Sâlih Kulluk İçin; ÖMÜR MUHASEBESİ

B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

 

Eşref-i mahlûkat olarak yaratılıp ulvî vazifeler tevdî buyurulan ve bu mes’ûliyetle mütenasip hâssalarla teçhiz edilen insan, yine de bir lütuf olarak kendi hâline bırakılmamıştır. 

 

Bu cümleden olarak; Kur’ân-ı Kerim’de;

 

“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?” (el-Kıyâme, 36) buyurulur. 

 

Hikmet ehli; 

 

“Allah Teâlâ; kâinâtı insan için, insanı kendi zâtı için yaratmıştır.” derler. 

 

Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de; 

 

“… Nerede olursanız olun; O, sizinle beraberdir. Allah, yaptıklarınızı görür.” (el-Hadîd, 4) beyânı, bu hususa da işaret eder. 

 

Kezâ bu yakınlığın hakikati için; 

 

“And olsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler verdiğini de biliriz; Biz ona şah damarından daha yakınız (her hâlinden haberdarız ve her an kudretimiz altındadır.) (Kāf, 16) buyurularak, nefsin aldatıcılığı hususunda da îkaz edilir. 

 

Bu münasebetle; 

 

«Her an Allah Teâlâ ile olmak» diye de tarif edilen «Tasavvuf» mektebi, her hâlükârda gafletten arınmayı tâlim eder. 

 

Bu mevzuda, Şâh-ı Nakşibend Hazretleri şöyle buyurur: 

 

“Bizim yolumuzun esası; halvet der-encümendir.” 

 

Yani; zâhiren halk ile, bâtınen Hak ile olmaktır. Nitekim Kur’ân’daki; 

 

“Öyle (sâlih) kimseler vardır ki; onları Allâh’ın zikrinden ne ticaret alıkoyar ne de alışveriş…” (en-Nûr, 37) âyetinde, bunlara işaret edilmektedir. 

 

Sâlik; yeterince olgunlaştığında, kalbi ile dili arasında fark kalmaz. Yani dünyevî meşgaleler, kalbî ve bâtınî işlerine mâni olmaz. Bâtınî işler de, dünyevî meşgalelere engel teşkil etmez…”2

 

Hikmet ehli; «dünyayı, âhiretin tarlası» olarak görür. Bu münasebetle, kısacık ömre, şayet gafletle geçirilmeyip, yüklenen ulvî mükellefiyetin şuurunda olarak, gerekli keyfiyet kazandırılabildi ise; bu hayat iki cihan saâdetine vesile olmakla, en yüksek kazançla tamamlanmış olacaktır. 

 

Bu kabul, atasözümüzde; 

 

“Ne ekersen onu biçersin.” olarak ifade edilir. 

 

Mevlânâ Hazretleri’nin; 

 

“Ey gönül; kadere bahane bulma. Buğday ektin de arpa mı biçtin?” sözü, bu îkazı daha da kuvvetlendirir. Ulemânın irşâdıyla hayatın muhasebesini yapmayı şiâr edinen ecdâdımız; asr-ı saâdet ilhamıyla, rahmet iklimiyle huzura kavuşan asırların bânîsi olmuştur. Aksi takdirde; hatalarla, kusurlarla istikametten sapılması ihtimaline, halk irfânında;

 

“Rüzgâr eken, fırtına biçer.” sözü ile dikkat çekilir.

 

Nefsine râm olmuş insan; sahip olduğu mevkii, elindeki malı mülkü kendinin zannedip, azabilir. Tarih; Bel‘am bin Bâûrâlar, Kārunlar, Firavunlar, Nemrutlar, Sâlebeler… gibi, böyle istikametini şaşırıp hüsranlara dûçâr olan bedbahtlarla doludur. 

 

Hâlbuki bu mevzuda Kur’ân-ı Kerim’de; 

 

“Allah; kendi yolunda çarpışırken öldüren ve öldürülen mü’minlerin canlarını ve mallarını, karşılığında cennet vermek üzere satın almıştır. 

 

Bu, Allâh’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da yer almış gerçek bir va‘didir. 

 

Kim Allah’tan daha fazla sözüne sâdık olabilir! 

 

O hâlde yaptığınız bu alışverişten ötürü sevinin. 

 

İşte büyük bahtiyarlık da budur.” (et-Tevbe, 111) buyurulur. 

 

Nitekim tarih; Hazret-i Süleyman -aleyhisselâm-Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-… gibi, kendisine lutfedilen emânetlerin hakikatini bilen;

 

“Ne güzel kul!” diye övülen nice bahtiyar insanlarla da doludur. 

 

Şüphesiz aynı mevkide bulunup da, Hak ve bâtıl olan iki yoldan saâdete giden yolu seçebilmek, derin bir tefekkür ve muhasebe hassâsiyetinin neticesidir. Bu fetânet, basîret ve firâsetin kaynağı, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle beyan buyurulur:

 

“Ey îmân edenler! 

 

Eğer, Allâh’a karşı gelmekten sakınırsanız; size Hakk’ı bâtıldan, doğruyu yanlıştan ayırt eden anlayış, bir nur verir, günahlarınızı örter ve sizi bağışlar. 

 

Çünkü Allah, pek büyük lütuf ve ihsan sahibidir.” (el-Enfâl, 29)

 

Vahyin izinden giden akıl, sahibini saâdete kavuşturur; nefsine râm olmuş akıl ise hüsrana uğratır. Kur’ânı Kerim’de, buna işareten; 

 

“Ey îmân edenler! 

 

Allah’tan korkun ve herkes yarına ne hazırladığına baksın. 

 

Allah’tan korkun; 

 

Çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (el-Haşr, 18) buyurulur. 

 

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de bu vâkıayı şöyle ifade buyurur: 

 

Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır.

 

Âciz kişi de, nefsini duygularına tâbî kılan ve Allah’tan dileklerde bulunup duran (bunu yeterli gören)dir.” (Tirmizî, Kıyâmet, 25) 

 

Ömrün muhasebesi hususunda fevkalâde titiz davranan Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, bu hassâsiyete; 

 

“Hesaba çekilmeden önce nefsinizi hesaba çekin. Tartılmadan önce nefsinizi tartın…” (Tirmizî, Kıyâmet, 25) beyânıyla işaret buyurur. 

 

Bulunduğumuz yılın bitmekte, yeni bir yılın yaklaşmakta olduğu günlerdeyiz. 

 

Bütün dünya ile birlikte, İslâm ülkelerinde de, hususiyle bazı çevreler yılbaşını kutlamak (!) için yoğun faaliyetler, gayretler içindeler. 

 

Şüphesiz, bunun yeni bir yılın karşılanmasına mahsus sevinç izhârından öte mânâları var. 

 

Bu; 

 

“Dünyaya geldik bir kere; ye, iç, gül, oyna diye bir müzik parçasında ifadesini bulan bir hayat tarzının îcâbı olarak görülebilir. 

 

Dünyanın sömürgecilerin elinde, her gün biraz daha yaşanılamaz hâle getirildiği bir vasatta; sömürgecilerin başarılarını kutlamaları anlaşılabilir. 

 

Ancak sömürgeciler eliyle kan ve ateşler içinde yanan, sıkıntılar içinde kıvranan mazlumların ve İslâm ülkelerinin, kendilerini bu fâcialara dûçar bırakan zâlimlerle beraber eğlenme ihtiraslarının bir îzâhı olamaz. 

 

Hele yanı başımızda, bir seneden fazladır, sömürgeciler; belki de tarihte bir benzeri daha vâkî olmamış bir katliâmı, soykırımı sürdürürlerken, hele de bu ateşin ülkemize de sirâyet etmesi muhtemel görülürken, bu şer cephesi ile beraberlik nasıl mümkün olabilir! 

 

Bu; merhum üstad Necip Fazıl’ın, Canım İstanbul şiirinde ifade ettiği; 

 

Beyoğlu tepinirken, ağlar Karacaahmet! 

 

ifadesi gibi yakıcı bir tenâkuzdur.

 

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-, herkesi; 

 

“Ey mü’minler! Dünya arkasını çevirerek yel gibi esip gitmekte, âhiret de ona karşı aynı süratle gelmektedir. 

 

Bu iki âlemin insanlar arasında çocukları vardır. 

 

Ey müslümanlar! Sizler, dünyanın değil âhiretin çocukları olunuz. 

 

Bu dünya iş günüdür, hesap günü değildir. 

 

Fakat yarın (âhiret) hesap günüdür, iş günü değildir.” (Buhârî, Rikāk, 4, VI, 1 71) buyurarak, ömür muhasebesine davet ediyor. 

 

Kur’ân-ı Kerim’de; 

 

“Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyiniz. 

 

Bu hususta taşkınlık ve nankörlük de etmeyiniz; sonra sizi gazabım çarpar. 

 

Her kim ki kendisini gazabım çarparsa, hakikaten o, yıkılıp gitmiştir. (Tâhâ, 81) beyânı ile, bu zarûrete de işaret vardır. 

 

Şüphesiz, geçmişten ibret ve ders çıkarılan bir ömür muhasebesi ile, Allah Teâlâ’nın rızâsı çerçevesinde sâlih bir kulluk için âhirete hazırlanmak, iki cihan saâdetine ulaştıracak yolun esasıdır. 

 

__________________ 

 

Dr. Adem DÖLEK, Hazret-i Peygamber Kul…, isamveri.org

 

Osman Nûri TOPBAŞ, Şâh-ı Nakşibend -rahmetullâhi aleyh-, Erkam Yayınları. (islamveihsan.com)