FETVÂLAR ve DİKKAT NOKTALARI

Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM 

 

Fıkıh, hayatımızın her köşesini ihâta eder. 

 

Bizler âkil ve bâliğ olduğumuz andan itibaren mükellefiz. Yeni tabirle yükümlüyüz. Rabbimiz’in emir ve yasaklarını yerine getirmekle yükümlüyüz. 

 

Ef‘âl-i mükellefîn diyoruz: Yani, mükelleflerin işleri. Her işimizin bir hükmü var. Farz, vâcip, sünnet, mendub, efdal, mubah, mekruh, haram ve müfsid… 

 

Bunların tafsilâtı var. İnce ince ayrıntıları var. Çeşitleri ve alt başlıkları var. Bunlar erbâbına lâzım. Birçok meselede mükellef için esaslı nokta şu olmalı: 

 

Câiz mi değil mi? 

 

Âlimlerin «câiz değil» dediği hususta teferruatla uğraşıp kendine yol arama!

 

SİGARANIN HÜKMÜ

 

Sigaranın hükmü hususunda böyle bir problem yaşanıyor. 

 

Sigarayı artık üreticileri bile, üzerine; «Kanser yapar, öldürür, sakat bırakır!» yazarak satıyorlar. Binlerce ilmî ve tıbbî araştırma yapılmış. Sigaranın akciğer kanseri, KOAH, kalp ve damar hastalıkları ve benzeri nice hastalığın başlıca sebebi olduğu tespit edilmiş. Organ nakli için sıra bekleyen birisinin sigara içtiği tespit edilirse, sıradan çıkarılıyor. Yani; 

 

“–Bu organı senin gibi sağlığını hiçe sayan birine verip de israf etmeyiz!” diyorlar.

 

İnsanlar toplu yaşanan hiçbir yerde sigara içemiyor. Ağır cezalar konmuş. Pasif içiciliğin bile ciddî rahatsızlıklara sebebiyet verdiği ispatlanmış çünkü. 

 

Bütün bu gerçeklere rağmen bizim mükellef; 

 

“–Ama bazı hocalar mubah diyor.” 

 

“–Bazı hocalar mekruh diyor.” diye kaçamak bir fetvâ arıyor.

 

Diyanet İşleri Başkanlığı, sigaranın hükmünün haram olduğunu söyledi.1 Diyanet bu hususta tek değildir. Birçok milletlerarası fıkıh konseyi de bu fetvâyı vermiştir. Zamanımızdaki âlimlerin ekserîsi de bu görüştedir.2 

 

Dînimizin sağlığa zararlı olduğu, kanser yaptığı, ömrü kısalttığı kesinleşmiş olan bu maddeyi câiz görmeyeceği gayet açıktır. Yani sigara içmek câiz mi? Değil!.. 

 

Bunun ötesine geçip mekruh mu, mekruh ise tahrîmen mi tenzîhen mi? Haram ise, haram li-gayrihî mi, haram li-aynihî mi gibi tartışmalar, ancak ilim erbâbının işidir. 

 

Mükellefe düşen; bütün çeşitleriyle, mekruhları da haramları da hayatından çıkarmaktır.

 

Maalesef, avam insan anlayışında, «mekruh» kavramı; «Öyle pek kaçınmasan da olur!» gibi bir mânâya tenzil edilmeye başlanmış. Hâlbuki mekruh, Şârî’in / şerîat koyucunun yapılmasını kerih gördüğü şeydir. Birçok durumda onun haramdan farkı, sadece teknik açıdandır. Bu da mükellefi amel açısından ilgilendiren bir husus değildir.

 

Eski âlimler niçin sigara hususunda daha esnek fetvâlar verdiler? 

 

Prensibimiz şu: 

 

Bir meselenin hükmünü önce Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’de ararız. Eğer orada hükmü yoksa, o şey hükümsüz kalmaz. 

 

Sadece insanlara değil; hem insanlara hem cinlere Peygamber olarak, hattâ bütün âlemlere rahmet olarak gönderildiğinden, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şerîatinin kıyâmete kadar bütün hâdiselere bir çözümünün olması gayet tabiîdir. 

 

Bu yeni meselelerin hükmü, şerîatta hükmü olan şeylere kıyaslanarak verilir. Eğer yasaklayıcı hiçbir sebep bulunmazsa, o zaman o şeyin mubah olduğu kabul edilir. 

 

Asr-ı saâdette tütün bilinmiyordu. Tütün, Amerika kıtasından 1500’lü yıllardan sonra eski dünyaya geldi. Dolayısıyla bu tarihten önce yaşamış âlimlerimizin de bu hususta bir fetvâ vermiş olmaları mümkün değil.

 

O tarihten sonra ise, tütün maddelerinin sağlığımız üzerindeki tesirleri hemen anlaşılmadı. Başlangıçta tütün; sadece yakılıp tüttürülünce içene keyif veren, kullanmayanları ise kokusuyla rahatsız eden bir ot türü olarak görüldü. 

 

Tıp da gelişmiş değildi. Sigara içen bir insanın akciğerinin, içmeyen bir kişinin akciğerine göre nasıl kapkara bir sünger manzarasına büründüğünü gösteren röntgen ve benzeri görüntüleme cihazları o tarihlerde henüz yoktu. 

 

Zararları bilinmeyince; Kur’ân ve Sünnet’te de bizzat tütünü yasaklayan bir nass olmadığına göre; «tütün mubahtır.» diyenler oldu. Hattâ bu otun tütsüsünde, birtakım faydalar olduğunu ileri sürenler bile oldu. 

 

Fakat o zaman da tütün ekilecek toprağın ve buna harcanacak paranın israf olduğu, kokusunun ise insanları rahatsız ettiği mülâhazalarıyla mekruh hükmü verenler eksik olmadı. 

 

Geçmiş âlimlerimizden bu bilgiler ışığında, sigara içenler de oldu. Mekruh yahut şüphelidir, diyerek birçok âlim de ondan uzak durdu.3 

 

Bir hususta tafsilâtlı bilgi geldikçe, onun hakkında verilen hüküm elbette değişebilir. Eksik bilgiyle verilen fetvâlar da, bu eksik bilgiler sebebiyle geçmişte sigara kullanan ulemâ ve sâlih insanların varlığı da, bugünkü insanımıza sigara içme fetvâsı oluşturmaz. 

 

Kendisine böyle fetvâ arayanlar şu suâli sorsunlar: 

 

Dün o esnek fetvâları veren veya bizzat sigara içen âlimler, bugünkü bilgileri görseler aynı fetvâyı verir ve sigara içerler miydi? 

 

Yeni bilgiler ışığında; âlimler, tütün ürünlerini hangi açıdan haram sayıyorlar? 

 

Dînimiz «habâis»i haram görür. 

 

Kur’ân-ı Kerim’de buyurulur:

 

وَيُحَـرِّمُ عَلَيْهِــــمُ الْخَبَٓائِثَ

 

Tefsîrî bir meâl ile:

 

“…Allâh’ın Peygamber olarak, ümmeti Muhammed’e, insanlara göndermiş olduğu zât, onlara çirkin olan, pis olan şeyleri haram kılar, onların zararına olan şeyleri onlara yasaklar…” (el-A‘râf, 157; ayr. bkz. el-Mâide, 4)

 

Sigaranın, ilmî verilerin ışığında artık habâisten olduğu, pis, çirkin ve zararlı bir madde olduğu ortaya konmuştur! 

 

•Tütünün insanları zor durumlara düşüren bir alışkanlık ve bağımlılık oluşturması da başlı başına bir habâset sebebidir. 

 

•Tütün kullanmak, insanın kendi eliyle kendisini tehlikeye atmasıdır. Bu da haramdır. (Bkz. el-Bakara, 195) 

 

•Malını ziyan etmesi israftır. Bu da haramdır. (el-A‘râf, 31; el-İsrâ, 26-27; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, X, 305) 

 

Yine de bu haramlığın derecesini ısrarla soranlar olacaktır. Buna cevap olarak; elbette kıyas yoluyla haramlığına hükmedilen bir şeyin haramlığının, doğrudan haram olan «hamr, meysir, hınzır eti» kadar ağır olmayacağını söyleyebiliriz. Yine tüketim miktarına göre şiddeti değişecektir. 

 

Fakat yeniden tekrarlayalım ki;

 

Fetvâdaki ana fikir, Allâh’ın murâdını ve rızâsını aramaktır. 

 

Bugün insanları sigara hususunda aldatan şey, onun zehrinin insanları yavaş yavaş öldürüyor olmasıdır. Hiç kimse, baldıran zehrinin veya siyanürün haram olduğunda zerre kadar şüphe etmez. Çünkü bu zehirler insanı ânında öldürür. Sigara ise, doğrudan öldürmüyor; sinsi bir şekilde, belli bir süre sonra yapacağını yapıyor. Zararı herkeste eşit ve aynı şekilde görünmüyor. 

 

Hâsılı; 

 

«Müslümanım» diyen bir insanın, kendini müslüman olarak tanımlayan bir insanın, bu maddeyi içmeyi haram olarak görmesi ve bundan zinhar uzak durması gerekir.

 

Fetvâ bahsinde yapılan bir başka yanlışa temas edelim. 

 

YANLIŞ TELKİN

 

Rabbimiz tesettürü emretmiş. Lâkin bazı kardeşlerimiz bu vazifeyi yerine getirirken bazı eksikler sergiliyorlar. Tesettürleri noksan. Yahut tesettürleri var da onunla mütenasip olan davranış olgunluğunda kusurları var… 

 

Böyle kardeşlerimize; 

 

“–Başörtüsünü böyle takacağınıza hiç takmayın daha iyi!” gibi serzenişlerde bulunanlar oluyor. Böyle telkinler yanlıştır. Bu sözleri söyleyenlerin maksadı şu:

 

“–Bu şekilde tesettürlü olmuş sayılmıyorsunuz. Kendinizi kandırmayın!” 

 

Bunu yaparken, iğneleyici bir dil kullanılmış oluyor. 

 

Fakat muhatabımız; 

 

“–Böyle takacaksanız hiç takmayın!” telkinine gerçekten uyup, iyice açılır saçılırsa, böyle söyleyenler için vebal olmaz mı? «Madem hiç farkı yokmuş iyice salayım» derse, memnun mu olacağız? 

 

Bizim vazifemiz, yarım tesettürü tam hâle getirmek mi, yoksa yarımı hiçe, sıfıra indirmek mi? 

 

Benzer başka bozuk telkinler:

 

“–Namazı böyle kılacağına hiç kılma!”

 

“–Anlamadan okuyacağına hiç okuma!”

 

Bunları hep müsbet ifade ile söylemeli. 

 

“–Gel şu namazı biraz daha yavaş kıl. Namazını biraz daha tâdîl-i erkâna riâyetle kılsan ne güzel olur!” demeli.

 

İnsan, zulme ve cehâlete meyyal yaratılmış. Tebliğ edeceğimiz kardeşimiz iki arada bir derede kalmış. Biraz o tarafa meyletmiş, fakat biraz da bu tarafa meyli var ki, büsbütün başını açmamış. Zikzak içinde. Onun bu tarafta tutunduğu dalı koparıp atmak, doğru bir davranış değildir. Onu;

 

“–Gel bu tesettürü, Allah ve Rasûlü’nün râzı olacağı şekle getirelim.” diyerek kazanmalıdır.4 

 

SAKAL ve SAKALSIZLIK

 

Fetvâ bahsinde ifade karışıklıklarına rastladığımız benzer bir mesele de sakaldır. 

 

Rasûlullah Efendimiz -sallâl­lâhu aleyhi ve sellem- sakalını bir tutam uzatmış ve bize de uzatmamızı tavsiye buyurmuş. (Buhârî, Libâs, 64; Müslim, Tahâret, 56; Nesâî, Zînet, 1)

 

Günümüzde kimi müslümanlar, sakalını kazıtmıyor fakat bir tutam sakal da bırakamıyor. Bir santim, bir buğday tanesi kadar bırakıyor. Tıraş makinelerinin düşük ayarlarıyla kısaltıyor. 

 

Bazı kardeşlerimiz bu şekilde kısaltanlara, bid‘at yaptıklarını söylüyorlar. 

 

Hâlbuki doğru olan; burada sünnetin eksik edâsının varlığıdır, bu bir bid‘at işlemek değildir. 

 

Âlimlerimiz, sakalı yüzün bir parçası olarak değerlendirmişler. Erkeklerin çenelerinde fıtrî olarak sakal bitiyor. Bu sakalı kazımayı Allâh’ın yaratışına bir müdahale olarak değerlendirmişler. (en-Nisâ, 119; Buhârî, Libâs, 62)

 

Âlimlerimiz kāhir ekseriyetiyle; sakalsızlığı, sakalı çıkmış olan birinin sakalını kazıtmasını, haram olarak değerlendirmişler. Sadece İmam Şâfiî Hazretleri, sakal kesmeyi mekruh olarak görmüştür.5

 

Elbette birtakım siyâsî ve içtimâî sebeplerden dolayı, istediği hâlde sakal bırakamayan müslümanların mazeretleri, kendileriyle Cenâb-ı Hak arasındadır. Yani kimin özrü makbuldür veya değildir diye bizim tayin etme salâhiyetimiz yoktur. Herkes kendi durumunu takdir edecektir.

 

Binâenaleyh;

 

Sakalı kazıtma haramlığından kurtulmak için, yüzde asgarî olarak bir sakal karartısının olması istenir. Bu buğday tanesi kadar olur, daha fazlası olur. Bu sünnet sakal değildir. 

 

Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın sünnet sakalı; bir tutam, bir kabza olarak karşımıza çıkıyor. Âlimlerimiz; Efendimiz’in sakalının, elini çenesine koyduğunda, bir kabzanın altından görünecek şekilde uzun bir sakal olduğunu söylüyorlar.

 

Bu sünnet seviyesinde sakal bırakamayanların daha kısa tutmalarını bid‘at değil, sünneti eksik işlemek olarak değerlendirmek daha doğrudur. Bunun bid‘at olarak görülmesi için; «Sakalın doğru bırakılma şekli budur!» diye bir ısrarın olması gerekir. Sakalı kısa tutanların böyle bir ısrarı ve iddiası bulunmamaktadır.

 

Toplumda yaygın olarak karşımıza çıkan; sigara, tesettür ve sakal mevzularında suallere cevap verirken, anlayışları da doğru bir istikamete koymanın ehemmiyetine dikkat çekmeye çalıştık. 

 

Cenâb-ı Hak, cümlemize her zaman ve bilhassa son nefeste îman selâmeti versin. Müsbet düşünüp müsbet hareket etmeyi, mâlâyânî ve habis şeyleri hayatımızdan çıkarmayı ve Allah Rasûlü’nün sünnetiyle müzeyyen olabilmemizi cümlemize nasip buyursun. Âmîn… 

 

_______________

 

https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/1387/sigara-icmenin-dini-hukmu-nedir

 

İnternette de bulabileceğiz, İSAV Tartışmalı İlmî Toplantılar dizisinin İnsan Sağlığı ve Sigara başlıklı kitabında birçok tafsilât vardır. İslâm dünyasından görüşler ve fetvalar için: t.ly/0ywOZ

 

TDV İslâm Ansiklopedisi, Tütün mad.

 

Tesettüre dair hususî bir yazımızı buradan okuyabilirsiniz.

 

https://www.yuzaki.com/2022/03/erkegi-kadini-hikmet-ve-prensipleriyle-tesettur-bahsi/ 

 

TDV İslâm Ansiklopedisi, Sakal mad.