İslâm’ın İlk Büyük Savaşı BEDİR GAZVESİ-4-
Âdem SARAÇvardisarac@yahoo.com.tr
Rasûlullah –aleyhisselâm– komutasındaki sahâbîler; gaspçı kervanı ele geçirmek için yola çıkmışlar, yolculuklarına devam ediyorlardı.
Diğer taraftan da Ebû Süfyan bin Harb; İslâm ordusunun, kervanı basma haberini alır almaz, aceleyle Damdam bin Amr’ı Mekke’ye göndermiş, çok âcil yardım istemişti. Damdam’ın Mekke’ye varıp ortalığı fena hâlde karıştırması üzerine, çabucak hazırlanan müşrik ordusu yola çıkmak üzereydi.
Eli silâh tutan bütün müşrik erkekleri, bu sefere katılıyorlardı. Çok önemli mazeretleri sebebiyle katılamayanlar, yerlerine mutlaka bir adam tutup gönderiyorlardı. Ebû Leheb de bunlardan biriydi. Rahatsızlığı sebebiyle; Âs bin Hişâm’a çok büyük bir miktarda para vererek, onu kendi yerine bedel olarak tutmuştu.
Mekke müşrikleri bir yandan hızla hazırlık yapmışlar; bir yandan da her türlü tedarik için, imkânlarının üstünde bir gayret sarf etmişlerdi. Hattâ o kadar ki; içlerindeki zenginler, müslümanları ortadan kaldırmak için, bütün varlıklarını ortaya koymuşlardı. Yani o âna kadar böyle bir cömertlik yapmamışlardı:
–Ey Kureyş topluluğu! Müslümanlar çok ileri gittiler! Putlarımızı ve dînimizi terk edip, yeni bir din ortaya attıkları yetmiyormuş gibi, bir de Yesrib’e (Medine’ye) gidip, onlarla iş birliği yaparak, kervanımızı vurmak için harekete geçmişler! Biz buna müsaade etmeyiz! Hemen yola çıkıp, işlerini bitirelim artık! Deve isteyene, işte deve; istediği kadar alsın! Yiyecek isteyene, işte yiyecek; ne kadar isterse, o kadar alsın! Yeter ki, hemen yola çıkıp onların işini bitirelim!
–Andolsun ki, O’nunla ve ashâbı ile çarpışacağız! Sizden hiç kimse geri kalmasın! Yiyeceği olmayana, işte yiyecek! Eğer onlar ticaret kervanımızı ele geçirecek olursa, muhakkak ki ardından da onunla Mekke üzerine de yürürler!
–Ey Kureyş topluluğu! Bir an önce hazırlıklarımızı bitirip, hemen yola çıkmalıyız. Kimin yiyeceği içeceği yoksa, biz onların hepsini temin edeceğiz. Yeter ki bir an önce yola çıkalım!1
Mekke müşrikleri birbirlerini teşvik ve tahrik ederek, 950-1000 kişilik bir ordu oluşturmuşlardı. Ordu içinde 700 develeri, 100 veya 200 atları vardı. Atlıların hepsi, çok iyi korunaklı bir şekilde zırhlarla kaplanmıştı.2
Hem orduyu tahrik ve teşvik etmek ve hem de eğlendirmek için, şarkıcı câriyelerini de yanlarına alıp, bir yandan tefler çaldırarak, bir yandan da müslümanları yeren şiirler okuyup okutarak, yola çıkıyorlardı.3
Rasûlullah –aleyhisselâm-; Mekke müşriklerinin kervanlarını korumak üzere, büyük bir ordu hazırlayıp üzerlerine gelmekte oldukları haberi alınınca, durumu değerlendirmek için, hemen istişâreye başladı. Gelişmeleri kısaca özetledikten sonra, sevgili ashâbını müşriklerle çarpışmaya hazırlamak istedi:4
“–Yüce Allah, iki tâifeden birisini bana va‘detti, bunlar ya kervan ya da müşrik ordusu! Mekke müşrik ordusu yola çıkmış, bize doğru geliyor! Ne dersiniz? Sizce kervan mı yoksa müşrik ordusu mu; hangisi üzerine gidelim?”5
Rasûlullah –aleyhisselâm-’ın bu sorusu üzerine, bazıları şöyle cevap verdiler:
–YâRasûlâllah! Biz kervanı vurmak için yola çıktık! Bize göre ordunun karşısına çıkmaktansa, kervanın üzerine yürümek daha iyidir!
Bu cevap Rasûlullah –aleyhisselâm-’ın hiç hoşuna gitmedi. Öyle ki mübârek yüzünün rengi bile değişti. Ardından aynı şeyi tekrarlayarak şöyle buyurdu:
“–Mekke müşrik ordusu yola çıkmış, bize doğru geliyor! Ne dersiniz? Size kervan mı yoksa müşrik ordusu mu daha iyidir? Kervan deniz sahiline doğru geçip gitti. Mekke müşrik ordusu ise, üzerimize doğru geliyor! Ne dersiniz?”6
–YâRasûlâllah! Biz kervanı vuracağız diye yola çıktık, bu yüzden kervan üzerine yürüyelim! Düşmanı bırakalım, kervana yürüyelim!
Rasûlullah –aleyhisselâm-; bu cevaplara bozulup kızdığını belli ederek, ayağa kalktı! O’nun hemen ardından da Hazret-i Ebûbekir ile Hazret-i Ömer de ayağa kalkıp, Rasûlullâh’ın arzu ettiği güzel sözler söylediler.
–Allah ve Rasûlü ne buyurursa, biz O’na itaat ederiz!
Onlardan sonra da Hazret-i Mikdâd bin Amr bin Sa‘lebe yerinden kalktı:
–YâRasûlâllah! Allâh’ın emrettiği şeyi yerine getir! Biz her zaman Sen’in yanındayız! Vallâhi, biz Sana, İsrâiloğulları’nın Musa –aleyhisselâm-’a dediği gibi;
“Sen ve Rabbin gidip savaşın, biz muhakkak burada oturup bekleyicileriz.”demeyiz! Ancak biz;
“Sen ve Rabbin gidip savaşın, biz de sizinle birlikte savaşırız.” deriz! Hak din ve Kitâb ile Sen’i Rasûlullah olarak gönderen Allâh’a yemin ederiz ki; Sen bizi Birkü’l-Gımâd’a kadar yürütecek olsan, oraya varıncaya kadar hiçbirimiz Sen’den ayrılmaz, Sen’inle birlikte gider, Sen’in önünde ardında savaşırız! Sen gidip denize dalsan, biz de Sen’inle birlikte denize dalarız! Her zaman ve her yerde Sen’inleyiz yâ Rasûlâllah!7
“–Hayra eresin!”8
Hazret-i Mikdâd bin Amr’ın bu güzel cevabı karşısında çok memnun olan Rasûlullah –aleyhisselâm-, ona; “Hayra eresin!”diyerek, onun için hayır diledikten sonra, bir de özel duâ etti.9
Rasûlullah –aleyhisselâm-, asıl ensârı konuşturmak istiyordu. Bunun da iki ana sebebi vardı. Birincisi, orduda onların sayıları çoktu. İkincisi de Akabe Bey‘atı esnasında şöyle söz vermişlerdi:
“–YâRasûlâllah! Sen bizim diyarımıza gelinceye kadar, biz Sen’in himayenden uzağız. Bize gelip kavuştuğun zaman, bizim himayemizdesin. Çocuklarımızı ve kadınlarımızı koruyup savunduğumuz şeylerden, Sen’i de korur ve savunuruz.”
İşte bunun için, onlar Medine dışında düşmanla savaşmak istemeyebilirlerdi. Onlar, ancak Medine içinde koruyacaklarına, savunacaklarına söz vermiş bulunuyorlardı çünkü.
“–Ey insanlar! Siz de bana görüşünüzü açıklayınız!”10
Rasûlullah –aleyhisselâm-’ın, genel ifade eden bu sorusunu ve gelişmekte olan hassas durumu gören Hazret-i Sa‘d bin Muaz söz aldı:
–YâRasûlâllah! Sen galiba bizi (ensârı) konuşturmak istiyor gibisin!
“–Evet!”
–YâRasûlâllah! Biz Sen’in tebligatınla Allah ve Rasûlü’neîmân etmiş, Sen’i doğrulayıp tasdik ederek, bize getirdiklerinin Hak din olduğuna ve gerçekliğine şahâdet getirmiş, bu yolda dinlemek ve itaat etmek üzere Sana kesin sözler de vermiş bulunuyoruz! YâRasûlâllah! Sen, istediğini yap! Sen’i Hak din ve Hak Rasûl olarak gönderen Allâh’a yemin ederim ki, Sen bize şu denizi gösterip dalsan, Sen’inle birlikte biz de dalarız, içimizden hiç kimse geri kalmaz! Sen’in, yarın bizi düşmanımızla karşılaştırmandan da hoşnutsuzluk göstermeyiz. Savaşta sabır ve sebat göstermek, düşmanla karşılaşınca da sadâkatten ayrılmamak, bizim şiârımızdır. Umulur ki Allah, Sana bizden, gözünü aydın edecek şeyler gösterecektir! Yürüt bizi Allâh’ın bereketine doğru yâ Rasûlâllah!11
Hazret-i Sa‘d bin Muaz böyle söyleyince, Rasûlullah –aleyhisselâm– çok memnun oldu. Mübârek yüzü bir başka nurlandı, sevindi, neşelendi!
“–Yürüyün haydi öyleyse, Allâh’ın bereketine doğru! Size müjdelerim ki; Allah, bana iki tâifenin birini va‘d buyurdu. Vallâhi ben; şu anda, sanki o kavmin vurulup düşecekleri yerlere bakıyor gibiyim!”12
Siyer ve İslâm tarihi alanında olduğu gibi; daha diğer birçok alanda meşhur olan Bedir Gazvesi, aynı zamanda «Bedir Yolu» diye ifade ettiğimiz güzergâh açısından da çok büyük bir öneme sahiptir.
Rasûlullah –aleyhisselâm-’ın; sevgili ashâbı ile Medine’den çıkıp, Bedir’e kadar takip ettiği güzergâh, kaynaklarımızda tesbit edilmiş olup, daha sonra o yol boyu yapılan mescidler de yine bu sefer ile meşhur olmuştur. Sefer esnasında, mescid olarak uygun gördükleri yerlerin etrafını taşlarla çevirip, namaz kılmışlardı, daha sonraki yıllarda da buralara mescidler yapılmıştır.13 Şimdi bu güzergâhı, sırasıyla görmeye ve o kutlu yolcularla beraber olmaya çalışalım inşâallah…
Medine’den çıkarken önce Mekke’ye doğru giden dağ içindeki yolu takip ederek, Akîk Vadisi’ne varıldı. Oradan ilerleyip İbn-i Ezher deresine kadar ıssız yollardan gidip, orada konakladılar. Rasûlullah –aleyhisselâm-, bir ağacın altına geçip oturdu. Hazret-i Ebûbekir; hemen taşlarla küçük bir mescid yapmaya başlayınca, diğerleri de bu işe koşuştular. Kısa sürede yapılan bu mütevâzımescidde namaz kıldılar. Pazartesi sabahına kadar orada kaldılar.
Peygamberimiz –aleyhisselâm– ve ordusu; İbn-i Ezher deresinden kalkıp, Zü’l-Huleyfe mevkiine vardılar. Ondan sonra, Zâtü’l-Ceyş denen yere vardılar, devam ederek Turhan’a ulaştılar. Yola devam edip Melel, Merarayn, Gamîsu’l-Hamam, Suhayratu’l-Yemam, Seyyâle, Feccu’r-Revhâ, Senûke, Irku’z-Zabya, Secsec’e vardılar ki, burası Revhâ kuyusudur. Buradan yeterince su ihtiyaçlarını görüp; Munsaraf denen yere kadar ilerleyince, Mekke yolunu solda bırakarak, sağ taraftan, Nâziye üzerinden Bedir’e doğru gitmeye devam ettiler.
Nâziye ile Mazîk-ı Safra arasındaki Ruhkanvâdisini geçip, Mazîk üzerinden Safra yakınına kadar vardılar. Orada bulunduğu sırada Rasûlullah –aleyhisselâm-; Cühenîkabîlesinden Hazret-i Besbes ile Adiyy bin Ebi’z-Zağba’yı, tahkik için Ebû Süfyân bin Harb ve başkaları hakkında edinecekleri haberleri getirsinler diye, Bedir’e önden gönderdi. Harekete devam eden ordu, iki dağ arasında bir köy olan Saffa’ya varınca, Safra’yı solda bırakarak, sağ taraftan Zefiranvâdisine doğru ilerleyip orada konakladılar.
Peygamberimiz –aleyhisselâm-; ordusuyla yeterince dinlendikten sonra, Zefiran’dan ayrılıp, Esâfir diye anılan sarp yokuşlara doğru ilerlediler. Oralardan da Debbe diye anılan bir beldeye vardılar. Dağlar gibi büyük kum tepeleri olan Hannan’ı sağda bırakarak, Bedir’in yakınına kadar ulaştılar.
Rasûlullah –aleyhisselâm– ile Hazret-i Ebûbekir; hayvanlarına binerek, çevrede rastladıkları Süfyân-ı Damrî adındaki bir ihtiyarın yanında durdular. Kendilerini açık etmeden, ona hem Mekke müşrik ordusu ve hem de Medine İslâm ordusu hakkında bir malûmatı olup olmadığını sordular. İhtiyar adam da ihtiyatlı davrandı:
–Siz kendinizin kimlerden olduğunuzu söylemedikçe, ben de size sorduğunuz şeylerin cevaplarını söylemeyeceğim!
“–Sen bize bildiklerini söylediğin zaman, biz de sana nereden olduğumuzu söyleriz!”14
–Ben haber aldığıma göre, Ebu’l-Kāsım ve ashâbı şu ve şu günde Medine’den yola çıktılar. Eğer bana haber veren doğru söylemişse, onlar bugün şu şu yerdedirler! (Peygamberimiz ile ashâbının gelip konduğu yeri söyledi.)
Yine ben haber aldım ki, Kureyş ordusu şu şu günde Mekke’den hareket ettiler! Eğer bana haber veren doğru söylemişse, onlar da bugün şu şu yerdedirler! (Mekke müşrik ordusunun bulunduğu yeri söyledi.)
Şimdi de siz söyleyin bakalım, siz kimlerdensiniz?
نَحْنُ مِنْ مَاءٍ
“–Biz sudanız!”15
Rasûlullah –aleyhisselâm-; bir yandan yaratılanların temelinin su olduğunu söylerken, bir yandan da ihtiyar adama cevap vermiş ve kendilerini de açığa vurmamış oluyordu. Bunları konuştuktan sonra, orada fazla oyalanmadan ordunun yanına döndüler.
Tekrar harekete geçip, Bedir’in yakınında bir yere varıp kondular. Medine’den çıkılan yol, nihayet burada bitmişti.16
Peygamber Efendimiz, burada gerekli bütün tedbirleri aldırdı.
–Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-
________________
1 Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, c. 1, s. 290; Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 3, s. 32; İbnu’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, c. 2, s. 118; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 260.
2 Vâkıdî, el-Meğâzî, c. 1, s. 39.
3 Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 260.
4 İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Meğâzîve’ş-Şemâilve’s-Siyer, c. 1, s. 250.
5 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n–Nebeviyye, c. 2, s. 269-270; Taberî, Târîhu’l-Ümemve’l-Mülûk, c. 2, s. 275; Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 3, s. 33; İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, c. 1, s. 250; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 265; İbn-i Haldun, Târih, c. 2, s. 19-20; Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Târihi, c. 3, s. 304-305.
6 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n–Nebeviyye, c. 2, s. 269-270.
7 Vâkıdî, el-Meğâzî, c. 1, s. 48.
8 Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 3, s. 33.
9 İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Meğâzîve’ş-Şemâilve’s-Siyer, c. 1, s. 247.
10 Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 262.
11 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n–Nebeviyye, c. 2, s. 267.
12 Vâkıdî, el-Meğâzî, c. 1, s. 4849; Taberî, Târîhu’l-Ümemve’l-Mülûk, c. s. 274; Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 3, s. 34; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, c. 2, s. 120; İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, c. 1, s. 247; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 262; Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Târihi, c. 3, s. 306-308.
13 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n–Nebeviyye, c. 2, s. 264.
14 Vâkıdî, el-Meğâzî, c. 1, s. 26, 50-51.
15 İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Meğâzîve’ş-Şemâilve’s-Siyer, c. 1, s. 248-249.
16 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n–Nebeviyye, c. 2, s. 264-268; Taberî, Târîhu’l-Ümemve’l-Mülûk, c. 2, s. 274-275; İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, c. 1, s. 248-249; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 264; Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Târihi, c. 3, s. 303-309.