Hayatın Bedeli; SÂLİH KULLUK
B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com
Allah Teâlâ; bizim ölçü idrakimize göre sonsuz kâinâtı, sonsuz nimetlerle dolu, sonsuz zenginlikteki dünyayı yaratıp; eşref-i mahlûkat olarak, en güzel kıvamda yarattığı insana müsahhar kılmıştır. Elest Bezmi’nde; Kur’ân-ı Kerim’de;
“Kıyâmet gününde; «Biz bundan habersizdik.» demeyesiniz diye Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şâhit tuttu ve dedi ki:
«–Ben sizin Rabbiniz değil miyim?»
(Onlar da);
«–Evet, (buna) şâhit olduk.» dediler.” (el-A‘râf, 172) ifadesiyle beyan buyurulduğu veçhile, kulluk üzere ahidlerini aldı. Bunun neticesinde de, yüce Zâtı’na yeryüzünde halîfelik gibi fevkalâde şerefli bir vazife tevdî buyurdu. Böylesi yüksek bir takdir ve iltifâta mazhar olmuş insanın, ahdine vefâ göstermesinden başka, hangi davranış kendisine yaraşabilir. Hele de;
“İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder?” (el-Kıyâme, 36) ifadesiyle keskin bir şekilde îkaz buyurulmuşken.
Tefekkür, insana lutfedilmiş fevkalâde değerli bir hâssa olup; bu meçhuller âleminde, insanı doğru yola çıkaran bir vasfa sahiptir. Allah Teâlâ, ihsan buyurduğu bütün imkânlara rağmen, insanı kendi hâline bırakmamış; ilâhî rehberlerin tâlim ve terbiyeleri ile de ufuklarını aydınlatmıştır. Öyle ki; yanlış yollarda ömürleri heder olanların, hesap gününde sığınacakları hiçbir mazeretleri kalmamıştır. Fıtrat olarak da dünya ve âhiret saâdetine namzet olarak yaratılan insanın; hüsrana uğramaması, lutfedilen sonsuz imkânları heder etmemesi için, cüz’î iradesiyle istikamet üzere olmayı tercihi gerekecektir. Bu münasebetle, Kur’ân-ı Kerim’de 137 yerde, tefekkür için îkaz buyurulmaktadır. Nitekim ihtidâ eden bahtiyar insanlar, bu hakikati;
“İnsanlar; «Nereden, niçin ve nasıl geldik ve nereye gidiyoruz?..» sorularını sordukları müddetçe, İslâm’a koşacaklardır.” diye ifade ediyorlar.
İnsanın yaratılış hikmetine dair, Kur’ân-ı Kerim’de;
“Ben cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (ez-Zâriyât, 56) buyurulur. Allah Teâlâ’nın insanda olmasını istediği en mühim, en mükemmel vasıf ve rütbe kulluktur ki; «Ezel Bezmi»nde de bu keyfiyetin sözü verilmiştir.
Bu hususla alâkalı olarak Muaz İbn-i Cebel -radıyallâhu anh- şöyle demiştir:
“Hazret-i Peygamber;
«–Ey Muaz! Allâh’ın kullar üzerinde, kulların da Allah üzerinde ne hakkı vardır, bilir misin?» buyurdu.
Ben;
«–Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.» dedim. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;
«–Allâh’ın, kulları üzerindeki hakkı, onların sadece Allâh’a kulluk etmeleri ve hiçbir şeyi O’na ortak tutmamalarıdır.
Kulların da Allah üzerindeki hakkı, kendisine hiçbir şeyi ortak tutmayan(lar)a azâb etmemesidir.» buyurdu.
Ben hemen;
«–Ey Allâh’ın Rasûlü! Bunu insanlara müjdeleyeyim mi?» dedim.
«–Müjdeleme, onlar buna güvenip tembellik ederler.» buyurdu.” (Buhârî, Cihâd, 46)
Nefsine râm olarak ahdini bozmak, sonsuz lütuflara mazhar olmuş bir insan için en acı zillettir. Nitekim bu hususta Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulur:
“Nefsinin arzusunu ilâh edinen, Allâh’ın; (hâlini) bildiği için saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?” (el-Câsiye, 23)
Hâlbuki Allah Teâlâ’nın hakkına riâyet ederek ahdine bağlı kalmak, bir insan için izzetle yaşamaya vesiledir. Bu münasebetle, peygamberân-ı izâm hazerâtı; kulluğu hayat tarzı kabul edip, insanlara da bunu tâlim etmişler; bu fazîletle;
“Ne güzel kul!” iltifâtına mazhar olarak; «Halîlullah, Habîbullah, Kelîmullah…» mertebelerine yükselmişlerdir.
İlâhî elçilerin gönderilme sebebi hakkında, Kurân-ı Kerim’de;
“Sen’den önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona; «Ben’den başka ilâh yoktur, o hâlde Bana kulluk edin.» diye vahyetmiş olmayalım.” (el-Enbiyâ, 25) buyurulur. Nitekim, Hazret-i İsa -aleyhisselâm-’ın kulluk şuuru, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle beyan buyurulur:
“(Meryem’in işaret ettiği beşikteki İsa konuşmaya başladı ve) şunları söyledi:
«Şüphesiz ben Allâh’ın kuluyum. O, bana Kitâb’ı verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, beni hayır ve bereket sebebi kıldı. Hayatta kaldığım müddetçe, bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme karşı itaatli bir evlât kıldı. Beni bir zorba, hayırsız bir bedbaht yapmadı. Doğduğum günde, öleceğim gün ve yeniden dirileceğim gün de ‘selâm’ (esenlik, Allah’tan) benim üzerimedir.»” (Meryem, 30-33)
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz «ihsan» makamında bir kulluk üzere idi. Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz’den rivâyet edildiğine göre, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, gece ayakları şişinceye kadar namaz kılardı.
“Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- diyor ki: Kendisine;
«–Niçin böyle yapıyorsun (neden bu kadar meşakkate katlanıyorsun) ey Allâh’ın Rasûlü? Oysa Allah, senin geçmiş ve gelecek hatalarını bağışlamıştır.» dedim.
«–Şükreden bir kul olmayı istemeyeyim mi?» buyurdu.” (Buhârî, Tefsîru sûre (48), 2)
Kulluğun ehemmiyetine işaret eden bir hâdise de şöyledir:
“Rasûlullah Efendimiz; Mekke’de, müşriklere;
«–Ben sizden tek bir şey istiyorum!» dediğinde, Ebû Cehil, atılıp;
«–Neymiş o istediğin?» diye sordu. Allah Rasûlü Efendimiz’in;
«–‘Allah’tan gayrısına kul olmayız, kula kulluk etmeyiz!’ deyin de kurtulun!» cevabı üzerine yine Ebû Cehil;
«–Çabuk yürüyün ve tanrılarınıza sıkı sahip çıkın!» dedi ve öfke ile homurdanarak gitti.” (İbn-i İshak, Sîre, 1/220)
Kulluk insanın saâdet tâcıdır. Bir menkıbede yer aldığına göre; bu büyük makamı fark eden bir kimse, bir gün, Hazret-i Musa -aleyhisselâm-’ın önüne geçiyor ve ona şöyle diyor:
“–Yâ Musa; Allâh’ınla görüştüğün zaman benim hâlimi bir sor.”
Hazret-i Musa -aleyhisselâm- da, Rabbi ile mülâkî olduğu zaman, soruyor. Döndüğünde, o kimseye;
“–Allah senin için; «O kulum cehennemlik.» dedi.” diyor.
Bunu duyan adam, başlıyor sevinmeye. Hazret-i Musa -aleyhisselâm- adama;
“–Allah senin için; «cehennemlik» dedi. Ama görüyorum ki sen seviniyorsun; neden?” diye sorduğunda o kimse;
«–Allah bana; «Kulum!» dedi ya, o bana yeter!» diyor.”
Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de de, bu hususla alâkalı olarak;
“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki takvâya eresiniz.” (el-Bakara, 21) buyurulur.
Tabiî ki temâyüz ettiği hususiyetler bakımından; her vasfın dereceleri, mertebeleri olduğu gibi, kulluğun da farklı değerleri olacaktır. Ferdin akıl, firâset ve basîreti çerçevesindeki tercihleri, onun kulluk keyfiyetini teşkil eder.
“Câfer-i Sâdık -kuddise sirruhû- Hazretleri, İmâm-ı Âzam -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri’ne;
“–Akıl nedir?” diye sorar.
“–İyi ile kötüyü birbirinden ayıran şeydir.” cevabını alınca şöyle söyler:
“–Bunu atlar da yapar; kendisine yaklaşanın ot mu vereceğini yoksa kırbaç mı vuracağını bilir. Akıl; iki iyiden daha iyi olanı, iki kötüden de ehven olanı tercih etmektir.” der.
Bu cümleden olarak, aklın yolu; kulluğun en güzel olanını, sâlih kulluğu tercih etmektir. Ömür takviminden her gün bir yaprak daha düşüyor; sayılı nefeslerden her an bir tane daha eksiliyor; anlar, saatler, günler, haftalar, aylar derken, yıllar akıp gidiyor. Bir yıl daha geçti; yeni bir yıla daha başlanıyor. Kur’ân-ı Kerim’de Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’ın kıyâmet günü için niyâzı, şöyle beyan buyurulur:
“(Rabbim!) insanların diriltilecekleri gün beni rezil rüsvâ eyleme! O gün ne mal fayda verir ne de evlât. Ancak Allâh’ın huzûruna tertemiz bir kalple gelenler kurtulur!” (eş-Şuarâ, 87-89)
İmâm-ı Gazâlî -rahmetullâhi aleyh-; kalb-i selîmi şöyle îzah etmektedir:
“Kalbi; hile, kin, haset, kötülük istemek gibi şeylerden; dış âzâları yasak kılınmış şeyleri yapmaktan; aklı şehvet ve gazabın esâretinden sâlim olan kişi Allah Teâlâ’ya kalb-i selîmle varacaktır.”*
Bu yeni başlayan yılın ilk günü; muhasebesi doğru yapılan bir yılın ardından, hayatın bedeli olan «sâlih kulluk» için vesile olsun. Hele de, bu sene yeni yılla başlayan mübârek «üç aylar», kalan ömrün geçen ömürden daha hayırlı olmasına yönelik azim ve irade için Allah Teâlâ’nın lutfu, verimli bir destek teşkil edecektir.
______________________________
* Prof. Dr. Ömer ÇELİK, Altınoluk, sa. 465.