;

 

Mü’minlerin öne çıkan ilk özellikleri nedir? Dünyanın gidişâtına ve imtihanlara bakınca tüm fotoğrafı görmek, görebilmek mümkün. 

 

Ne hazin ki;

 

Günümüz insanı, şahsiyet ve karakterleri inşâ eden bir özellik olarak îman ve irfânı çok gerilere atar oldu, kulluk ve mes’ûliyetleri unutur oldu. Mazlumlara ve matemlere sağırlaşır oldu. Felâket ve zulümlere karşı körleşir oldu. 

 

Maalesef;

 

Dünyevîliğin getirdiği özellikler, hevesler, gayeler ve fânî gayretler, îmanların önüne geçti.

 

Oysa;

 

Yaratılışımızın sebebi ve ebedî yolculuğumuzun selâmeti; ancak önce îman, önce kulluk, önce merhamet, önce hidâyet, önce namaz, önce fazîlet, önce fedâkârlık, önce emânetler, önce ahlâkımız, önce irfânımız, önce infaklarımız, önce mukaddesâtımız, önce helâller ve haramlar, önce ilâhî emirler ve yasaklar gerçeğine bağlı.

 

Yani;

 

Hakkıyla mü’min olmaya bağlı.

 

Îman şahsiyeti tesis etmeye bağlı.

 

Hâsılı;

 

Mü’minde şahsiyet ve karakter her şeyden önce;

 

•Îmandır.

 

•Güzel amellerdir.

 

•Fazîletlerdir.

 

Buna ters olan bâtıl inanışlar, sapkın fikirler, nefsânî felsefeler onun hayatında ve kişiliğinde yer almaz.

 

Şahsiyet ki;

 

İnsanın kıymet özelliklerini oluşturan kişilik yapısı.

 

Karakter de;

 

Makbul oluş ve ahlâkî yapı.

 

Şahsiyet;

 

Mânevî kimlik. Gönül kimliği. İfade ve irade kimliği.

 

Şahsiyet ve karakterin oluşması veya oluşmaması neye göre? 

 

Îman ekseninde;

 

Rûhun, kalbin, aklın veya nefsin hâllerine göre.

 

Hangisini insan ön plâna alıyorsa, ancak ona göre bir şekillenme meydana geliyor. 

 

Bir de;

 

Bu merkezlerin ne ile gıdâlandıklarına göre. Kötülükten ve gafletten beslenen bir kalp, nasıl bir şekillenme oluşturur? Müsbet mi menfî mi? Olumlu mu, olumsuz mu? 

 

Bu bakımdan şahsiyet;

 

Kendi medeniyet ve mukaddesâtı ile çarpışmak değil. Kendi çınarını kesmek değil. Kol ve kanatlarını budamak, koparmak değil.

 

Şahsiyet;

 

Rabbine karşı ahmakça akıllar üretmek ve felsefeler uydurmak değil.

 

Şahsiyet;

 

Kötülükleri rahatça işleyebilmenin ortamını hazırlamak değil. Utanmaz olmayı girişkenlik zannetmek değil. Cehâletin en bilgiç karakterini oluşturmayı özgüven saymak değil. 

 

Esaslı bir şahsiyet, mü’min için;

 

•Hangi şey îmân ile çakışırsa ona lâ! 

 

•Hangi şey ahlâk ile çakışırsa ona asla! 

 

•Hangi şey namaz ile çakışırsa ona ret!

 

Çünkü mü’min, şahsiyet ve karakterinin misafiri değil sahibidir. Kim hakikî bir mü’min ise, onun elzem özellikleri değişmez bir sahiplik kıvâmında şunlardır:

 

•Îman sahibi,

 

•Amel-i sâlih sahibi,

 

•Akıl ve idrak sahibi,

 

•İlim ve irfan sahibi,

 

•Merhamet ve şefkat sahibi,

 

•Cömertlik ve kerem sahibi,

 

•Hayır ve hasenat sahibi (sâhibü’l-hayrât ve’l-hasenât)

 

•İffet ve hayâ sahibi,

 

•Edep ve ahlâk sahibi,

 

•Fikir ve şuur sahibi,

 

•Vatan ve bayrak sahibi…

 

Çoktur bu hasletler, saymakla bitmez.

 

Yeri gelmişken altını çizerek ifade etmeli ki;

 

Bugün eğitim ve ibâdet ortamlarında bile yaygınlaşan anlayış, maalesef sahibi olmak değil, bize özellik olması gereken hasletler karşısında sorumsuz ve umursuz bir işçi ve rahatı yerinde bir köle mantığı ile yaşayışı benimsetiyor insanlara. Sözde nice kaliteli formüllerin özeti:

 

–Sen yorulma, bırak! Biraz da kendi keyfine bak!

 

Sosyal medya böyle diyor, oyun eğlence böyle diyor, düşmanlar böyle diyor. Aldananlar böyle diyor. Sinsi felsefeler böyle diyor. Rahatçı mantıklar böyle diyor.

 

Maksat;

 

–Sen terk et, biz çalalım!

 

Böylece;

 

Nelerimizi nelerimizi çalıyorlar.

 

En beteri de;

 

Ciğerpâre evlâtlarımızı çalıyorlar; onların ruhlarını, gönüllerini, bugünlerini ve yarınlarını çalıyorlar. Sonra da alkışlıyorlar, alkışlatıyorlar. Heyhat gafil eğitimciler de her nedense bununla memnun ve mutlu. Böyle bir profesyonelliği övüp duruyorlar.

 

Ya sonra?

 

Sonralar, tarihe baktığımızda çok acı şeyler söylüyor!

 

Fakaat;

 

Tekrar tekrar ibretlik olmamak için sancılı tarihlerden ders almak şart.

 

Her dâim;

 

•Her kıymetimize ve her evlâdımıza sahip çıkmak şart.

 

•Şahsiyet ve karakterini inşâ bahsinde;

 

Şu fabrika olmazsa şu fabrika olur, mantığında sorumsuz bir işçi, keyfi yerinde rahat bir köle değil;

 

Îman ve medeniyetim olmazsa ben olmam, şuurunda son nefese kadar ter döken bir sahiplik duygusu şart.

 

•Hidâyetler için çırpınmak şart.

 

•Gece-gündüz gayret şart.

 

•Nesle ve insanlara faydalı olmak şart.

 

•Yokken bile başkasını düşünmek şart.

 

•Mazlumlara sahip çıkmak şart. 

 

•Muhtaçlara ve masumlara kol kanat germek şart.

 

Allah’tan kullarına;

 

«–Selâm olsun!» hitap ve müjdesi, daima bu özellikler içinde var olan bir mü’minlik şahsiyet ve karakterini öncelikli olarak yaşamaya, her dâim onu öne çıkarmaya bağlı. 

 

Âyetlerde buyurulur:

 

SELÂM OLSUN!

 

“Âlemler içinde; 

 

Nûh’a selâm olsun!

 

İşte; 

 

Biz muhsinleri böyle mükâfatlandırırız.

 

•Çünkü o, 

 

•Mü’min kullarımızdandı.” (es-Sâffât, 79-81)

 

İbrahim’e de selâm olsun!

 

İşte; 

 

Biz muhsinleri böyle mükâfatlandırırız.

 

•Çünkü o, 

 

•Mü’min kullarımızdandı.” (es-Sâffât, 109-111)

 

Musa’ya ve Harun’a da selâm olsun!

 

İşte; 

 

Biz muhsinleri böyle mükâfatlandırırız.

 

•Çünkü onlar, 

 

•Mü’min kullarımızdandı.” (es-Sâffât, 120-122)

 

İlyas’a da selâm olsun!

 

İşte; 

 

Biz muhsinleri böyle mükâfatlandırırız.

 

•Çünkü o, 

 

•Mü’min kullarımızdandı.” (es-Sâffât, 130-132)

 

Bütün peygamberlere selâm olsun! (es-Sâffât, 181)

 

Allâh’ın;

 

Seçkin kıldığı kullarına selâm olsun!(en-Neml, 59)

 

İşte onlar;

 

Hepsi de mü’minlere mükemmel ve emsalsiz örnekler. Her asırda, her meselede, her virajda, her imtihanda. 

 

Hepsinin güzelliği de;

 

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şahsiyetinde meknuz. 

 

Peygamberler Sultanı Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, âyet-i kerîmedeki ifadeyle müstesnâ ve muhteşem bir üsve-i hasene

 

Bütün hayatlara yegâne misal. Şahsiyet ve karakterin yegâne timsâli.

 

Emsalsiz, en güzel örnek şahsiyet…

 

O şahsiyette neler var?

 

Kalem kalem okumalı ve hayatı onunla dokumalı!

 

İşte mü’minin şahsiyet ve karakteri o vakit şekillenir, köklenir ve iki cihanda da makbul bir kişilik hâline gelir. Âhirzamanın bütün çözülmez kördüğümleri ancak O’nunla hallolur. 

 

O’nun en birinci husûsiyeti de;

 

Rabbin emrine uymaktır. 

 

İlâhî emre uymak ve uymamak, insanlığın en mühim meselesidir çünkü. Âyet-i kerîmede buyurulur:

 

“İşte; 

 

Rablerinin emrine uyanlar için mükâfâtın en güzeli vardır.

 

Ona uymayanlara gelince;

 

Eğer yeryüzünde olanların tümü ile bunun yanında bir misli daha kendilerinin olsa, (kurtulmak için) onu mutlaka fedâ ederler. 

 

İşte onlar var ya, hesabın en kötüsü onlaradır. 

 

Varacakları yer de cehennemdir. 

 

O ne kötü yataktır! (er-Ra‘d, 18)

 

“Rabbinden Sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör gibi olur mu? 

 

Ancak akıl sahipleri anlar.” (er-Ra‘d, 19)

 

“Onlar, (gerçek akıl sahipleri);

 

Allâh’ın ahdini yerine getirenler ve verdikleri sözü bozmayanlardır.” (er-Ra‘d, 20)

 

“Onlar; 

 

Allâh’ın gözetilmesini emrettiği şeyleri gözeten, 

 

Rablerinden sakınan ve kötü hesaptan korkan kimselerdir.” (er-Ra‘d, 21)

 

“Yine onlar; 

 

•Rablerinin rızâsını isteyerek sabreden, 

 

•Namazı dosdoğru kılan, 

 

•Kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık olarak (Allah yolunda) harcayan ve 

 

•Kötülüğü iyilikle savan kimselerdir. 

 

İşte onlar var ya, 

 

•Dünya yurdunun (güzel) sonu sadece onlarındır.” (er-Ra‘d, 22)

 

“Sabretmenize karşılık sizlere selâm olsun! 

 

•Dünya yurdunun (en hayırlı) neticesi (olarak cennet) ne güzeldir!” (er-Ra‘d, 24)

 

Ancak;

 

“Şu kimseler ki,

 

•Allâh’a verdikleri sözü kuvvetle pekiştirdikten sonra bozdular, 

 

•Allâh’ın riâyet edilmesini emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) terk ettiler ve 

 

•Yeryüzünde fesat çıkardılar; 

 

İşte; 

 

•Lânet de onlaradır, 

 

•Yurdun kötüsü (cehennem) de onlaradır.” (er-Ra‘d, 25)

 

Sadece;

 

“Rablerine karşı gelmekten sakınanlar, 

 

Bölük bölük cennete sevk edilir, 

 

Oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara; 

 

Size selâm olsun!

 

Tertemiz geldiniz.

 

Artık ebedî kalmak üzere girin buraya, derler.” (ez-Zümer, 73)

 

O müttakîler de;

 

“Derler ki:

 

Bize verdiği sözde sâdık olan ve

 

Bizi, dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna vâris kılan Allâh’a hamdolsun!

 

Hayırlı amel işleyenlerin mükâfâtı ne güzelmiş! (ez-Zümer, 74)

 

Yâ Rab!

 

Nasîb et!

 

Âmîn…