ŞÂBAN AYINDA O’NUN SEVGİSİYLE BÜTÜNLEŞMEK

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

 

Receb-i şerîfin ardından teşrif eden Şâban ayı, aramıza hoş geldi. Yüce ve Azîz olan Rabb-i Teâlâ bizleri şehru’r-Rasûl’den / Efendimiz’in ayından lâyıkıyla istifadelendirsin inşâallah. Bu vesileyle bütün İslam âleminin ve siz değerli okurlarımızın Şâbân-ı şerif ayını tebrik ediyoruz efendim. 

 

Allah -azze ve celle-; bizleri, bu mübârek ayda, O Âlemlere Rahmet olarak gönderilen dünyaya gelmiş geçmiş insanların en mükemmeli olan Sevgili Peygamberimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ı; canımızdan, malımızdan, en sevdiğimiz neyimiz varsa onlardan öte sevmeyi, yolunda olmayı ve yolunda ölmeyi nasip etsin. Âmîn…

 

Sevmek güzel şey dostlar. Sevgiler insanların kalplerinde farklı şekillerde tezâhür eder. İnsan sevdiğini çok söyler ya da tersinden söylersek, çok söylenen çok sevilir. Yine, ne çok söylenirse, o sevilir; söylenmeyen, itibar görmeyen, değer verilmeyen, sevilmeyendir. O hâlde kutlu Rasûl’ün ayında, O’nu söylemeli, O’nu yazmalı ki, O’na olan sevgi ve muhabbetlerimiz artsın, çoğalsın.

 

Kalplerdeki en kâmil sevgiler, gönlü canlı tutacak olanlardır. İdrâk edileceği üzere; yüce sevgiler, gönlü canlı tutar, rûhu diriltir. Rabb-i Teâlâ’ya ve O’nun sevgili Rasûl-i Kibriyâ’sına duyulan sevgi; kalbi yücelten, rûha ulvî âlemlerde seviye aldıran sevgidir. Bu yüce sevgi, mü’mini aşkullah ve muhabbet-i Rasûlullah kapısına vardırır. Ancak sevda kapısında, bu sevginin devamlı olması gerekir. Şerefli Nebî’nin ayı olan Şâbân-ı şerif ayında, muhabbet-i Rasûlullah ile hâllenmek hedefimiz olsun. Yâ Rabbî nasip et! Allâhümme âmîn.

 

Eğer bu sevgiye erişirsek ve o sevgide derinleşirsek, Mevlâ Teâlâ mü’mine irfan yollarını açar. O’nu sever, sevdirir ve sevindirir. Ne mutlu böylesi mü’minlere! Bilindiği üzere Cenâb-ı Hak; sevgiyi kâinatta her varlığa, kendi fıtratı ölçüsünde yerleştirmiştir. Mü’mine yakışan; ulvî sevgileri yüreğinde çoğaltmak, süflî sevgileri kalpten söküp atma mücadelesi vermektir. Hattâ ulvî sevgide, edep ölçüsünde yol almak şarttır. Fıtrî sevgilerin kararınca kalması adına, nefsin eğitilmesi hususunun ihmal edilmemesi gerekir.

 

Ulvî sevgilerin ilk basamağında; yüce ve Azîz olan Rabbimiz’in ayı olan Receb-i şerifte, Allah -azze ve celle-’ye olan sevgimizde derinleşmeye çalışmıştık. Şimdi ise, bu ulvî sevginin ikinci basamağı olan Şâban ayında; İki Cihânın Sultanı Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ı rakîkçe sevmenin yollarında mesafe almamız lâzımdır. O’nu sevmemizi zaten Allah Teâlâ istemektedir. İşte delili olan âyet-i kerîme: 

 

“Rasûlüm de ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmrân, 31) Demek ki; Peygamberimiz’i seversek, Rabbimiz de bizi sevecek ve günahlarımızı bağışlayacaktır.

 

Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’ı sevmek, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetini kazanmanın ve mağfiretine erişmenin en bariz sebebidir. Âyet bize bunu söylüyor.

 

Allah Teâlâ; en üstün varlık olarak yaratılan Hazret-i Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-’ı beşer olarak halk etti. Ancak «en üstün insan olma» şerefine yalnızca, O’nu lâyık kıldı. Nitekim âyet-i kerîmede buyurulur: 

 

“De ki: 

 

«–Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesata uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Rasûlü’nden ve Allah yolunda cihâd etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin!» 

 

Allah fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.” (et-Tevbe, 24) 

 

O’nu sevmek, âyet-i kerîme mûcibince îmânın gereğidir. 

 

Bilinmeli ki; imânın tadı, Allâh’ı ve Peygamber’i sevmekle alınır. Bu hususta, bizzat kendisi de; 

 

“Sizden biriniz beni annesinden-babasından, çoluk-çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe îmân etmiş olamaz.” (Buhârî, Îmân, 8) buyuruyorlar. Allah ve Peygamber sevgisi îmandandır, belki îmânın ta kendisidir. 

 

“Nitekim Hazret-i Ömer; 

 

«–Ey Allâh’ın Rasûlü! Ben sizi canımdan başka her şeyden daha çok severim.» dedi. Peygamberimiz;

 

«–Ey Ömer! Canımı kudret elinde tutan Allâh’a yemin ederim ki, beni canından daha çok sevmedikçe olgun mü’min olamazsın.» buyurunca, Peygamberimiz’i dikkatle dinleyen Hazret-i Ömer; 

 

«–Ey Allâh’ın Rasûlü! Vallâhi ben şimdi, sizi canımdan da daha çok seviyorum.» dedi. 

 

Peygamberimiz; 

 

«–İşte yâ Ömer, şimdi olgun mü’min oldun.» buyurdular.” (Nureddin Aynî, Sahîh-i Buhârî, Umdetü’l-Kārî şerhi, 2018, İst, c. 1, 144/4) 

 

O’nu sevmek, îmânın lezzetine varmaktır. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdular: 

 

“Üç özellik vardır; bunlar kimde bulunursa o, îmânın lezzetini tadar: 

 

•Allah ve Rasûlü’nü, (bu ikisinden başka) herkesten fazla sevmek. 

 

•Sevdiğini Allah için sevmek. 

 

•Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra; tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.” (Buhârî, Îmân, 9, 14) 

 

Cennette Hazret-i Peygamber’le beraber olabilmek için, O’nu sevmek şarttır

 

“Bir bedevî Rasûlullah -sallâl­lâhu aleyhi ve sellem-’e;

 

«–Kıyâmet ne zaman kopacak?» diye sordu. Efendimiz;

 

«–Kıyâmet için ne hazırladın?» buyurdu. 

 

«–Allah ve Rasûlü’nün sevgisini.» dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber; 

 

«–O hâlde sen, sevdiğin ile berabersin.» buyurdular.” (Müslim, Birr, 164)

 

Evet; 

 

“Kişi sevdiğiyle beraberdir.”

 

Rabbim; bizleri, dünyada ve âhirette, O’ndan ve yolundan ayırmasın inşâallah.

 

Bu sevginin nasıl olacağını yine Rasûlullâh’ın sözlerinden öğrenelim:

 

Hazret-i Peygamber’in sünnetini yaşatmak, O’na olan sevginin göstergesidir. 

 

Peygamber Efendimiz -sallâl­lâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: 

 

“Kim benim sünnetimi ihyâ ederse beni sevmiş olur. Beni seven de cennette benimle beraberdir.” (Tirmizî, İlim, 39/16)

 

Hazret-i Peygamber’e salât ü selâm getirmek, sevginin gereğidir. Peygamber Efendimiz karşısında, edebimizi muhafaza etmek, O’nun ismi anıldığı zaman; 

 

Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygamber’e salât ederler. Ey îmân edenler! Siz de O’na teslîmiyetle salât ve selâm getirin.” (el-Ahzâb, 6) emri gereği, O’nun mübârek ismi anıldığı zaman, salât ve selâm getirmek gerekir. 

 

Zira Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, normal bir insan gibi değildir. Evet, O bir kuldur, ama nasıl bir kuldur? Rabbimiz’in en sevdiği; “Habîbim!” dediği Peygamberi’dir. O’na edeple, tâzim ve hürmet etmelidir. Hattâ âyette;

 

“Ey inananlar! Seslerinizi, Peygamber’in sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin! Farkına varmadan, işlediklerinizin boşa gitmemesi için, Peygamber’e birbirinize bağırdığınız gibi yüksek sesle bağırmayın!” (el-Hucurât, 2) emri ortadayken, O’nun ismi anıldığında tıpkı yanımızda imiş gibi edep korunmaz mı?

 

Hazret-i Peygamber’i seven, sevdiğine tâbî olur, O’na itaat eder. Bunlardan da öte, İslâm dîniyle müşerref olabilmek ve âhirette kurtuluşa erişebilmek için, Allah Teâlâ Hazretleri’ne ve O’nun Peygamberi’ne itaati emreden; 

 

(Ey Muhammed!) De ki: 

 

«–Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allâh’ın hepinize gönderdiği Peygamberi’yim. 

 

O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. 

 

O, diriltir ve öldürür. 

 

O hâlde, Allâh’a ve O’nun sözlerine inanan Rasûlü’ne, O ümmî Peygamber’e îmân edin ve O’na uyun ki, doğru yolu bulasınız.»” (el-A‘râf, 158) emri varken, O Peygamber, baş tâcı edilmez de ne yapılır? 

 

Yine Kur’ân-ı Azîmüşşân’da; 

 

“Ey îmân edenler, Allâh’a itaat edin, Peygamber’e ve sizden olan ülü’l-emre itaat edin! 

 

Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allâh’a ve Rasûlü’ne götürün (onların tâlimâtına göre halledin). Bu hem hayırlı hem de netice bakımından daha güzeldir.” (en-Nisâ, 59) ve; 

 

“Hayır, Rabbine and olsun ki onlar; aralarında çıkan çekişmeli işlerde Sen’i hakem tayin edip, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslîmiyetle boyun eğmedikçe, îmân etmiş olmazlar.” (en-Nisâ, 59) âyetleri; yaşanan hayatın her alanında, Peygamber -aleyhisselâm-’ın rehberliğine muhtaç olduğumuzu göstermektedir. 

 

O -aleyhissalâtü vesselâm-; her hususta ve her durumda, müslümanların yegâne rehberidir. O’ndan hayatı boyu yanlış bir davranış sâdır olmamıştır. Olsa zaten Rabbi îkāz ederdi. Çünkü O Güzel İnsanı Rabbi terbiye etmişti. (Süyûtî, Câmiu’s sağîr, c, I, s. 12) 

 

Yüce Rabbimiz O Şerefli Peygamberi için; 

 

“Sen yüce bir ahlâk üzeresin.” (el-Kalem, 4) buyuruyor. Hâl böyleyken, bugün gerek müslümanlar gerekse bütün insanlık; O güzel ahlâk timsâlini, mukaddes Kitâbımız’da belirtildiği üzere; Allâh’ın Hak elçisini, kendimize tek misal ve en kâmil model olarak almamız gerekmez mi?

 

Zira topyekûn bütün insanlığın her hâlükârda, son Peygamber Nebiyy-i Zîşân Efendimiz’in getirdiği ilâhî mesajlara, O’nun pratik hayatına aktardığı sünnetlerine ivedilikle ihtiyacı vardır. İnsanlığın hâlinin perişanlığı bunu te’yîd ediyor. Tabiî bunun için, O en güzel ahlâk timsâlî: üsve-i hasene, sevgili Peygamberimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ı tanımamız gerekiyor. Bu vesileyle O’nun ayında, O’nun hayatını okuyalım; öğrenelim, öğretelim, anlamaya çalışalım, yolundan gidelim, rehber olarak tek O’nu tanıyalım -aleyhissalâtü vesselâm-.

 

Şunu unutmayalım ki, «Peygamber sevgisi», beşeriyet için muazzam bir muhabbet sığınağıdır. İnsanın en hassas duygusu olan sevginin dahî istismâr edildiği bir dünya düzeninde, Peygamber sevgisi bizim için ummanlar kadar kıymetlidir. Biz hem Hakk’ın sevgisinde, hem Peygamberimiz’in sevgisinde rahatlar, huzur dolar, tüm mutsuzluğumuzu umuda çeviririz. Hele bir de Rabbimiz’in evi, mukaddes beyt, Kâbe’de bulunduğumuzda; Rasûlümüz’ün kabr-i şerîfi Medîne-i Münevvere’yi ziyaret ettiğimizde, tarifi îzâh edilemez hazlar yaşarız. Zira Peygamber-i Zîşân buyuruyor ki; 

 

“Beni vefâtımdan sonra ziyaret edenler, hayatımda ziyaret etmiş gibidir.” (Beyhakî, Şuab, III, 488, H. No: 4151) 

 

Yine buyuruyorlar ki: 

 

“Kabrimi ziyaret edenlere, şefaatim sâbit olur.” (Beyhakî, Şuab, III, 490, H. No: 4159) Hakikaten bunlar ne büyük müjdeler!?.

 

Evet efendim, şu mübârek Şâban ayında O’nu seveceğiz. «Zaten seviyoruz!» derseniz, o zaman; «O’nun sevgisini tazelemek, hatırlamak gerekir.» deriz biz de. Seven, sevilir. O’nun tarafından sevilmek ise, bize ebedî bir saâdet kazandırır. Peki, şöyle bir O’nu neden sevmemiz gerektiğini kısaca özetlersek, şunlar söylenebilir:

 

•Peygamberimiz -aleyhissalâtü vesselâm-; bize Kâinâtın Mutlak Hâkimi Allah Teâlâ’yı tanıttığı için, O’nu sevmeliyiz.

 

•Bize içinden hiç çıkmayacağımız bâkî bir âlemi anlattığı, cennet yollarını gösterdiği için, O -aleyhissalâtü vesselâm-’ı sevmeliyiz.

 

•Kur’ân-ı Azîmüşşân gibi bir muhteşem kutsî kitabı bize getirdiği için, O -aleyhissalâtü vesselâm-’ı sevmeliyiz. 

 

•Dünya ve ukbâyı en kâmil bir şekilde yaşama şekillerini bizzat kendi pratik yaşantısında uygulayarak, bize; «En güzel misal: üsve-i hasene» olduğu için, O -aleyhissalâtü vesselâm-’ı sevmeliyiz.

 

•Bize ilmi tavsiye ettiği; hikmeti, irfânı gösterdiği; edebi-terbiyeyi öğrettiği için, O -aleyhissalâtü vesselâm-’ı sevmeliyiz. 

 

•En mükemmel ahlâkı ve yaşantısıyla bize rehberlik ettiği için O -aleyhissalâtü vesselâm-’ı sevmeliyiz.

 

•Mekke’nin fethiyle en muazzam bir affetme misâli sergilediği ve bize affetmenin büyüklüğün şânından olduğunu göstermekle, merhameti ve rahmeti öğrettiği için, O -aleyhissalâtü vesselâm-’ı sevmeliyiz. 

 

•Getirdiği prensiplerle, dünyada en mükemmel hükümlerin, dîn-i
mübîn-i İslâm’da olduğunu bütün insanlığa vazettiği için, 
O -aleyhissalâtü vesselâm-’ı sevmeliyiz.

 

Hâsılı Peygamber’e olan sevgimiz, bir müslümanı cennete götürecek büyük bir sermayedir. O’nu çok sevelim. Hayatını şu güzel ayda öğrenelim, O’na kendimizi tanıtıcı bolca salevatlar getirelim. En önce de, sırf O’nun için, O’nun ayında bir hatim okuyalım inşâallah.

 

Şefaatine erişmek niyâzıyla…