İslâm’ın İlk Büyük Savaşı BEDİR GAZVESİ -2-

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr 

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-, 12 Ramazan 2 / 9 Mart 624 günü Medine’den hareket etti.1

 

Medine’de kalanlar; hanım-erkek, çocuk-yaşlı demeden, hepsi çıkıp, bu ilk büyük İslâm ordusunu, büyük bir coşkuyla yolcu ettiler.

 

Bunlar arasında olan Hazret-i Osman bin Affân; bu orduyla gidemediği için, üzüntüsünden gözyaşı döküyordu. Aslında o da hazırlanıp, orduya katılmıştı. Ancak, onun çok hayâtî bir mazereti vardı. Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın kızı olan sevgili hanımı Hazret-i Rukiyye hasta olup, bu sefer esnasında çok ağırlaşmıştı. Bundan dolayı, Rasûlullah -aleyhisselâm-; onu ağır hasta olan hanımına bakması için, Medine’de bıraktı. Bu yüzden o da diğerleri gibi; ancak orduyu uğurlamaya çıkabilmişti.2

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-; Medine merkeze çok da uzak olmayan, Büyûtü’s-Sükyâ yanında ve Ebû İnebe kuyusu çevresinde mücâhidleri durdurup, düzene koyarak, denetlemeye başladı.

 

Orduya katılmış, yaşlarını küçük gördüğü çocukları ayırdı. Bu çocuklar şunlardı: Abdullah bin Ömer, Üsâme bin Zeyd, Rafi’ bin Hadîc, Berâ bin Âzib, Üseyd bin Züheyr, Zeyd bin Erkam, Zeyd bin Sâbit, Umeyr bin Ebû Vakkas -radıyallâhu anhüm-.3

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-; küçük yaşta gördüğü çocukları ayırırken, çok enteresan bir sahne tarihe geçiyordu. Bize bu sahneyi Hazret-i Sa‘d bin Ebû Vakkās anlatıyor:

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-; küçük çocukları geri çevirmek için, onları ordudan ayırırken, kardeşim Umeyr’i geriye doğru çekilip, O’na görünmemeye çalışırken gördüm! 

 

“–Ne oluyor sana böyle kardeşim?” diye sorduğumda, verdiği cevap hem çok hoşuma gitti, iftihar ettim ve hem de «Sübhânallah» diye iç geçirdim: 

 

“–Görmüyor musun ki, Rasûlullah küçük çocukları ayırıyor! Beni de küçük görüp geri çevirmesinden korkuyorum! Hâlbuki, ben sefere çıkmayı arzu ediyor, Allah’ın bana şehîdlik nasip etmesini umuyorum!” 

 

Gerçekten çok düşündürücü bir cevaptı bu! Denetleme sırası ona gelince, Rasûlullah -aleyhisselâm-;

 

“–Sen de geri dön!” buyurdu! Şehâdeti arzulayan kardeşim, gözyaşları hıçkırıklarına karışarak, herkesi titreten cevap verdi:

 

“–Allah’tan şehâdeti istiyorum ben! Allah aşkına beni geri çevirme yâ Rasûlâllah! Üstelik ben çocuk sayılmam artık, 16 yaşıma girdim çünkü!” Kardeşimin bu duruşu, Rasûlullâh’ın çok hoşuna gitti ve onu geri çevirmekten vazgeçti!4

 

Peygamberimiz -aleyhisselâm-, Ebû İnebe kuyusu yanında, Hazret-i Kays’a orduyu saymasını emretti. Hazret-i Kays bin Ebû Sa’saa, verilen bu emir üzerine orduyu sayıp listeledi. Sonra da listeyi getirip, Rasûlullah -aleyhisselâm-’a verdiği gibi, ayrıntılı rakamlarla ilgili de tam bir tekmil verdi.5

 

İslâm ordusunun sayısı; 74’ü muhâcir, 236’ı ensâr olmak üzere 310 kişiden oluşuyordu. Orduda 70 deve ve 2 de at bulunuyordu. Sahâbîlerden 9 veya 6’sında ancak zırh gömlek vardı. İki attan biri Hazret-i Mikdâd bin Amr’a, diğeri de Hazret-i Mersed bin Ebû Mersed’e aitti.6

 

Az önce bazı örneklerini verdiğimiz gibi; çeşitli vazife ve mazeretleri sebebiyle muhâcirler’den 3, ensardan 5 kişi izinli sayılmıştı.7

 

Denetim yapılıp, ordunun sayımı ve düzeni sağlandıktan sonra, harekete geçildi.8

 

Rasûlullah -aleyhisselâm- komutasında yol alan İslâm ordusunun hepsi oruçluydu. İlk Ramazân oruçlarını tutuyorlardı. Bir yandan Rasûlullah ile beraberlik, bir yandan da oruç ile bir başka mânevî havayı teneffüs ediyorlardı.

 

Epeyce bir süre gittikten sonra, Hazret-i Hâris bin Sımne ile Hazret-i Havvat bin Cübeyr, yolda hayvandan düşüp sakatlandıkları için geri çevrildiler.

 

Yol boyunca develere ikişer, üçer, dörder kişi nöbetle binmekteydiler.9 Rasûlullah -aleyhisselâm-, Hazret-i Ali ve Zeyd bin Hârise ile nöbetleşe biniyorlardı. Yürüme sırası Rasûlullâh’a geldiği zaman; her ikisi de ileri atılıp, ricacı oluyorlar, ama her seferinde aynı diyalog yaşanıyordu:

 

–Yâ Rasûlâllah! Deveye Sen bin, biz Sen’in yerine yürürüz!

 

–Siz yürümekte benden daha güçlü değilsiniz! Ecir ve mükâfat hususunda da, ben sizden daha müstağnî, ihtiyaçsız değilim!10

 

Develere sırayla binenlerin bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

 

Hazret-i Hamza, Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın âzâdlılarından Ebû Kebşe ve Enese ile bir deveye sırasıyla biniyorlardı.

 

Hazret-i Ubeyde bin Hâris, Tufeyl bin Hâris ve Husayn bin Hâris ile bir deveye sırasıyla biniyorlardı.

 

Hazret-i Osman bin Maz‘ûn, Kudâme bin Maz‘ûn, Abdullah bin Maz‘ûn ve Sâib bin Osman bir deveye sırasıyla biniyorlardı.

 

Hazret-i Mistah bin Üsâse, Ubeyde bin Hâris’in su taşıma devesi olan hayvana sırasıyla biniyorlardı.

 

Hazret-i Afra; oğulları Muaz, Avf ve Muavviz ve mevlâları Ebu’l-Hamrâ bir deveye sırasıyla biniyorlardı.

 

Hazret-i Übeyy bin Kâ‘b, Ümâre bin Hazm, Hârise bin Nûmân bir deveye sırasıyla biniyorlardı.

 

Hazret-i Hırâş bin Sımne, Kutbe bin Âmir, Abdullah bin Amr bin Harâm bir deveye sırasıyla biniyorlardı.

 

Hazret-i Utbe bin Gazvan, Tuleyb bin Umeyr, Suveybit bin Hamnele, Utbe bin Gazvân’ın devesine sırasıyla biniyorlardı.

 

Hazret-i Mus‘ab bin Umeyr, Suveybit bin Sa‘d bin Hureymele, Mes‘ûd bin Rebî bir deveye sırasıyla biniyorlardı.

 

Hazret-i Ammar bin Yâsir, Abdullah bin Mes‘ud bir deveye sırasıyla biniyorlardı.

 

Hazret-i Abdullah bin Kâ‘b, Ebû Dâvûd, Salît bin Kays, Abdullah bin Kâ‘b bir deveye sırasıyla biniyorlardı.

 

Hazret-i Ebûbekir, Hazret-i Ömer ve Abdurrahman bin Avf bir deveye sırasıyla biniyorlardı.

 

Hazret-i Sa‘d bin Muaz; kendisine ait su taşıma devesine, kendisi, kardeşi ve kardeşi Hâris bin Evs’in oğlu ve Hâris bin Enes ile sırasıyla biniyorlardı.

 

Hazret-i Sa‘d bin Zeyd, kendisine ait su taşıma devesine; Seleme bin Selâme, Abbâd bin Bişr, Râfî bin Yezîd, Hâris bin Hazme bir deveye sırasıyla biniyorlardı.11 -radıyallâhu anhüm ecmaîn-

 

Yol boyunca, böyle nöbetleşe binerek ilerliyorlardı. Bunların hepsi, her seferinde birbirlerine ikrâm ediyor; 

 

“–Sen bin, ben yürürüm!” diyerek, büyük bir asâlet sergiliyorlardı.

 

Binek sayısı çok az olduğu için, sahâbîler sırayla biniyorlardı. Bazıları bir deveyi üç kişi, bazıları daha fazla sayıda kişi kullanmak zorunda kalıyorlardı. Rasûlullah -aleyhisselâm- bile, böyle bir yolculuk içindeydi. O da sırası gelince biniyor, sırası gelince de yürüyordu yani.

 

Hazret-i Mus‘ab, Hazret-i Süveybit bin Sa‘d, Hazret-i Hüreymele ve Hazret-i Mes‘ûd bin Rebî ile aynı deveyi paylaşırken, binme sırası kime gelirse o biniyor, diğerleri yürüyorlardı. Sıra yol ve dâvâ arkadaşına gelince, deveyi durdurup inmeye çalışan Hazret-i Mus‘ab bin Umeyr, her seferinde itirazla karşılaşıyordu:

 

–Sen binmeye devam et ey Mus‘ab, biz yürürüz!

 

–Neden?

 

–Senin yürümeni istemiyoruz da ondan!

 

–Sübhânallah! Rasûlullah -aleyhisselâm- bile, böyle sırayla binip, yeri geldiğinde yürüyor, ben nasıl yürümem kardeşlerim!

 

–O’na da binmesi için ısrar ediyorlar, görmüyor musun ey Mus‘ab!

 

–Ama sizin de gördüğünüz gibi; O da sırası gelince biniyor, zamanı gelince de inip yürüyor! Ben de elbette ki O’nun yaptığını yaparım!

 

–Senin bizim üzerimizde hakkın çoktur ey Mus‘ab! Senin sayende İslâm’ı öğrendik biz!

 

–İslâm; böylesi yolculuklarda da herkesin hakka riâyet etmesini emrediyor, değil mi sevgili kardeşlerim! Biz sadece anlatanlardan değil, yaşayanlardan olmak durumundayız. Allah hepinizi hayırla mükâfatlandırsın! Allah sizlerden râzı olsun! Şimdi izninizle ineyim de sırası gelen kardeşim binsin!

 

–Bizi birbirimize böylesine sıkı bir şekilde kardeş yapan Allâh’a hamd olsun!12

 

–Hamd olsun!

 

Hazret-i Mus‘ab, her biri birbirinden değerli böyle fazîletli insanlar yetiştirmişti işte. Onlar da hocalarının kıymetini çok iyi biliyor, ona göre muamele ediyorlardı. Ve şimdi de hoca, talebe demeden, Rasûlullah -aleyhisselâm- kumandasında Bedir yolundaydılar.

 

Bütün asırlara güzel örnek olan sahâbîler, en güzel örnek olan Peygamber Efendimiz’in tedrîsatında yetişmişlerdi.

 

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

 

________________

 

1Bedir Gazvesi için Medine’den çıkışın 8 Ramazan rivâyeti olduğu gibi, 12 Ramazan rivâyeti de vardır. İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 264.

Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf, c. 4, s. 99-254; Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 4, s. 227-426; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, c. 3, s. 79-200.

Vâkıdî, el-Meğâzî, c. 1, s. 21; Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf, c. 1, s. 288.

Vâkıdî, el-Meğâzî, c. 1, s. 21; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 3, s. 149-150; İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 3, s. 36.

İbn-i Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 114-123; İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, c. 1, s. 272-274; Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Târihi, c. 3, s. 287.

İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 264; Vâkıdî, el-Meğâzî, c. 1, s. 26; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 2, s. 12; Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf, c. 1, s. 289.

Bütün bu görevli ve mazeretli olanlara, ganîmetten pay veriliyordu.

Vâkıdî, el-Meğâzî, c. 1, s. 23; İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 263; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 2, s. 12; Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf, c. 1, s. 288.

9 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 2, s. 12.

10 Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 1, s. 422.

11 İbn-i Abdilberr, el-İstiâb fî Mârifeti’l-Ashâb, c. 2, s. 610; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs fî Ahvâl-i Enfüsî Nefîs, c. 1, s. 371; Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Tarihi, c. 3, s. 285-287.

12 İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Meğâzî ve’ş-Şemâil ve’s-Siyer, c. 1, s. 272-274.