Kulluk Tezâhürünün Aynası; RAMAZÂN-I ŞERİF

B. Cahit ÖZDEMİRbcahit@hotmail.com

 

 

Yaratılmış olan her şeyin, netice istikametinde bir vetîre takibiyle tekâmül etmesi, Allah Teâlâ’nın vaz ettiği bir tabiat kanunudur. Varlıklar, kendilerinde meknuz bulunan bu hususiyetler çerçevesinde gelişerek, ömürlerini tamamlarlar. Bir kayanın yüzlerce veya binlerce yılda toprağa dönmesi de; tohumdan bir bitkinin meydana gelmesi de; doğan bir hayvanın büyümesi de; bir insanın kader çizgisi üzerinde hayat sürmesi de… bu vetîrenin sayısız misallerindendir. İslâm dünyasının büyük içtimâiyat âlimlerinden İbn-i Haldun; «devletlerin de doğup, yükselip, duraklayıp battıkları» bir vetîreye işaret eder. Kur’ân-ı Kerim’de;

 

“Eğer Allah; insanlara onların hemen hayra kavuşmayı istedikleri gibi, şerri de acele verseydi, elbette onların ecellerine hükmolunurdu…”(Yûnus, 10) buyurulur.

 

“Allah Teâlâ ihmâl etmez, imhâl eder.” sözü; mühlet tanıyarak, insana kendini düzeltme fırsatı veren Rabbimiz’in sonsuz rahmetine bir atıf mahiyetindedir.

 

Eşref-i mahlûkat olarak yaratılan insana; bu şerefle mütenasip olarak Allah Teâlâ’nın yeryüzündeki halîfesi olma vazifesi tevdî buyurulmuştur. Bu münasebetle insanın bu ulviyetten gafil kalıp Rabbini tanımaması, hattâ zıvanadan çıkıp ulûhiyyet iddiasında bulunmaya cüret etmesi ne büyük bir densizliktir. Tarih bu sapıklığın çok sayıda misalleriyle doludur. Maalesef bilgi çağı denilen zamanımızda da, dünyamız; tarihteki câhiliyye devirlerini fersah fersah geride bırakan bir zulümâta gömülmüştür. Semâvî dinlerden günümüze kalan Hıristiyanlık ve Mûsevîlik’in ilâhî emânete hıyânet içindeki müntesipleri tek hak din olarak kalan İslâm’a karşı kurdukları şer ittifakıyla; «modern câhiliyye»nin temsilcileri vaziyetindedir. Hâlbuki, sonsuz ilâhî lütuflara mazhar olan insanın yapması gereken; bu ihsânın karşılığı, mahviyetle kulluktan başka ne olabilirdi.

 

Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de;

 

“Onları emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlı işler yapmayı, namaz kılıp zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize hep kulluk ettiler.”(el-Enbiyâ, 72) beyanıyla, bu hususa da işaret buyurulmaktadır.

 

Bütün mevcûdat, Allah Teâlâ’ya kulluğa memurdur. Ancak insan, mükellef kılınan vazifeler gereğince hür bırakılmış; bu tercih, cüz’î iradesiyle, kendisine lutfedilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de bu husus şöyle beyan buyurulur:

 

“Kıyâmet gününde; «Biz bundan habersizdik!» demeyesiniz diye, Rabbin Âdemoğulları’ndan, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şâhit tuttu ve dedi ki:

 

«–Ben sizin Rabbiniz değil miyim?»

 

(Onlar da);

 

«–Evet (buna) şâhit olduk.» dediler.”(el-A‘râf, 172)

 

Hür olmakla taltif buyurulan insan; şayet ahdine vefâ göstermezse, nefsine uyup kendisine sonsuz nimetler ihsân eden Rabbine kulluğu tercih etmezse; hürriyetini kaybedip dünyevî nesnelere köle olur, dünya ve âhiret saâdetinden mahrum kalır. Dünya imtihanının kazanıldığına delâlet eden bu saâdet; ancak bütün putların reddedilip, sadece, kendisine kâinâtı müsahhar kılan sonsuz rahmet sahibi Allah Teâlâ’ya kul olmakla kazanılabilir.

 

Sonsuz kâinât içinde, bir hiç mesâbesindeki dünyada, cismen hiçin hiçi derecesindeki insan, başıboş bırakılmamıştır. Çünkü o rûhâniyeti cihetinden fevkalâde muhteşem bir varlıktır. Öyle ki; bu keyfiyeti Şeyh Gālib Dede şöyle belirtiyor:

 

Hoşça bak zâtına kim, zübde-i âlemsin sen;

 

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.

 

Bu değeri idrâk ötesi olan sonsuz lutfu, Ahmed Gazâlî -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri;

 

“Allah kâinâtı insan için, insanı da kendisi için yaratmıştır.” diye ifade ediyor. Bu münasebetle insan; kendisini diğer mevcûdattan ayıran sonsuz lütufların farkında olarak, «Ezel Bezmi»ndeki ahdine sâdık kalıp ihsan buyurulan hürriyetle kulluk hususunda tercihini doğru yapmalıdır. Onun rûhâniyetindeki, başka hiçbir varlıkta olmayan; vicdan, akıl, şuur, irade gibi onu varlıkların en şereflisi kılan hâssalar bunu îcap ettirir. Bu meziyete sahip olanların âkıbeti ile alâkalı olarak, Kur’ân-ı Kerim’de;

 

“Îmân edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlara ne mutlu. Varılacak güzel yurt onlar içindir.”(er-Ra‘d, 29) buyurulur.

 

Allah Teâlâ; sonsuz rahmeti mûcibince, kullarının sâlih kullar mertebesine erişebilmelerine vesile olması bakımından sene içinde bazı zamanları daha kıymetli kılmıştır ki; ivmesi gittikçe yükselen bir istikamet takibi ile sâlih kulluk mertebeleri bir bir aşılabilsin. «Üç Aylar»ın sonuncusu; Kur’ân ayı olarak Ramazan’la taçlanan bir sâlih kulluk tâlimi, bereketle semeresini versin. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz «Üç Aylar»a girildiğinde bu gidişâtı ifade bâbında;

 

“Allâh’ım! Recep ve Şaban’ı bize mübârek eyle! Bizi Ramazân’a ulaştır!”(Taberânî, Evsat, IV, 189) duâsını tavsiye buyuruyor.

 

Malûmdur ki; mahsûlü hasat etmek için, tohumu ekmek veya dikmek; bunun için de toprağı hazırlayıp bitkinin bakımını yapmak lâzımdır. Ataların;

 

“Her nimet, bir külfet karşılığıdır.” sözü bu hususu ifade sadedinde söylenmiştir. Bu cümleden olarak, Zünnûn-i Mısrî -kuddise sirruhû- Hazretleri, içinden geçmekte olduğumuz mübârek vakitler için;

 

“Recep, tohum ekme; Şaban, sulama; Ramazan ise hasat ayıdır. Herkes ne ekerse onu biçer.” buyurur.

 

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, mübârek «Üç Aylar»ın ulviyeti ile alâkalı olarak;

 

“Recep, Allah Teâlâ’nın; Şaban, benim ve Ramazan ümmetimin ayıdır… Her kim Ramazân’ın hakkını verir, hürmetsizlik etmez, gündüzlerini oruçla geçirip gecelerini de ibâdetle ihyâ eder ve de âzâlarını (haramlardan) korursa, Ramazan ayından çıktığında tertemiz, günahsız olur.”(Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, nr. 3819) buyurur. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; bu ay hakkındaki müjdeleri bildirirken, hulâsa olarak şöyle buyurmuştur:

 

“… Bu ayın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluştur…”(Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, 5/223) Kur’ân-ı Kerim’de, Kadir Gecesi’ne dair;

 

“Gerçek, Biz onu (Kur’ân’ı) Kadir Gecesi’nde indirdik. Kadir Gecesi’nin (o büyük fazl u şerefini) sana bildiren nedir?

 

Kadir Gecesi, bin aydan daha hayırlıdır.

 

Onda melekler ve Ruh, Rablerinin izniyle, her bir iş için iner de iner. O (gece) tan yeri ağarıncaya kadar selâmdır.”(el-Kadr, 1-5) buyurulur.

 

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Ramazan ayının kıymetini ifade sadedinde;

 

“Eğer kullar, Ramazan ayındaki fazîletleri bilmiş olsalardı, bütün senenin Ramazan olmasını temennî ederlerdi.”(Taberânî, el-Kebîr, 22/389)buyurmuştur.

 

Nitekim;

 

“Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’dan rivâyet edildiğine göre; Rasûlul­lah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Ramazan’da diğer aylardan da­ha fazla (kulluk yapmaya) çalışır­dı. Ramazan’ın son on gününde de önceki günlerin­den daha fazla ibâdet ederdi.” (Müslim, İ‘tikâf, 8)1

 

Hadîs-i şerifte, orucun keyfiyetinin önemine binâen;

 

“Nice oruç tutanlar vardır ki; açlık ve susuzluktan başka bir şey elde edemezler.”(Ahmed bin Hanbel, Müsned, II, 373) buyurulur.

 

Orucun keyfiyeti ile alâkalı olarak ârifler, orucu üç derece olarak sınıflandırıyorlar:

 

Avâmın orucu;yeme-içme gibi orucu bozan hususlardan kaçınmaktır.

 

Havâssın orucu; kulak, göz, dil, el-ayak vesâir âzâları günahtan uzak tutmaktır.

 

Ehassü’l-havâssın orucu; Allah’tan başka her şeyi kalpten uzaklaştırmaktır.

 

Şüphesiz, orucun kabul göreceği âlî makam dikkate alınarak, bi-hakkın idrâk edilecek Ramazan ayının; keyfiyet seviyesine göre, kulluk tezâhürüne fevkalâde müsbet katkı temin edeceği muhakkaktır.2

 

Buna istinâden, şanlı ecdâdımız da, bütün seneyi Ramazan gibi yaşama saâdetine ulaşma gayretinde olurlardı.

 

Nefsâniyetin tesiri ile; bazen, bilhassa hastalık ve yazın uzun günlerinde orucun zorluklarından bahsedilir. Hâlbuki, oruç fıtrata uygun bir ibâdet olması sebebiyle, gerekli tedbirler de alınarak huzur içinde yapılacak, sağlık için de pek çok faydaları olan bir ibâdettir. Nitekim, hadîs-i şerifte;

 

“Oruç tutunuz ki; sıhhat bulasınız.”(Taberânî, M. Evsat, 8174) buyurulur. Allah Teâlâ ilk orucu Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’a, sonra diğer peygamberlere ve ümmetlerine emretmiştir.

 

“Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve ashâb-ı kirâmın yaşadığı nezih hayata baktığımızda, az hasta olmalarının sebebinin; «acıkmadıkça yememek ve doymadan kalkmak» olduğunu müşâhede ediyoruz. Hakikaten sağlık ve tıbbın özeti olan «açlık ve az yemek diyeti», insan sağlığı için en ideal hayat tarzıdır…”3 Fevkalâde ağır şartlarda cereyan eden Çanakkale Savaşı’nda tutulan oruç, nasıl bir îman timsâli olunduğunu hissettirmektedir.

 

“…Hacı Baba evde tesadüfen bulduğu Osmanlıca yazılmış hâtıra defterini okuyunca gözyaşlarına boğulur. Ev halkını masanın etrafında toplayıp onlara da okur. Hacı Baba okudukça, masanın etrafındakilerin gözyaşları sel olur:

 

«Benim güzel kızım, evvelâ gözlerinden öperim. Bugün Temmuz ayının 14’üdür. Ramazân-ı Şerîf’in ikinci günü. Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Efendi fetvâ yayınlamış derler de; «Çanakkale cephesinde harp eden askerin oruç tutmamasına ruhsat vardır.»

 

Lâkin benim içim rahat etmedi. Gece nöbette, siperin önünde iki kök çiriş buldum. Allâh’ın hikmeti, nasıl kalmış ise onca harâbâtın içinde… Onunla sahurumu yaptım, lâkin kimseye söylemedim. Bütün gün yeni siperler kazmakla iştigal ettik. Bir kerecik bile susamadım. İftara doğru düşman, taarruzu artırdı. İçimden; «İftar etmeye fırsat kalmayacak.» diye geçti.

 

Sonra komutanın emriyle bütün atışlar birdenbire durdu. Siperlerin birinden bir asker çıktı. Düşman taarruzuna aldırmadan; «Allâhu ekber!..» diye akşam ezanını okumaya başladı. Yanıma döndüm, elden ele dolaşan mataralar vardı. Bir yudum içen, yanındakine veriyor. En son bana geldi. Dudaklarım titredi.

 

Ben de diyordum ki; «Bir tek baban oruçludur.» Lâkin bütün bölük oruçluymuş.

 

İçime bir ateş düştü o an. Ben o iki çirişi yedim ya, bunca insan sahursuzken ben onları nasıl yedim? Ben şimdi gardaşlarımın hakkını nasıl öderim? Ezurumlu’nun, Dârendeli’nin, iftarını yapmadan şehid düşen Yeniceli’nin hakkını nasıl öderim?..”4

 

Ramazan ayı, ferdin ve cemiyetin rûhâniyet hâlinin görülebildiği bir ayna mahiyetindedir. Aziz milletimiz; mübârek günlere, hususiyle de «Üç Aylar»a hürmet eder; ifsâd edici gayretlere rağmen camilere koşar; varsa kötü alışkanlıklarını bırakır… İstatistiklerde, bu aylarda, suç işleme nisbetlerinin de azaldığı görülüyor. Mesele; zirveye çıkan kulluk tezâhürlerinin, bu ayların dışında gevşememesi; ecdâdımız gibi, öncesinde ve sonrasında Ramazan hâli ile mîzan edilmesidir. Böylece her Ramazan, bir öncekinden daha fazla ilâhî rızâya kavuşulsun. Öyle ki; şair Tâlî (Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI)nın;

 

Burda yalvar da berât almaya bak, ölmeden öl;

 

Ehl-i gayret erişir rahmete tevfîk edilir.

 

diye ifade ettiği ebedî hayat titizliği gösterilebilsin.

 

_______________________

 

1 islamveihsan.com/ramazan ayının fazîletleri

 

2 Dr. B. Nefise İNAL, Şebnem, s. 193

 

3 osmannuritopbas.com/ramazandan sonraki hal

 

4 haberalp.com/canakkale savaşında