NAMAZ ETRAFINDA
Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM
KÖLELİK ve HÜRRİYET
Hürriyet, özgürlük ve serbestiyet gibi kavramlar etrafında, insanlara birçok slogan telkin ederler:
“Hür olmalısın, özgürlüğünü kimseye çiğnetmemelisin!” vs.
Bu telkinler karşısında, kişinin zihinde hep şöyle bir kölelik anlayışı oluşuyor:
Bir efendi, sahip var. Sizi köleleştiriyor, size emirler yağdırıyor. Onun dediklerini yapmak zorundasınız. Onun tâlimatlarının esirisiniz, buyruklarının tutsağısınız.
Dünyada böyle bir kölelik kalmadı. Modern kölelikler çok, ama insanların köle olarak alınıp satıldığı devirler geride kaldı.
Peki bu zorba âmir, bu buyurgan efendi, dış dünyada değil de insanın içinde olursa? İşte asıl, insanın kaçması ve kurtulması gereken kölelik orada… O şekil kölelik kalkmadı, hattâ çok yaygınlaştı, çok palazlandı.
Nefse kölelik, nefsin süflî arzularına zebûn olmaktır. Zamanımızda türlü türlü iptilâlar arttı. Eskiden belki bir içki müptelâlığı vardı. Şimdi bilgisayar ve cep telefonu müptelâlığı var, yine teknolojinin kolaylaştırdığı oyun ve kumar iptilâsı var. Sayısız bağımlılık, esâret ve -adını koyalım- kölelik türü var.
İnsanı bütün bu köleliklerden kurtaracak nedir?
Kulun gerçek sahibine, gerçek efendisine, yani Rabbine teslim olması. O’na kul olması. İşte o kulluk; Âlemlerin Rabbine ubûdiyet, gerçek hürriyet o…
“–Namazda insan neyi düşünmeli? Namazdaki bir insanın zihni ve kalbi neyle meşgul olmalı?”suâline cevap vermek için bu girişe ihtiyaç hâsıl oldu.
Çünkü; insan namazda Allâh’a kul olduğunu idrâk etmeli.
Tekbir getirip ellerini bağlayıp huzurda kıyâma durduğunda;
“–Ben Âlemlerin Rabbinin huzûrundayım. O’nun kuluyum. Bundan daha büyük bir makam yok. Bundan daha büyük bir şeref yok. O Zâtın önünde kıyamdayım.” diye düşünmeli.
Rükûa eğildiğinde;
“–YâRabbî!.. Ben Sen’in kulunum! Bu baş Sen’in huzûrunda yerlere eğilir. Bu bel ancak Sen’in huzûrunda bükülür.” diyerek, bunun şuurunu hissederek namazı kılmalı.
Secdeye kapandığında;
“–YâRabbî!.. Sen’in huzûrunda başımı yerlere koyuyorum. Sana teslimim. Beni esir etmek isteyen nefsimden, şeytandan ve zâlimlerden kaçtım Sana sığındım!.. Sen beni kulluğuna kabul et ve beni himâyen altına al!” diye tefekkür etmeli.
Namazda Rabbimiz’inhuzûrunda olduğumuzu bilerek; O’na ibâdet duygusu ve vecdi içerisinde, kendi aczimizi, O yüce Zâtın önünde kul olarak dikilmenin hazzını ve ibâdetin özgürlüğünü yaşamak durumundayız.
İnsan, kuldur. Allâh’a kulluk etmek üzere yaratılmış bir varlıktır. Yaratılış; kulluk etmek üzere olunca, gerçek adresinden sapsa da o yine kulluk etmeye programlı. İşte ilk insan Hazret-i Âdem, şeytana uyarak ilk hatayı yaptı. Özgürlük diye yutturulan şey; nefsânî arzular adlı kelepçelerin, prangaların ve boyundurukların insanın boynuna geçirilmesinden başka bir şey değil.
Nefsânî arzularının, nefsin bitmek tükenmek bilmeyen süflî taleplerinin, iç geçirmelerinin esiri olan insan, bir müddet sonra kendi kendini tanıyamaz hâle gelir.
Lâkin Allâh’a kul olunca, O yücelerin yücesinin kulu olmanın hazzına, şerefine, fazîletine varınca; insan işte ancak o zaman mutlak mânâda özgürlüğü tadar. Çünkü O’na kul olan, başka hiçbir şeye kul olmaz. Onu köleleştiren her türlü iptilâdan, dünyadan, mâsivâdan, her şeyden elini eteğini çeker.
Namazda gönül ve zihnimizi motive edebileceğimiz bir tefekkür de,hadîs-i şerifte bildirilmiştir:
Ebû Eyyûb el-Ensârî –radıyallâhuanh– bildiriyor:
Bir adam Hazret-i Peygamber –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz’e geldi ve;
“–Ey Allâh’ınRasûlü! Az ama öz bir tavsiyede bulun!” dedi.
Hazret-i Peygamber de üç tavsiyede bulundu. Birincisi şu:
“–Namaza durduğunda dünyaya vedâ eden kişi gibi namazını kıl…”1
Yani Azrâil –aleyhisselâm– gelse de;
“–Son beş dakikan!” dese, nasıl bir namaz kılardık?
Nasıl bir boyun büküklüğü içerisinde, teslîmiyetle namaz kılardık! Nasıl bir duygu derinliği içinde olurduk!
İşte bunu her namazda aramalı. Zaten illâ ki bir namazımız o son namaz olacak.
Namazda bu huşûu yakalamamıza mâni olan bir iptilâmız var:
NAMAZDA TELEFON
“Namazda telefonu çalan bir kişi ne yapmalı?”
Buna iki türlü cevap vermeli:
•Umûmî tedbirler…
•Bizzat namazda telefon çaldığında yapabileceklerimiz…
Umûmî tedbirlerin birincisi, namazdan önce telefonumuzu kontrol etmemiz ve sessize almamızdır.
İkinci tedbir; telefonumuzun zil sesinin şarkı, türkü gibi oynak bir melodi olmamasıdır. Çünkü beşeriz, illâ ki bir gün sesini açık unutacağız ve o çalacak. O zaman bilhassa cemaatle namaz kılarken, telefonumuzun sesi düz bir zil sesi şeklinde çalarsa, çok daha az rahatsız edici olur. Ama herkesin huzurunu bozacak, hattâciddiyetsizleştirecek, horon sesi, filân dizinin jenerik sesi olursa, kul hakkına girmiş oluruz.
Bu vesileyle söyleyelim: Telefon zil sesinin ilâhî ve benzeri mânevî sesler olmasının, başka uygunsuzluklara sebebiyet vermesi de muhtemeldir. Meselâ tuvalet gibi bir yerde çalması gibi.
Gelelim; “Hâfıza-i beşer nisyân ile mâlûldür.”fehvâsınca, namazdan önce sessize almayı unuttuk ve telefon çalmaya başladı. Bunu namaz içinde kapatabilir miyiz?
Namaz, bizim beşerî alâkalardan kesilip Cenâb-ı Hakk’a yöneldiğimiz bir ibâdet. Orada;
“–Bu çok mühim bir telefon. Namazı bozayım ona cevap vereyim. Sonra kılarım!” demek büyük bir edepsizlik olur. Namazdan çıkmak için ancak kendi can güvenliğimiz yahut bir başkasının canını korumak gibi çok ileri derecede bir mazeret olması lâzımdır.2 Başlanan bir namazı; «Telefon çaldı, zil çaldı, zaten nâfileydi vazgeçtim…» diye bozmak asla doğru değildir.
Burada bazı kimseler;
“–Milletin namazını ihlâl ediyor! Bozsun namazını telefonunu sustursun.” diyorlar. Bu görüşe katılmıyoruz. Biz müslümanlar, aramızdan hata yapan kardeşlerimize karşı tahammüllü olmalıyız.
Lâkin, namazın içinde kalarak, elimizi cebimize götürüp düğmesine basıp susturabilir miyiz?
Burada telefonu susturmak için yapılacak hareket, namaz dışı bir hareket olacak. Namazın içinde; kaşınmak, elbise düzeltmek, saçla sakalla oynamak gibi namaz dışı hareketleri yapmak da doğru değildir. Fakat bunların namazı bozacak seviyeye ulaşıp ulaşmaması hususunda bir ıstılah var:
Amel-i kesîr: Namaza uymayacak, namazdan çıkaracak kadar fazla hareket.
Bizim mezhebimizde ilmihâllerimiz; amel-i kesîrin ölçüsünü, bir rükün içerisinde 2 hareketin üstündeki üçüncü hareket olarak tarif etmiş.
Kıyamda iken telefon çaldı. Sadece tek elimizi cebimize götürdük, düğmesine bir bastık. Baktık yine çaldı. Kapatamamışız bir daha bastık. Kapandı. Namaz bozulmaz.
Ama üç, dört hareket namazı bozar. Daha olmadı; aldık elimize, evirdik, çevirdik. Ekran şifresini girdik / çizdik… Sonra yerine koyduk… Bunlar artık kişiyi namazın dışına çıkarır.
Amel-i kesîri tarif için şöyle bir ölçü de belirtmişlerdir:
Dışarıdan bakan bir kişinin;
“–Bu adam namazda değil!” diye şüphe etmeyeceği derecede, namaz hârici bir davranış içinde bulunmak, namazı bozar. Meselâ iki eli kullanarak yapılan ameller, bu sebeple kesîr kabul edilmiştir.3Ama tek hareketle elini telefonun olduğu yere uzatıp kapatıvermek, dışarıdan da böyle telâkkî edilmez.
Hicaz’a giden veya televizyondan oradaki namazları seyreden halkımız, imamların namaza durduktan sonra iki elleriyle başlarındaki örtüyü düzeltmesi gibi davranışlarını görünce şaşırırlar. Hanefî mezhebimiz, amel-i kesîr hususunda daha titizdir.
Dolayısıyla;
Telefonu tek veya iki hareketle kapatamadıysa, kişi namazına devam eder. Bu ona ders olur. Umûmî tedbirleri almışsa; ses düz bir zil sesi olursa, vereceği rahatsızlık daha az olacaktır.
Yeri gelmişken, bu gibi durumlarda uzun uzun çaldıran kişiler hakkında da bir serzenişte bulunalım. İslâmiyet, edep ve âdâbdînidir.
Bir kardeşimizin kapısına vardığımızda üç kere izin istenir, kapı çalınır, açılmıyorsa, dönüp gidilir.4 Aynı şekilde;
•Telefon da üç veya beş kere çaldırıldıktan sonra arama durdurulmalı. Gerekirse mesaj gönderilmeli. Tekrar aranacak ise, beş-on dakika beklenmeli.
•Yine namazların camide cemaatle kılındığı saatler gözetilerek, bu saatlerde aramamalı, tehir edilmeli.
•Biriyle yüz yüze konuşurken, gelen telefona ancak muhataptan nezâketle müsaade alınarak bakılmalı. Çok uzatılmamalı.
•İnsanların istirahatte olma ihtimali olan vakitlerde, önce mesaj ile görüşme talebi iletilmeli.
Hâsılı;
Namaz bizim hayatımızı şekillendirmeli. Evlâtlarımız da bizim hayatımızda namazın ne kadar büyük bir yeri olduğunu görmeli ve namaza alışmalı:
NAMAZ ve ÇOCUK
“Çocuklarımıza namazı nasıl öğreteceğiz, onları zorlayacak mıyız?”
Çocuk ifadesiyle hangi yaşı anlamalıyız?
Dünyaya gelen çocuğun kulağına ezan ve kāmet yani namazın iki sembolünü / iki şiârını okuyoruz. Yani çocuğun kulağına ilk namaz kelimeleri, ezan kelimeleri fısıldanıyor. Evlâdımızın dünyada duyduğu ilk kelimeler ezan sözleri oluyor.
İki-üç yaşındaki çocuklar bile, namaz kılan anne-babalarının yanına gelir, onlarla yatıp kalkar, hattâ onların boyunlarına dolanırlar. Hasan ve Hüseyin Efendilerimizde, namazda Peygamberimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sırtına çıkmışlar, boynuna dolanmışlar.5
Evlâtlar; 7 yaş öncesinde, namazı bizden görürler, hayatın içindeki ehemmiyetini temâşâ ederler, âdeta onların şuuraltına; “Namazsız bir hayat olmaz!” düsturu ve şiârı işlenmiş olur. Erkekler namazı camide cemaatle kılar. Lâkin evde de nâfile namazlar kılarlar. Evlâtları onları namazda görür. Camiyi kirletmeyeceği, orada gürültü yapmayacağı, kimseye bir zarar veremeyeceği bir çağa gelince, babası camiye evlâtlarını da götürür. Bu dönem aşılama dönemi…
Namazı evlâtlarımıza, eşlerimize emretmemizi Rabbimiz bizden talep ediyor. Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et!..”6
Peygamberimiz de şöyle buyuruyor:
“Çocuklarınızı yedi yaşından itibaren namaza alıştırın…”7
Namaz kılması emredildiğine göre, namazı öğretmek de gerekir. Bu yaşlarda, kıraati ve ilmihâli ile çocuğa namaz tâlimi verilir. O zamana kadar anne-babasından pratiğini gördüğü namazın teorisini de öğrenmeye başlar. On yaşına kadar tatlı tatlı bir telkin ile alıştırma ve kıldırma devam eder.
On yaşından sonra evlâdımız artık namaz kılmalıdır. Hadîs-i şerîfe göre, anne-baba artık, işin üzerinde ciddiyetle durmalıdır.8
Meselâ on yaşından sonra çocuklar sabah namazına kaldırılmalıdır. Yatsıyı kılmadan yattıysa uyandırılmalıdır.
“–Aman çocuktur! Bırak uyusun!” denmemelidir.
Ben görüyorum; sabahın erken saatlerinde hattâ hafta sonları bile, ufacık çocuklar okulun, dershânenin yolunu tutuyor. Evlâda o eğitimin ehemmiyeti aşılanmış olmalı ki, ağlayıp sızlamıyor. Severek, isteyerek, motive olarak gidiyor. Ne için? Kısacık bir dünya hayatını sözüm ona îmar etmek için. Orada;
“–Bırak uyusun!” demeyip de, iş namaza gelince sözde bir şefkat ve merhamet sergilemek neye, ne kadar değer verdiğimiz ve bunu evlâdımıza nasıl aşıladığımız hususunda bizi düşündürmelidir.
Evlâtlarımız da elbette nefis taşıyor. Üstelik çocukluktan çıkıyorlar. Tembellik edebilirler. Oyunu, uykuyu tercih edebilirler. Namazı ihmal edebilirler. Bu noktada bazen yer yer anneler ve babalar sert yüzlerini de göstermeliler. Ses tonlarını yükseltmeliler. Çocuğumuz işin ciddiyetini anlamalı.
Çocuk iştahsız olunca; anneler bakıyoruz, elinde kaşık evlâdının peşinde koşuyor. Onu aç, vitaminsiz ve gıdâsız bırakmıyor. Namaz hususunda da on yaşını dolduran evlâdımızın mânevîgıdâsını ihmal etmeyeceğiz.
Namaza kalkması, evlâdımızın uyku düzenini bozmaz. Bilâkis ona zindelik verir. Namaz, bedene zindelik katar.Rûhagıdâ olur. İnsanın asıl âlemiyle olan irtibatını güçlendirir. Dolayısıyla namazı hayatımızın ana merkezine yerleştirerek, her şeyimizi namaza göre ayarlamamız gerekiyor.
Çocuğun zihnî gelişimi ve bedenî gelişimi için verdiğimiz gayretten çok çok daha fazlasını, onun âhiret gelişimi ve kulluk gelişimi için sarf etmemiz lâzımdır.
Hazret-i Ömer, halîfe olarak vâlilerine yazdığı mektupta;
“Benim nazarımda en mühim işiniz namazdır!”9 diyor.
Evlâtlarımız bu mesajı almalı.
“Namaz bu evde en mühim mesele!” diye idrâk etmeli. “Annem nazarında en mühim mesele namaz. Babamın gözünde benim alacağım en büyük derece, ehl-i salât olabilmem…”
Yılgınlığa düşmeyeceğiz. Allâh’ın emrini, Peygamberimiz’intâlimâtını yerine getiriyoruz. Yılmak yok!..
Bu hususta yardım arayacağız. Şu abi daha güzel aşılar, bu ablanın sohbeti tesir eder. Şu faaliyet, şu mekân, şu kamp, şu ziyaret… Ama hep arayacağız. Tekrar tekrar söyleyeceğiz, hatırlatacağız, duâlar edeceğiz… Rabbimiz de tesirini halk edecek inşâallah.
Cenâb-ı Hak bizi ve evlâtlarımızı, namazı sevenlerden ve onu hakkıyla kılanlardan eylesin. Her namazı, son namaz idrâkiyle kılabilenlerden eylesin.
Âmîn…
______________
1 İbn-i Mâce, Zühd, 15.
2 Namazı, mazeretsiz bozmak haramdır. Ancak bazı durumlarda namazı bozmak vâcip, bazı durumlarda mubah, bazen de müstehap olur. İnsan canına yönelik bir tehlike karşısında; meselâ saldırıya uğrayan, ateşe, suya düşen bir insanın yardım istemesi hâlinde ona yardım etmek maksadıyla namazı bozmak vâcip olur. Bir malın telef olmasını, çalınmasını önlemek gayesiyle namazı bozmak mubahtır. Tek başına namaz kılan bir kişinin, cemaatle namaz kılmanın fazîletini kazanmak için namazı keserek farza yetişmesi ise müstehaptır. (İbn-i Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 1/654,655) (Din İşleri Yüksek Kurulu 12.07.2017)
3 Fahrettin ATAR, «Amel-i Kesîr», TDVİA, Serahsî, Mebsût, I, 194-195; İbn-i Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr(Kahire), I, 624-625.
4 en-Nûr, 24, 27, 28; Buhârî, İsti’zan, 13; Müslim, Âdâb, 32, 34, 35, 37; Ebû Dâvûd, 127, 130; Tirmizî, İsti’zan, 3; İbn-i Mâce, Edeb, 17.
5 Ahmed, V, 44; Nesâî, İftitah, 82.
6 Tâhâ, 132. Hazret-i İbrahim’in bu husustaki duâsı meşhurdur: İbrâhîm, 40.
7 Ebû Dâvûd, Salât, 26; Tirmizî, Salât, 299.
8 Ebû Dâvûd, Salât, 26; Tirmizî, Salât, 299. Hadîs-i şerifte geçen; “Kılmazlarsa dövün!” ifadesini; “Terbiye edin, üzerinde ciddiyetle durun, müeyyide uygulayın.” şeklinde anlıyoruz.
9 Muvattâ, Vukûtü’s-Salât, 6.