Mevlânâ Hazretleri’nin; GECELERİN İHYÂSINA BAKIŞI
Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com
İnsanın hakikatini keşfetmesi ve kendi kulluğunun anlamını çözmesi için, gecelerin ihyâsının hayatımızda önemli bir yeri vardır.
Gündüzün meşakkat ve yorgunluğundan sonra, hem dinlenmenin ve hem de Rab ile baş başa kalmanın en önemli zaman dilimi gece olmuştur. El ayak çekilip kul kendisiyle baş başa kaldığında, günün muhasebesini yine gecelerde yapmıştır. Kur’ân-ı Kerim’de gece, gündüzden daha fazla zikredilmiştir. Vahyin indiği, mânevî fetihlerin olduğu, sır perdesinin aralandığı, Sevgili’yle vuslatın olduğu, hikmetlerin gönle yağdığı vakit, yine gece olmuştur.
Gündüzün koşuşturması, hayhuyu içinde kalbiyle çok fazla baş başa kalamayan insan; yine gecelerde, dertlerini hatırlar, hastalıkları ağırlaşır, hasret gönülde tüter ve kul, Rabbine yönelir. Rabbimiz’in Kur’ân-ı Kerim’de üzerine yemin ettiğidir gece, demek ki o kadar kıymetlidir;
Bu hususta Rabbimiz;
“Geceye ve karanlığın kapladığı her şeye andolsun ki…” (el-İnşikāk, 17)
“Sükûna erdiği zaman geceye andolsun ki…” (ed-Duhâ, 2) ve;
“Kararmaya yüz tuttuğunda geceye; ağarmaya başladığında sabaha andolsun!” (et-Tekvîr, 17-18) şeklinde yemin etmiştir. Demek ki; sır ve hikmetleri dermek için, gece, bizim için ilâhî bir penceredir.
Gece örtüsünü üzerine al; gaflet örtüsünü yırt, parala, iç dünyana yönel. Bu yüzden de Mevlânâ Hazretleri buyurur ki:
“Karanlık gecede Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gibi, safâ aramaya bak! Çünkü O mânâ padişahı; bir gece mîrâc etti de eşşiz, benzersiz bir hâle geldi.” (Dîvân-ı Kebîr, gazel. 413)
Sen de yola çıkmak, ilâhî feyz ve hikmetlerden payına düşeni almak için ne bekliyorsun?
Allah Teâlâ, Peygamber Efendimiz’e Kur’ân-ı Kerim’de;
“Geceleyin kalk, az bir kısmı dışında geceyi ibâdetle geçir!” (el-Müzzemmil, 2) buyurmuştur. Çünkü ağır tebliğ görevini yerine getirebilmesi, emâneti yüklenmesi için, kalbî olarak tefekküre, ibâdete ve Allâh’a yönelmesinin gerekliliğine işaret buyurulmaktadır. Gece ibâdetinin ne kadar yapılacağı üzerinde, bir sayı ve rakam bulunmamaktadır. Bazı miktarlar belirtilmekte, tercih hakkı Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e bırakılmak üzere, belirtilen bu miktarlara göre ibâdet edilmesi emredilmektedir. Belirtilen miktarlar şunlardır:
•Az bir kısmı hâriç bütün gece.
•Gecenin yarısı.
•Yarısından biraz azı.
•Yarısından biraz fazlası.
Başlangıçta gece ibâdeti, hem Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e hem de müslümanlara farz kılınmıştı. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kalkıp, ayakları şişinceye kadar namaz kıldılar. Yirminci âyetle bu ibâdet müslümanlara tahfif edilmiş, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz için ise;
“Rasûlüm! Gecenin bir kısmında uyanıp Sana mahsus bir ibâdet olmak üzere teheccüd namazı kıl.” (el-İsrâ 17/79) emriyle farziyeti devam etmiştir. Daha çok «teheccüd» olarak bilinen bu ibâdet, diğer müslümanlar için mühim bir sünnet kabul edilmiştir.
Bizler de Peygamber Efendimiz’in ümmeti olarak, O’nun izinde takvâ sahibi kullardan olmak için, veraset-i enbiyâ olmak için, irşad hizmetlerimize devam etmek için, sorumlu olduğumuz ailemizi daha iyi yetiştirebilmek için, gecenin sırlarına bürünmeli ve Rabbimiz’in huzûruna durmalıyız. Kemal sahibi mü’minler için gece, ele geçmesi zor bir ganîmettir. Mevlânâ Hazretleri der ki:
“Geceleyin herkes sustu. Sen de O’nun huzûruna çıkmak, O’na münâcâtta bulunmak, O’nunla mânen buluşmak için abdest al; acele hazırlan, çünkü sesler ve gürültüler, halvet yerinin huzûrunu kaçırır.” (Dîvân-ı Kebîr, gazel. 413)
Yine Kur’ân-ı Kerîm’in nâzil olmaya başladığı vakit, Kadir Gecesi’dir ve bin aydan hayırlı kabul edilmiştir. Her mü’min, bu gecenin hasretiyle yanar tutuşur. Bu yüzden her geceyi ibâdet, zikir ve tefekkürle geçirme gayretinde olur. İlâhî ikrâma ve saâdete ulaşmak, tek hedef hâline gelir. Mevlânâ Hazretleri buyurur ki:
“Sâkî, bugün hepimiz Sana misafiriz. Her gecemiz Sen’in sayende Kadir Gecesi, her günümüz bayram oldu.” (Dîvân-ı Kebîr, gazel. 338)
Beklenen sevgili elbet gelecektir. Edeple, âdâbına uygun, ibâdet ve niyazla beklemek düşer kula;
“Hak âşığı olan, gönlünde bir istek bulunan kimse, gönül kapısına gider de gönül ona kapı açmazsa, elbette bunun bir sebebi vardır. Kapı açılmadı diye üzülme, git!
Gönül kapısında otur bekle, çünkü, o gizlenen sevgili ya gece yarısı yahut seher vakti gelir.”
“Her şeyden ayrılan, yalnız Allâh’ı arayan can, az bulunan eşsiz bir candır.” (Dîvân-ı Kebîr, gazel. 372)
Beklemenin zamanı gece, özellikle de seher vaktidir. Rabbimiz’in de bizden istediği, özellikle seher vakitlerini ihyâ etmemizdir. Çünkü bu vakti ihyâ etmek, diğer vakitlerden daha zordur; bunu da ancak ilâhî aşk ile dolu kullar yapabilmektedir. Mevlânâ Hazretleri, bu yüzden Sevgili’yi bekleyenlerin uyanık olmasını ister. «Uyuma!» der.
“Ey ay yüzlü güzel! Bir gece olsun Allah aşkı ile uyumazsan, geceyi ibâdetle ihyâ edersen, sana sonsuzluk hazinesi yüzünü gösterir.
Görünmez bir güneş, gayb âleminin güneşi geceleyin doğar da seni nurlandırır, ısıtır tûtiyâ yani mânevî sürme, gözlerindeki gaflet tozunu siler, gözlerini açar.
Aklını başına al da bu gece inat et, başını yastığa koyma! Yatma da saâdetin, mânevî mutluluğun sana ne ihsanlarda, lütuflarda bulunacağını gör.
Allah gündüzü çalışıp kazanman, rızkını elde etmen için sana ihsân etti. Geceyi de aşk için yarattı.
Halk gece olunca uykuya dalar uyur. Âşıklar ise bütün gece Allâh’a yalvarırlar, duâ ederler, âdeta O’nunla söyleşirler.
Cenâb-ı Hak bir gece, Dâvûd -aleyhisselâm-’a şöyle buyurdu: Kim bizi sevdiğini söyler, âşıklık dâvâsına girişir, sonra tutar bütün gece uyursa, onun sözü de yalandır, dâvâsı da yalandır. Âşık olanın gözüne uyku girer mi?
Ona bütün gece ötelerden / Allah’tan bir ses gelir durur. Ey zavallı! Kalk da, geceyi bir ganîmet, Allâh’ın bir lutfu olarak gör ve fırsattan yararlan!” (Divân-ı Kebîr, gazel. 96)
Geceyi ganîmet bilen âşıklardan olabilmek, ne büyük bir lütuf. Bu lutfa erişebilmek için, kulda gayret gereklidir. Rabbimiz buyurur ki:
“O müttakîler, geceleri pek az uyurlar, seher vakitlerinde de istiğfâra devam ederlerdi.” (ez-Zâriyât, 17-18)
“(O Rahmân’ın kulları ki,) Rablerinin huzûrunda kıyâma durarak ve secdelere kapanarak gecelerini ihyâ ederler.” (el-Furkān, 64)
Diğer bir âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“(Ey Rasûlüm!) Allah; (gece namaza) kalktığın vakit, Sen’i ve secde edenler arasında dolaştığını görüyor…” (eş-Şuarâ, 218-219)
Bu âyet-i kerîme hakkında Kādî Beyzâvî diyor ki:
“Ümmet için beş vakit namaz farz olup da gece namazı sünnet hâline gelince; Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ashâbın ahvâlini müşâhede sadedinde, gece vakti hücre-i saâdetlerinden dışarı çıkıp ashâbın evleri arasında dolaşmış ve o evleri; Kur’ân tilâveti, zikir ve tesbih sesleriyle arı kovanları gibi uğuldar bir hâlde bulmuştu.” (Envâru’t-Tenzîl, IV, 111)
İşte bu yüzden geceler kıymetli. Gecesini aydınlatmayan, nurdan kaçan, zulmette boğulur. Gündüz dünya işlerinin yapılması gereken vakittir. Gece ise Hak ile beraberliğin, aşkın ispat edildiği zamandır.
“Eğer geceler olmasaydı, bütün halk hırs ve tamahla çalışıp yorulmaktan kendilerini yakarlardı.
O vakit herkes; kazancı, hevesi ve hırsı ile bedenlerini çok yormuş, âdeta yakmış olurlardı.
İnsanlar, hırs ve tamahtan bir müddet kurtulsun diye; gece, bir rahmet hazinesi gibi zuhûr eder.” (Mesnevî, 11386-11387-11388)
Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de, Sûre-i Yûnus’ta 67. âyet-i kerîmede;
“O; geceyi -içinde sükûn ve istirahat etmeniz için- (karanlık), gündüzü ise (çalışıp kazanmanız için) ziyâdar olarak yaratandır. Şüphe yok ki bunda kulak verecek bir kavim için ibretler vardır.” buyurulmuştur.
Gece, bu yüzden; istiğfârın bolca yapılması ve gafletin izâle edilmesi gereken zaman dilimidir. Aklı da, gönlü de kapatan gaflete, dünya hırsına gecelerin nûru ile karşı koymak gerekir. Avâm gece uykuda dünya işlerinden, gafletten kurtulur; ârif ise gece uyanık kalarak kurtulur. Herkesin uykusu ve uyanıklığı mânevî hâline göre olur.
“Uyku esnasında; rûhun âzâd olup dünya hapsinden kurtulduğu için, nasıl sevindiğine dikkat et.” (Mesnevî, 11201)
Evet, fakr ve ihtiyaç yahut elem ve ızdırap içinde inleyen bir kimse uyudu mu, o ızdırap ve ihtiyacı unutur. Hattâ güzel güzel rüyalar görür. İşte o rüyalar, rûhun muvakkaten sıkıntıdan kurtulması ve şâd olması demektir.
“Uykuda iken zâlim, zulüm tabiatından kurtulur. Zindanda mahpus olan da, hapis düşüncesinden halâs olur.” (Mesnevî, 11202)
Şeyh Sâdî -kuddise sirruhû-, Gülistan’ında şöyle der:
Zâlimin biri, bir ârife;
“–İbâdetlerin hangisi efdaldir.” diye sordu.
O da;
“–Senin için öğle uykusu. Çünkü uykuda olduğun için kimseyi incitmezsin!” cevabını verdi.
Derler ki:
Sultan III. Mustafa; camiini yaptırmış, sonra tebdîl-i kıyafetle dışarıya çıkmış, caminin yanında eskicilik eden Lâleli Baba’nın kulübesine gelmiş;
“–Baba, dünyanın zevki nedir?” diye sormuş.
O da;
“–Senin için yiyip içmek ve yiyip içtiklerini defetmektir.” cevabını vermiş.
Padişah; bu cevabı kaba bulmuş, eskiciyi tekdir etmiş.
Lâleli Baba;
“–Öyle ise, sen; ye, iç de defetme!” demiş.
Padişah; saraya gelmiş, kabza uğramış, günlerce dışarıya çıkmamış, pek çok ızdırap çekmiş. Nihayet tahkîr ettiği eskiciye adam yollamış, ondan duâ istemiş ve onun duâsıyla ızdıraptan kurtulmuş. Hattâ bu münasebetle; camiye, Lâleli Baba’ya nisbet edilerek Lâleli Camii denilmiş.
Mâneviyattan zevk almayanların zevki de; hakikaten dolmak ve boşalmaktan, giyinip kuşanmaktan ibaret değil mi?
Öyleyse ey can!
Gece, menzile varanların uyanıklık vaktidir. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîfinde;
“Gece yolculuğunu tercih ediniz. Zira geceleyin yeryüzü dürülür (kolay yol alınır).” (Ebû Dâvûd, Cihâd 57) buyurmuş, başka bir hadîs-i şerîfinde; gece yol alan kimselerin hedefine ulaşacağını belirtmiş, ancak tek başına gece yolculuğunun tehlikesine de işaret etmiştir. (Bkz. Buhârî, Cihâd, 135)
Yine Hazret-i Peygamber; gece ibâdetine devam ederken, sonrasında bırakan bir kimseyi örnek göstererek, onun gibi olunmamasını salık vermiş;
“Geceleyin öyle bir zaman vardır ki; müslüman o zamana rastlayıp Allah’tan, dünya ve âhirete dair hayırlı bir şey dilese, Allah ona dilediğini verir. Bu her gece böyledir.” buyurmuştur.
Allah Teâlâ, gece seherlerde, semânın ilk katına keyfiyeti bizce meçhul bir şekilde inmekte ve;
«–İsteyin vereyim!» buyurmaktadır.
Mevlânâ Hazretleri der ki:
“Geceleyin yol yürünür. Çünkü gece, sırların rehberidir. Herkes uyurken; ilâhî aşk sırları, mânâ zevkleri gece gönle gelir. Çünkü ancak, geceleri gönlün kapıları açılır.” (Rubâîler c. 4, 146)
Yine hakikati görüp, her an bizi gözetleyen bir Rabbimiz olduğu şuuru, geceleri daha perçinlenir. Yine Mevlânâ Hazretleri şöyle buyurur:
“Bütün dostların işi; bu gece, altın gibi hâlis ve parlaktır. Hak âşıklarını çekemeyen hasetçilerin canları ise bu gece kördür, sağırdır. Onlar hakikati göremezler.
Ey gönül! Bu gece uyuma! Varacağın menzile doğru yürü. Çünkü gizli sevgili hep bizi gözetlemektedir.” (Dîvân-ı Kebîr, gazel. 140)
Gecenin hakikatini görebilen, uyumak istemez. Uykudan kaçar.
“Birçok nurlu gönüller, nurlu yüzler, tertemiz canlar geceyi ihyâ ederler, uyumazlar, ibâdet ederler. Allâh’a yalvarır yakarırlar.” (Dîvân-ı Kebîr, gazel. 141)
Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, ashâb-ı kirâma hitâben şöyle buyurmuştur:
“Gece ibâdetine dikkat ediniz! Çünkü o, sizden önceki sâlih kimselerin âdetidir.
Şüphesiz gece ibâdete kalkmak;
•Allâh’a yaklaşmaya vesiledir.
•Günahlardan alıkor,
•Hatalara keffâret olur ve
•Bedenden dertleri giderir.” (Tirmizî, Deavât, 101)
Hazret-i Mevlânâ, gecelerde yaşadığı aşk ve vecdi Dîvân-ı Kebîr’inde şöyle mısralara döker. Biz de merhum Emin IŞIK Hocanın nazmen tercüme ettiği bu duâ ve niyazla sözlerimize son verelim:
Sâkî! Kadehi, aşk-ı ilâhî ile doldur!
Mestâneye, ekmek sözü etmekten uzak dur!
Sun kevseri, kansın suya hep teşne gönüller,
Deryâda yüzen canlı, sudan başka ne ister.
Doldur o şerâbdan, yine doldur, yine bir sun!
Dursun gece, ey dost onu durdur, ne olursun!
Vur uykumu zincirlere vur, geçmesin anlar.
Varmaz gecenin farkına, varmaz uyuyanlar!