Toplumu Değerlerine Onlar Döndürecek: ANNELER VE ÖĞRETMENLER

Ayla AĞABEGÜM

Her gece kadir olur gözlerinde annemin,
Kokladıkça bebeğin cennet kokan yüzünü,
Dilinde bin türlüsü ruh pişiren ninninin,
Unutur sevdasının baharını, güzünü. (Kâfî)

11 Mayıs Pazar günü, «Anneler Günü» olarak bütün yurtta kutlandı. Televizyonlar, radyolar, gazeteler, reklâmlar… 11 Mayıs’a kadar bizleri o güne hazırladılar. Alışveriş merkezlerinde ve diğer satış yerlerinde büyük heyecanlar yaşandı. Hediyenin en güzeli ve pahalısı anneler için olmalıydı. Reklâmlarca öyle söyleniyordu. Dinî bayramlarda büyüklerini, annelerini ihmal edenler, millî bayramların heyecanını yaşamayanlar, hasta sormaya giderken bir kaşık çorba bile götürmeyenler, anneler gününde reklâmlar sayesinde büyük heyecanlar yaşadılar. Okullarca kompozisyonlar yazdırıldı. Anneler için törenler düzenlendi. Annesi olmayanların, annesinden ayrı olanların, hediye alacak parası olmayanların duyguları göz ardı edildi. Küreselleşmenin içinde ince duygulara yer yoktu. Ânı yaşamak, ânın içine hüznü koymamak, neşenin ve kahkahanın içinde kaybolmak…

Hâlbuki anneler günü, hediyelerin, övgülerin dışında da düşünülmeliydi. Sorumluluklar dile gelmeliydi. Ahlâkî değerlerin gün geçtikçe yok olmaya başladığı günümüzde toplumun yeniden değerlerine dönüşü, anneler ve öğretmenlerle olacaktır. Ekrem KAFTAN; «Dilinde bin türlüsü ruh pişiren ninninin» mısraında, ninnilerin hayatımızdaki yerini dile getiriyor. Ninnilerin unutulduğu bir toplumda rûha şifa, televizyonlardaki, vur patlasın çal oynasın programlarındaki sesler veya annenin kendi zevkine göre seçtiği parçalar olacaktır. Hiçbiri anne sesindeki içtenliği ve duygu yoğunluğunu hissettirmeyecektir.

Bir de çocukluğumdaki anneleri hatırlıyorum. Elazığ’dayız. Başlarında oyalı yazmaları, nur yüzlü, hüzünlü bakışlarıyla hâfızamdan silinmeyen anneler… Üzüntülü günlerimizde bizi yalnız bırakmayan anneler… İçlerinden birine; «Bu iyiliklerinizi nasıl öderiz!» demiştim. Gözleri buğulandı; «Bir kötülük yapar, ödersin.» demişti. Çocukluk duygularıyla değerlendirememiş, alınmıştım. Yıllar sonra Güllü Teyzenin ne demek istediğini anladım, hüzünlü gözlerin anlamını çözdüm. İnsanların değerlerimizi acımasızca yok edişi karşısında zaman zaman aynı hüznü yaşıyor, gözyaşlarımı onun gibi göstermemek için uzaklara bakıyordum. Unutamadığım, oyalı yazmalı anneler, siz çocuklarınızı yaşadığınız hüznün içinde yetiştirdiniz, bazen konuşarak, bazen de gözlerinizle meramınızı anlattınız. İnsan olmanın faziletini içlerinde hissettiler, değerlerine bağlı evlâtlar oldular. Yokluklar içinde mânevî hazzın var oluşunu yaşadılar.

Yıllar sonra esen küreselleşme ve ılımlı İslâm rüzgârı, evlâtlarınıza değil ama torunlarınıza ve onların çocuklarına tesir ederek yeni nesiller yetişmeye başladı. Var olan, varlığıyla övünüyor. Marka merakı, kullandığı lüks araba, oturduğu villâlar… Kendisine, eşine, çocuklarına bu varlığın birden bire oluşunun sebebini sormuyor, soramıyor, sormak istemiyor. Yok olan yokluğunu ilân ediyor, vakıf, dernek, belediye, fakir-fukara fonu diyerek dolaşıyor. Oysa gelenekte varlığın ve yokluğun ilânı ayıp sayılırdı. Çalışmak, sabır, tevekkül ve şükür hayatın devamı için tutulan yoldu. Emin adımlarla, onurunu çiğnetmeden, taviz vermeden hayata devam.

Değerlerimize dönüş için karar verme zamanı. Okullar tatil oluyor. Öğretmenlerimiz, annelerimiz; çocuklar ve gençler için yeni bir yol haritası çizebilirler. Aile fertlerinin beraberce okuyup üzerinde konuşacakları kitapları olmalı. Okuduğumuz bir parçayı, seyrettiğimiz bir programı veya filmi tartışırsak, doğrular ve yanlışlar ortaya çıkacak, verilen mesaj, daha rahat hatırımızda kalacaktır. Edebî eserlerin içine Mesnevî gibi tasavvufî eserleri de katmak zorundayız. Bütün dünya mistik bir rûhun peşinde. «Ferrari’sini Satan Adam», «Sır» gibi eserler yabancı rüzgârlarla bizim ülkemize de geldi. Mesnevî’den bir beyit bile okumak zahmetine katlanmayanlar bu eserleri heyecanla okuyor ve beğeniyorlar. Kitaplar elden ele dolaşıyor. Ülkemizde, Hint felsefesinin ve Reiki’nin hayranları çoğalıyor. «Ben iyi bir Reiki’yim» diyen bir sunucuya; «Ne yapıyorsunuz?» diye sormuştum. «Ben el aldım. Enerji gönderiyorum. Meselâ Mersin’de olan bir yakınım hastalanınca ona enerji yollayarak iyileşmesini sağlıyorum.» deyince, kendisine; «Biraz tasavvufla ilgilenseniz, Mesnevî okusanız duygularınız değişecek» demiş ve elimde olan tasavvufî, seçilmiş sözler kitabını vermiş ve; «Biraz da Mesnevî okuyun.» demiştim. Birkaç yıl sonra televizyon programında; «Sır kitabını okudunuz mu?» sorusunu sorana; «Okudum, Mesnevî okumayı tercih ederim.» demişti.

Rûhumuzun inceliğini, okuduğumuz kitaplar sağlarken; aile fertleriyle beraber yanlışları bulup armağan kazanma oyununu oynayalım. Aslında böyle bir oyun yok, fakat hepimiz oynadığımız oyunlara, biraz düşünerek yenilerini ekleyebiliriz. Yeni oyunlar bulmaya çalışırken gayemiz, kendimizi ve çevremizi düşünerek yetiştirmek olmalıdır. Mademki her geçen gün biraz daha bencil oluyoruz, davranışlarımız kabalaşıyor, çevremiz bizden, biz de çevremizden şikâyet ediyoruz; düşünerek beraberce güzelliklerin masmavi denizinde yol alalım.

Oyunumuzun her gün değişen bir başkanı olmalı. Oyunu aile fertleriyle, arkadaşlarımızla oynayabiliriz. Başkanımız her oyun günü yeni bir konu işleyecektir. Eskiler âdâb-ı muâşeret derlerdi, bugün görgü kuralları, nezaket kuralları deniyor. Elimizde bir nezaket ve görgü kuralları kitabı var. Kitabımız olmasa bile konu başlıklarını kendimiz bulabiliriz. Konumuz, «yemek âdâbı» olsun. Başkanımız bu konuda önceden hazırlanacaktır. Yemeğe başlama, oturuş, yemek yeme tarzı, sofrada hangi davranışlar yapılmaz, neler konuşulmaz ve benzeri maddeler tespit edildikten sonra başkan bütün bir yemek boyunca yanlışlar yapacaktır. Sofrada olanlar yanlışları bulmaya çalışacak, en dikkatli oyuncu; hazırlanan armağanı alacaktır. Dikkatli olmak için başkanın yanlışlarını hatırda tutmak gerekecektir. Yemekten sonra beraberce yanlışlar üzerine konuşulacaktır. Daha sonraki günlerde unutup yanlış yapanı ikaz ederek ufak, sevimli cezalar verebiliriz. Oyun süresince başkanlar değişecek, her sefer bir kişi belirlenen konuda hazırlanarak oyunu başlatacaktır. Hediyeler anne ve babanın seçimiyle olacaktır. Sevilen bir tatlı yapımı, beraberce pikniğe gitmek, aile fertlerinin sevdiği bir filmi seyretmek…

Oyun arkadaşlarla oynanırken, hangi evde toplanılmışsa o evin annesi sorumluluğu üstlenecektir.

Ne dersiniz bir tatil süresince okuduklarımızı tartışarak, görgü kurallarını yeniden hayatımıza geçirerek, okullarımızın açılacağı aya kadar kendimizi yenileyelim mi? Bilgisayarlar, televizyonlar bizi yordu. Yeni hayatımızda kendimize dönüşün hazzını yaşamak bizi dinlendirecektir.