Mevlânâ Hazretleri’nin; TEVBEYE BAKIŞI -1-
Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com
İnsanın dünya macerası; Âdem -aleyhisselâm-’ın zellesi ile başladı, tevbesi ile devam etti. Bu yüzden hayatımızdaki iki önemli mesele günah ve tevbedir. Çünkü ilki bizi ilâhî huzurdan uzak tutarken, ikincisi ilâhî huzûra yaklaştırmaktadır.
Farsça, suç anlamına gelen günah kelimesi, bizim inancımızda; ilâhî emir ve yasaklara aykırı fiil ve davranışları ifade etmektedir.
Tevbe ise; «geri dönmek, rücû etmek, dönüş yapmak» anlamındadır ve; «dinde yerilmiş şeyleri terk edip, övgüye lâyık olanlara yönelmek» anlamındadır.
İbâdet ve tâatleri nasıl beden ve mal ile yaparsak tevbe de kalbin amelidir.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
“Günahtan (samimî bir) pişmanlık duymak, tevbedir.” (İbn-i Hanbel, I, 423)
Her zaman arzu edilen, istenen; günahı hiç işlememiş veya işleyecek olmaktan vazgeçmiş olmaktır.
(Lâkin, bu insan için pek mümkün değildir.) Bunu Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- şöyle ifade eder:
“Günah işlemekten vazgeçmek, tevbe ile uğraşmaktan, daha kolaydır.”
Âdem -aleyhisselâm-; şeytanın iğvâsı ile ilk zelleyi işlediğinde, Allâh’ın affetmesi için yıllarca yalvarmış ve ilâhî huzurda affını beklemiştir.
Çünkü;
Âdem -aleyhisselâm-; bu zelleyi bilmeden, hataen işlemişti. Kasıtlı olarak Rabbine isyan etmemişti. Tevbe ile de hatasının sorumluluğunu almış ve istiğfâr etmiştir. Kul olma edebinin gereğini yerine getirmiş, samimiyetle ve ihlâsla Rabbine yönelmiştir.
Mevlânâ Hazretleri bunu beyitlerinde şöyle anlatır:
“Hey soysuz; özür dilemeyi ceddinden öğren. Kendisinden zelle sâdır olunca; Âdem, hemen îtizar makamına indi.”
“Allah -celle celâlühû- bütün sırları bildiği için; iki ayağı üzerine durup, mağfiret talebinde bulundu.”
“Gam ve keder külünün üstüne oturdu; zellesine bahane bulmak için daldan dala sıçramadı.”
“Önünde ve arkasında azap meleklerini görünce, ancak;
«Rabbenâ zalemnâ enfüsenâ / Ey Rabbimiz, biz, nefsimize zulmettik.» dedi.” (Mesnevî, b. 12783-4-5-6)
Âdem -aleyhisselâm-’ın tevbesini Kur’ân-ı Kerim bize şöyle haber verir:
“(Âdem ile eşi) dediler ki:
«–Ey Rabbimiz!
Biz kendimize zulmettik.
Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.»” (el-A‘râf, 7/23)
Allah Teâlâ Âdem -aleyhisselâm-’ı yaratıp meleklere secdeyi emrettiğinde, şeytan büyüklük taslayarak ilâhî emre itaat etmemiştir.
Rabbine itaat etmeyen şeytan; Âdem -aleyhisselâm-’a secde etmemiş, lâkin bu hatanın sorumluluğunu da almamış, isyan edenlerden olmuştur.
Yine kibirlenerek ilk isyan eden de şeytan olmuştur.
Akabinde ise;
“Allah buyurdu:
«–Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir?»
(İblis;)
«–Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın!» dedi.” (el-A‘râf, 7/12) dedi.
Bu itaatsizliğinden sonra şeytan; isyanının sorumluluğunu almamış, suçu ilâhî iradeye bağlamış ve;
“…Beni azdırmana karşılık…” (el-A‘râf, 7/16) diyerek cevap vermiştir.
Âdem -aleyhisselâm-, kulluk edebi ile ilâhî rahmete sığınması sonucu affedilirken; şeytan, azmasının sonucu olarak ilâhî huzurdan kovulmuştur.
Mevlânâ Hazretleri beyitlerinde bunu şöyle ifade eder:
“Şeytan; «Beni azdırdığın için…» dedi; alçak şeytan kendi fiilini gizledi.”
“Âdem ise; «Biz kendimize zulmettik.» dedi; o bizim gibi Allâh’ın fiilinden gafil değildi.”
“Edebinden dolayı, günahta (Allâh’ı) gizledi de, o günahı kendine yüklemenin meyvesini yedi.”
“Tevbesinden sonra Allah;
«–Ey Âdem! Sendeki o günahı ve mihneti Ben yaratmadım mı?» dedi.”
“O benim takdirim ve kazam değil miydi? Özür dilerken onu niye gizledin?”
“Âdem;
«–Korktum da edebi bırakmadım.» dedi. Allah da;
«–Ben de onun için korudum seni.» dedi.”
“Saygı gösteren, saygı görür. Şeker getiren, badem helvası yer.” (Mesnevî, defter. 1, b. 1489-90-91-92-93-94-95)
Kula düşen; hiç hata yapmamak değil, yaptığı hata ve günahtan, atamız Âdem -aleyhisselâm- gibi pişman olarak tevbe etmektir.
İnsan; tabiatı gereği unutmaya, gaflete, hataya ve günaha meyyaldir.
Çünkü her an kendisine kötülüğü emreden bir nefsi ve ezelî düşmanı şeytan vardır.
Bu yüzden; şeytanın yolunu ve adımlarını takip etmememiz hususunda, Kur’ân-ı Kerim’de bize Nûr Sûresi 21. âyet-i kerîmesinde şöyle buyurur:
“Ey îmân edenler!
Şeytanın adımlarına uymayın!
Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilin ki o, ısrarla hayâsızlığı, çirkin ve kötü işleri yapmayı emreder.”
Akıllı insana gereken; hatasını, günahını görüp affetmesi için Allâh’ın kapısında durmaktır.
Çünkü;
“Ey gönül; işlediğin suçlara, kusurlara karşılık, Hak’tan özür dilemek için neler düşünüyorsun?
O’ndan sayılamayacak kadar lütuflar, iyilikler, ihsanlar, vefâlar gelmede; sende bunca hatalar, kusurlar, cefâlar görünmede.” (Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr)
Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de tevbeleri kabul ettiğini ve kulunu bağışlayacağının müjdesini bize haber vermektedir.
Bununla beraber Rahmân ve Rahîm oluşu ile de lütuf ve ihsanlarının arkası kesilmez. Her gün rızkımız bize gelir. Havamızda, suyumuzda bir eksilme olmaz. Nimetlerini yağdırır da yağdırır üzerimize. Mal verir, evlât verir, makam ve mevkî verir.
Akıllı kula düşen; Rabbinin bu nimetleri karşısında şükre, tevbeye ve istiğfâra sarılmaktır.
“Yaptığın kötülüklerden, işlediğin günahlardan pişman olup da, candan; «Allah!» dediğin zaman, seni belâlardan kurtarmak için senin imdâdına yetişen, sana o duyguyu veren, sana kendini hissettiren O’dur.” (Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr)
Bu yüzden tevbeyi bekletmemek ve hemen yapmak gerekir. Çünkü nefeslerimiz sayılı. Ömrün ne zaman son bulacağını bilmiyoruz.
Günah kirlerini yıkayıp temizleyecek, acziyetimizi ve hiçliğimizi bize idrâk ettirecek tevbeyi hemen yapmazsak, kalpte oluşan her siyah nokta, sonunda kalbin kararmasına, –Allah muhafaza- mühürlenmesine yol açacaktır.
“Çabucak günahın tesirini anlar ve; «Yâ Rabbî!» diye inleyerek tevbe eder.”
“Günahta ısrar ve kötülüğü âdet edinirse, basar-ı basîretine toprak doldurmuş olur; o günahı görmez ve o vicdan azâbını hissetmez.”
“Tevbe ve istiğfâr etmesini düşünmez de, o günah, onun kalbine iyi görünür; neticede ise dinden, îmandan olur.” (Mesnevî, b. 7312-3-4)
Oysa samimî gözyaşları, ihlâs ve samimiyetle yapılan tevbe, kalbi temizler. Ak pak ve duru eyler.
Bu yüzden Rabbimiz;
«Kulum belki tevbe eder.» diye günahının cezasını hemen vermez, belli bir süre mühlet verir, setreder.
Öyle ki;
Candan yapılan tevbe, kulu vezir bile eder. Yeter ki kul, Allâh’ın kapısında dursun. Samimiyetle gözyaşı döksün:
“Birkaç damla gözyaşı alır, şekerlerin bile kıskandığı Kevser’i verir.” (Mesnevî, defter. 6, b. 883)
Seni bununla da bırakmaz:
“Fakat bir hırsız; ona candan hizmetlerde bulunursa, ona sâdık olursa, onun doğruluğu, cefâyı kökünden söker atarsa, padişah onu vezir de yapar, hazine emîni de.” (Mesnevî, b. 19321)
Tevbe seni menziline ulaştıran en hızlı vasıtadır. Çevik bir at gibi seni sırtına alır ve Rabbinin huzûruna götürür.
“Haydi, tevbe atına bin de hırsıza yetiş; hırsızdan elbiselerini geri al.”
“Tevbe bineği şaşırtıcı bir binektir; bir anda yerden göğe doğru sıçrayıverir.” (Mesnevî, defter. 6, b. 462-3)
(Devam edecek…)