Sanatımızın Zirvesinde; «ÜMMETİN ZİRVESİ»

Hasan TOPBAŞ hasantopbas87@gmail.com

 

İçerisinde bulunduğumuz Zilhicce ayı münasebetiyle, Hak katından bahşedilen iki mühim lütuf, mü’min gönülleri tatlı bir heyecan ve sevince gark eder;

 

Evlâdını kurban etmesi için gelen emr-i ilâhî karşısında en ufak tereddütte bulunmayan bir baba ve bu emrin tatbikine cân u gönülden rızâ gösteren bir oğlun aştığı büyük imtihandan hisseler alabilmek için, vecd ile îfâsına hazırlandığımız; «Iyd-ı Adhâ: Kurban Bayramı»,

 

Hâlık’ının o yüce davetine aşk u şevk ile; «Lebbeyk! Lebbeyk!» diyerek mukabelede bulunabilmek için, belki senelerce maddî ve mânevî hazırlıklarda bulunan ümmet-i Muhammed efrâdının;

 

Her köşesi şeâir-i İslâm ve aziz hâtıralarla dolu o kutlu «Belde»ye vâsıl olup, içerisinde Hakk’ın bir nişânesi olan «Beyt»ini ziyaret edebilmeyi, hayatının en büyük iftiharlarından biri saydığı günler; «İklîm-i Hac»

 

Âdeta mahşerin provası mesâbesinde sayılan ve dahî ümmeti bir araya getiren bu en büyük «içtimâî zirve»; muhtevâsında barındırdığı sayısız hikmetlerle, her sene nice mü’mini rahle-i tedrîsinden geçirerek, anasından doğduğu günkü gibi tertemiz olabilmenin bahtiyarlığına eriştirmektedir.

 

İşte, hakkında edebiyattan diğer bütün sanatlarımıza kadar, pek çok sahada verilen eserlerin mevzuu olan bu «zirve», hiç şüphe yok ki İslâm sanatlarının zirvesi kabul edilen ve Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ilim ve yazı hususunda açtığı o muhteşem çığır ile, asırlardır kıymetinden bir şey kaybetmeden yoluna devam eden «Hüsn-i Hat» sanatımızda da kendisine bir hayli yer edinmiştir. Makalemizin imkânları ölçüsünde temas edecek olursak;

 

KİME KİM KÂBE NASÎB OLA…

 

Lisânımızın zenginliğini mâhir bir şekilde kullanarak, tercümesine muvaffak olduğu Mesnevî-i şerif ile Türk edebiyatında mühim bir mevki elde eden, 18. asır dîvan şairi Süleyman Nahîfî Efendi’nin (v. 1151/1738);

 

Kime kim Kâbe nasîb ola Hak âna rahmet eder,

Her kişi sevdiğini hânesine dâvet eder.

 

şeklinde, gayet veciz ifadeli bu beyti, epey rağbet görmüş; gerek yazı sanatımızda ve gerekse mimârî alanda kullanılmıştır. Aşağıda birkaçını inceleyeceğimiz misaller ise şöyledir:

(Kendi gayreti neticesi, sülüs ve nesih
yazılarında şahsına has bir tarz sahibi olan
Mahmud Celâleddin Efendi’nin
hicrî 1237, mîlâdî 1822 senesinde
kaleme aldığı ve göze hoş gelen
bir ebrû tatbiki ile bezenmiş levhası)

(Osmanlı son devrinin mâhir hattatlarından
Çırçırlı Ali Efendi’nin hicrî 1302, mîlâdî 1885
tarihli sülüs levhası. Mahmud Celâleddin Efendi’nin
eserinden farklı olarak, birinci beyitteki ifade;

 Kime kim Kâbe nasîb olsa Hudâ rahmet eder

şeklinde işlenmiştir.)

(Bilecik-Osmaneli, Rüstem Paşa Camii
duvarında mevcut bir çini örneği. 

Buradaki beytin birinci mısraının; 

Her kime Kâbe nasîb olsa Hudâ rahmet eder 

şeklinde yazıldığı görülmektedir.)

 

(Fransa Louvre müzesinde sergilenen, üstteki örneğe
benzer şekilde imâl edilmiş İznik çinisi)

  

ULU CAMİ’NİN ESTETİK ŞÂHESERLERİ

 

Bursa’mızın incisi Ulu Cami’yi ziyaret edenler; «İslâmî güzel yazı»nın her biri diğerinden ihtişamlı levhaları sayesinde, müthiş bir rûhânî lezzet hissederler. Ancak içlerinde iki tanesi vardır ki, tasarım hususunda âdeta ders verir mahiyettedir;

Bunlardan ilki, Arapçanın ses âhenginden yararlanarak yazılmış, tekerleme tarzında bir kelâm-ı kibar olup; harflerdeki o hârikulâde istif ile de, âdeta, bir hac kafilesinde hâsıl olan o mânevî atmosferi bizlere temâşâ ettirmektedir;

 

“Netehaccacu – bitehaccücin – tahaccece – bi-huccâcin – tehaccecet – bi tahcîci haccecet haccâbî”

 

(Biz haccedenlerle haccederiz, sen de bizim haccettiğimiz gibi haccedenlerle haccet!)

 

İkinci olarak ele alacağımız estetik kompozisyon ise, Hac Sûresi’nin 27. âyet-i kerîmesinde zikredilen;

 

وَاَذِّنْ فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَاْتُوكَ رِجَالًا
وَعَلٰى كُلِّ ضَامِرٍ يَاْت۪ينَ مِنْ كُلِّ فَجٍّ عَم۪يقٍ
ۙ ۝٢٧

 

“İnsanlar arasında haccı ilân et ki; gerek yaya olarak, gerek bütün uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler.” şeklindeki ilâhî emrin;

 

مِنْ كُلِّ فَجٍّ عَم۪يقٍۙ yani; “…bütün uzak yollardan…” kısmı ile meydana getirilmiştir.

 

Aşağıda da görüleceği üzere, eserin icrâsında «Tetâbuk» adı verilen bir teknikten yararlanılmış olup; bu sayede, yan yana getirilen farklı harflerin benzer kısımlarının ortaklaşa yazılabilmesi ve böylece de, seyir zevki yüksek bir eserin teşkili mümkün olmuştur;


(Bursa Ulu Cami’deki mevcut eserin sûreti)

 (Levhaya uygulanan «Tetâbuk metodu» ile, âyette geçen; «min», «külli», «feccin» ve «amîk» kelimelerine ait ortak unsurların büyük bir ustalıkla kaynaştırıldığı görülmektedir.) 

 

YAZISI DA AHLÂKI GİBİ PÜRÜZSÜZ…

 

Serlevha kısmında görülen hüsn-i hat eserimizin sanatkârı ise; hâiz olduğu yüksek kabiliyetine rağmen, üst seviyede bir hattat olmayan dayısına gösterdiği hürmet ve sebâtının bereketi ile, takrîbî yüz elli senedir «İslâm güzel yazısı»nın sancaktarlığını elinde tutmakta olan «Mehmed Şevki Efendi»dir. (v. 1304/1887)

 

Hayatını tam bir ihlâs ve istikamet üzere yaşayan büyük üstad, bu levhasında, Âl-i İmrân Sûresi 97. âyet-i kerîmesinden hareketle;

وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ اٰمِنًاۜ 

“…Kim oraya girerse; o, güvenlik içerisindedir.” kısmını celî sülüs ile,        

 

Alt satırda ise, çok ince uçlu bir sülüs kalemi ile de;

 

وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَب۪يلًاۜ

 

“Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allâh’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” ifadesini mükemmel bir şekilde eserine işlemiş, ancak herhangi bir tarih kaydı düşürmemiştir.                  

Rabbimiz cümle huccâcın ibâdetini mebrûr, «İslâm yazısı»na emek veren bütün üstadlarımızın rûhunu şâd eylesin!