ZEKÂT ETRAFINDA
Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM
ZEKÂTIN EHEMMİYETİ
Zekât en önemli ibâdetlerimizden biridir. Cenâb-ı Allah, Kur’ân-ı Kerim’de namazı zikrettiği birçok yerde zekâtı da zikrediyor. Dolayısıyla namaz ve zekât birbirinden ayrılmaz.
İki önemli ibâdetimiz:
Namaz: Bedenî ibâdet, bedenimizle Rabbimiz’e arz ettiğimiz kulluğumuz.
Zekât: Mâlî ibâdet, mal varlığımızla Rabbimiz’e sunduğumuz kulluğumuz.
Bu ibâdetlerle alâkalı temel bilgileri öğrenmekle her müslüman mükelleftir. Aklımıza;
“–Zengin değilse de şart mı?” diye bir sual gelebilir. Bir fakire de; fakirliğin nerede bitip, zenginliğin nerede başladığını bilmek, bunun şer‘î tarifini öğrenmek vazifesi düşüyor. Aksi hâlde; dînen zekât almaması gerekirken, haksız olarak almış olabilir.
Varlıklı, iş güç sahibi kardeşlerimiz ise; işleri için nasıl muhasebecilerle, mâlî müşâvirlerle, yatırım danışmanlarıyla istişâre ediyorlarsa, zekât hususunda da, fıkıh bilen hocalarla görüşmeleri gerekir.
Çünkü farz bir ibâdetten bahsediyoruz. Hata yapıldığında, eksik kaldığında, âhirette hesabıyla karşılaşacağımız mâlî bir mükellefiyet bu…
Zekât etrafında çok sorulan birkaç fetvâ ile devam edelim:
ZEKÂTIN GÜNÜ
Zekât yıllık bir ibâdettir. Peki zekât, yılın hangi gününde hesaplanacak, hangi gününde edâ edilecek? 1 Ocak mı? 31 Aralık mı?
Hayır… İslâm’da ibâdet takvimi, kamerî sene sistemiyle yürür. Ramazan ayındaki orucumuz gibi, Zilhicce ayında edâ edilen haccımız ve kurbanımız gibi, zekât da kamerî yıl sisteminde verilmelidir. Kamerî yıl, şemsî yıla göre 10 ilâ 11 gün daha kısa olduğu için, bunda fakirlerin bir menfaati ve hakkı da var.
Meselâ hep 1 Ocak’ta zekât hesaplayıp veren kişi, 33 şemsî yılın sonunda 1 kamerî yılın zekâtını vermemiş olur.
Bu duruma düşmemek için; zekât günümüz, hicrî aylardan bir gün olacak. Aslında bu gün; kişinin ilk zekât mükellefi olduğu gün olarak kaydedilmeli, ilerleyen yıllarda da zekât hesaplaması o tarihte yapılmalıdır.
Yani;
Her müslümanın bir zekât günü olur. Bu her müslüman için doğum gününden çok daha önemli olan bir tarihtir.
Zenginliğin ölçüsü, 20 miskal (80 gram) altın veya kıymeti kadar, ihtiyaç fazlası paradır. Kişinin bir geliri geldi ve ilk kez bu zenginliğe ulaştı: O günün kamerî gününü kaydetmeli. Üzerinden bir yıl geçti, yine aynı kamerî gün o para 80 gram altın veya değerinin altına düşmedi. İşte o rakamdan zekât verilecek.
Miktar olarak çok ve dağınık mal ve gelirleri olan, bunları saymak hususunda, hicrî takvim gibi yıl içinde gezinen bir tarihi kullanamayacak insanlar olabilir. Onlar şemsî tarihli mal sayımlarına itibar etmek istiyorlarsa, o zaman kırkta 1 / % 2,5 olan ölçüyü bir miktar artırarak, o on günlük farkı kapatabilir.
Fakat en doğrusu, kamerî tarihtir. Çünkü hesaplanacak servette 10-11 gün içinde de büyük farklar oluşabilir. Meselâ kişi yıl içinde bir gün arabasını yükseltti. Servetinden 1.000.000 TL eksildi. Aslî ihtiyaç olan arabadan zekât verilmez. Hesaplama günü kamerî olsaydı, belki o para servetin içinde olacaktı, şemsî olunca, dışında kaldı. Böyle farkına varılamayan noksanlaşmalar olmaması için, tam hesaplama adına kamerî gün oluşturulmalıdır.
Bu bahsettiğimiz gün, zekâtı hesaplama günüdür.
Zekâtı fakire, muhtaca aynı gün vermek şart mıdır?
Muhtaca bir anda yığmak yerine aydan aya taksit taksit veremez miyiz?
Ramazân-ı şerîfi bekleyip bir kısmını o mübârek günlerde versek olmaz mı?
Zekâtı hesaplama günü; verilecek meblâğı ayırmak, değer kaybına karşı korumak şartıyla, sahibine ulaştırma işini, bu tür iyi niyetli bir takvime bağlamak mümkündür. Lâkin şeytanın ve nefsin erteletmesine kapılmak son derecede tehlikelidir. Hele de para değer kaybederken; onu altına vs. bağlamadan böyle tehir etmek veya sebepsiz olarak o paradan yararlanmaya devam etmek, fakirin hakkını gasp etmek olur.
KENDİNİ FAKİR SANAN ZENGİN
Zenginliğin nisâbı / alt sınırı, 80 gram altın veya bedeli dedik. Ocak 2025’te 80 gram altın yaklaşık 250.000 TL ediyor. Bu, çok yüksek bir rakam değil.
Bazı dar gelirli insanlar var. Geçinmekte zorlanıyor. Hayır müesseselerinden veya hayırseverlerden yardım istiyor. Fakat o kişinin; oturduğu ev dışında bir yerlerde ikinci bir evi, bir arsası veya tarlası olabiliyor. Değeri de nisab kadar veya üstünde. Bu mallar belki bir gelir getirmiyor ama kendi mâlî değerleri, o kişiyi fakir olmaktan çıkarıyor. Bu durumda olan bir kişi; ümmet-i Muhammed’den yardım istemeden önce, bu malları nakde dönüştürmeli.
Varyemez denilen bir tür karakter var. Kıyamıyor, satamıyor, elden çıkaramıyor. Ancak nakde ihtiyacı var. Başkalarından istiyor. Öyleyse hâlini şeffaf bir şekilde o insanlara veya müesseselere anlatmalı. Bir zengin, bu durumdaki bir kişiye de yardım edebilir. Ancak bu yardım, hayır-hasenat veya hediye olacaktır. Zekât olarak makbul olmaz.1
TALEBEYE ZEKÂT
Öğrenciler bülûğ çağından önce, ona bakmakla mükellef olan babanın uhdesindedir. Zengin bir baba, çocuğunun masraflarını da karşılar. Bu durumdaki öğrencilere zekât verilmesi doğru olmaz.
Ancak baba da fakir ise, çocuğunun eğitim masraflarını karşılamakta zorlanıyorsa, bu talebelere zekât verilebilir.
Bülûğ çağından sonra ise, talebenin kendi durumuna bakılır. Tahsil çağında böyle bir talebenin zengin olma ihtimali son derecede düşüktür. Belki mîras kalmış olabilir. Onlara zekât verilmez.
Bu nâdir örnekler dışında, muhtaç talebeye zekât verilir. Bunun sebebi, bu öğrencilerin kendilerini ilme verdikleri için çalışamama durumlarıdır. Onların vakti ders ile müzâkere ile geçer. Hattâ müesseselerinde ayrıca hasbî olarak hizmet ve gayret ederler.
Şu âyet-i kerîme bu gruba hayır yapmayı bilhassa teşvik eder:
“(Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları sîmâlarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.” (el-Bakara, 273)
Ancak çalışma çağına gelen; imamlık, müezzinlik, hocalık yahut belletmenlik yapan talebeler de olur. Onların durumu, diğer insanlar gibidir.
GAYR-İ MENKULLERİN ZEKÂTI
Ev, tarla, arsa… Bunlara gayr-i menkul / taşınmaz mal diyoruz.
Dînimiz; havâic-i asliyeden, yani temel ihtiyaçlardan zekât istemiyor. Dolayısıyla kişinin oturduğu evin değerinden zekât vermesi gerekmiyor.
Yine kendi veya ailesinin ev ihtiyacı için bir arsa almış, oraya oturmak için ev yapacak. Buna da zekât gerekmiyor.
Ekip biçip karnını doyurduğu tarlanın da kendi mâliyetine zekât düşmez. Oradan çıkan ürünlerin öşür diye bir zekâtı var.2
Yaz aylarında oturmak üzere alınan yazlık, 10-15 gün dinlenmek için alınan devre mülk… Bunlara da zekât düşmez.
Bunların dışında, yatırım maksatlı alınan gayr-i menkulün zekâtı vardır.
Yatırım ne demektir? Kâr etmek için bir parayı bir sahaya yatırmak. Kâr maksatlı işlemleri ticaret olarak değerlendiriyoruz.
Nasıl bir bakkal üçe alıyor, dörde satıyor, bir ticaret yapıyor, kâr elde ediyor. Zekât günü geldiğinde de bu mallardan ve kasasındaki paradan zekât veriyor.
Bir kişi de bir dükkân veya arsa almış;
“–Üçe aldım, yarın burası değerlenir, beşe satarım!” diye düşünüyor, bu ticârî maksattır. Buranın da yıllık zekâtını vermesi gerekir.
Yani sadece müteahhit veya inşaat firmaları sahipleri, arsa alırsa ticârî maldır, dolayısıyla onlara zekât düşer; gerisine düşmez şeklindeki anlayış, zekâttan mal kaçmasına sebebiyet verir.
Düşünelim: Arsaya yatırılan para; altın, döviz veya hisse senedi gibi bir başka alana yatırılsa da her yıl zekâtı gerekecekti.
Kişi; «Kirasıyla geçinirim.» diye ev veya dükkân aldı. Bu, ticârî faaliyet yahut yatırım değildir. O kişi, kirasından zekât verir. Yani o kiralar, her yıl zekât gününde toplayıp hesaplayacağı nâmî gelirler arasına yazılır.
Burada şöyle bir problem çıkıyor:
Zekât, hangi bedel üzerinden verilecek?
İşleyen bir müessesede; dükkândaki ticârî malların alış fiyatı üzerinden mi, satış fiyatı üzerinden mi zekâtını hesaplayacağız?
Âlimlerimiz diyorlar ki:
“–O mal o gün tedarik edilecek olsa, iş sahibine kaça mal oluyorsa, onun üzerinden zekât verilir.”
Diyelim ki bir kardeşimiz lâstik ticareti yapıyor. Lâstiği 100 TL’ye almış, depoya koymuş. Zekât hesaplama gününde, o lâstiği alacak olsa 120 TL ise, depodaki o ürünleri 120 TL üzerinden hesaplamalıdır.
Gayr-i menkulde, bunu hesaplamakta güçlük olabilir. Piyasanın durgun zamanı olur, hareketli zamanı olur. 2-3 emlâkçıya sorarak piyasa fiyatını tespit edebilir.
Çok büyük arsalarda, kişinin eline para ancak sattığında geçecektir. O büyük arsanın zekâtını verecek nakit para, elinde bulunmayabilir. O durumda, arsanın o yılki zekâtını malın aynında (fizikî varlığında) tayin eder. Evlâtlarına vesâire de bildirir:
“–Bu arsanın 1446 senesine ait zekâtı olarak % 2,5’u zekâttır.” der. Ertesi sene de aynı şekilde yapacak ise, kalan % 97,5’un % 2,5’unu hesaplar.
Sonunda satış olduğunda, bu meblâğları zekât olarak yerine ulaştırır.
Burada aynî zekât tabirini açıklayalım:
Meselâ ticârî mal olan 40 takım elbiseden birini zekât olarak verirseniz, aynî zekât vermiş olursunuz.
Bir takım elbisenin kıymetini (o günkü alış fiyatını) da verebilirsiniz. Çünkü para vermek, fakir için her zaman daha avantajlıdır. Para ile her şey alınır. Lâkin aynî mallar temel ihtiyaç maddesi değilse, nakde dönüştürmeyi herkes başaramaz.
Dînimiz zekâtın ötesinde; infak, sadaka, hayrât, açları doyurmak, iftar vermek, kurban kesmek, sadaka-i fıtır, vakıf ve benzeri birçok mâlî vazifeler de istemektedir. Bu sebeple zekât için, asgarî infak denilir. Bu yazımızda dikkat çektiğimiz hususlar; asgarînin de altına inip, Allah katında bir farzı edâ edememiş ve fukarânın hakkını gasp etmiş duruma düşmemek içindir.
Cenâb-ı Hak, bizlere zekâtı da infâkı da sevdirsin.
_________________________________
1 Zenginliğin basamaklarını ve farklı mükellefiyetlerini şu yazımızdan okuyabilirsiniz: https://www.yuzaki.com/2023/04/zenginlik-ve-sadaka-i-fitir/
2 Öşür ile alâkalı bilgiler için şu yazımızı okuyabilirsiniz: https://www.yuzaki.com/2021/11/toprak-nimetine-sukur-osur/