İFSAD ve ISLAH
H. Kübra ERGİN hkubraergin571@gmail.com
Allah Teâlâ Hazretleri buyuruyor:
“Onlara;
«–Yeryüzünde fesatlık (bozgunculuk) yapmayın!» denildiğinde;
«–Biz sadece ıslah edicileriz.» derler.
Dikkat edin! Onlar fesat çıkaranların ta kendileridirler. Lâkin farkında değillerdir.” (el-Bakara, 12)
Kur’ân-ı Kerim’de elliden fazla âyette geçen «fesâd» kelimesi Arapçada mastar olarak; «bozulmak, sapmak» anlamında, isim olarak da; «zulüm; çalkantı, düzensizlik; kuraklık, kıtlık» mânâlarında kullanılmıştır. Genellikle müfessirler fesâdı; «bir şeyin istikametinden saparak yararlı hâlinden çıkması» şeklinde tarif etmişlerdir.
Fesâdın zıddı ise, salâh ve ıslahtır. Islah hem fertlerin, hem aile ve cemiyetin maddî ve mânevî durumunu iyiye, güzele, kemâlâta erdiren faydalı gidişâtı ifade eder.
Allah Zülcelâl’in emir ve yasaklarına uymak, insanın maddî ve mânevî hayatına nizam getirir. Bu nizam; her şeyi yaratılış gayesine uygun, faydalı, iyi ve iyileştirici, ıslah edici hâle getirir. Meselâ Allâh’ın emrettiği düzen; aileyi ayakta tutar, fertlerin saâdeti aile içinde bulmalarına yol gösterir. Bu arada cemiyetin de huzurunu, selâmetini ve istikbâlini teminat altına alır.
Allâh’ın bütün emir ve yasakları; cemiyette adâlete, iyiliğe ve yardımlaşmaya dayalı bir düzeni ayakta tutar. İnsanı her yönden ıslah eden bu düzen, hem dünya hem âhiret mutluluğuna vesile olur.
İnsanların hak yoldan ayrılmasına, cemiyetin nizamının ve halkın ahlâkının bozulmasına sebep olan her şey, bir fesattır. Fesat; kâfir, münafık ve fâsıkların, salâh da gerçek mü’minlerin vasfıdır. Mü’minler Allâh’ın emir ve yasaklarına uymakla, yeryüzünde bir ıslah hareketi meydana getirirler.
Dünyada fesat hareketleri ile ıslah hareketleri daima birbirine zıttır ve birbirinin aleyhine çalışır. Islah Allâh’ın istediği düzeni kurmakla olur, fesat da bunu bozmakla olur.
İbn-i Cerîr et-Taberî’nin naklettiği tefsirlere göre; fesat, başta küfür olmak üzere bütün isyan davranışlarından ibarettir. Allâh’a isyan eden veya O’na isyanı emreden kimse, yeryüzünde bozgunculuk yapmış olur. Hâlbuki göklerde ve yerde ıslah, itaatle gerçekleşmektedir. (Câmi‘u’l-beyân, I, 288)
Âlimlerin ittifakla bildirdiğine göre; yeryüzünde fesat çıkması, daima Allâh’ın emir ve yasaklarına bağlılığın gevşemesi neticesinde ortaya çıkar. Âyet-i kerîmeler de buna işaret etmektedir:
“Allâh’a verdikleri sözü kuvvetle pekiştirdikten sonra bozanlar, Allâh’ın riâyet edilmesini emrettiği şeyleri terk edenler ve yeryüzünde fesat çıkaranlar; işte lânet onlar içindir. Ve kötü yurt (cehennem) onlarındır.” (er-Ra‘d, 25)
Fahreddin Râzî fesat çıkarmanın üç mânâsını tespit etmiştir:
•Allâh’a karşı açıkça isyan. Burada fesat çıkarma (ifsad) itaatin zıddı bir anlam taşır. Allâh’ın insanlar için koyduğu kaidelere uyma çabası, yeryüzünde salâhı yani düzenli ve dengeli işleyişi temin ederken; herkesin kendi başına buyruk davranması, toplumda anarşi ve kargaşa doğurur.
•Münafıkların kâfirlerle gizlice iş birliği yaparak müslümanlar aleyhine tavır almaları fiili.
•Dinden yana görünerek, dîne karşı zihin bulandırıcı şüpheler yayma fiili.
Tefsir âlimleri; “Biz sadece ıslah edicileriz.” diye iddia ederken, yeryüzünü küfür ve fesatla dolduranların ekserîsinin; kâfirlere meyledenler veya onlarla dostluk kuranlar olduğunu bildirmişlerdir.
Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de bize İslâm toplumlarında fesâdın ortaya çıkış sebepleri ve sonuçları hakkında bilgiler vermiştir:
“Kâfirler de birbirlerinin dostudur. Şayet yapmazsanız (kendi aranızda dostluk kurup, onları düşman edinmezseniz) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk olur.” (el-Enfâl, 73)
Bu âyetten anladığımıza göre; mü’minler ıslah ediciler olarak yalnız birbirleriyle dostluk kurmalı, iş birliği yapmalı, ifsâd edici kâfirlerin maksatlarına asla hizmet etmemeli, onlara meyil göstermemelidir.
Kur’ân-ı Kerim’de fesat kelimesinin geçtiği âyetleri bütünlük içinde değerlendirdiğimiz zaman görürüz ki, insan hem fesat çıkarmamakla hem de ıslah etmeye çalışmakla mükelleftir. Rabbimiz insana fesâdı yasaklayıp, ıslahı emretmekte, ıslah etmesi gerektiği hâlde etmeyenlerin bu yaptıklarını da bir kötülük olarak vasfetmektedir:
“(Onlar) o kimselerdir ki, yeryüzünü fesâda verirler de düzeltmezler.” (eş-Şuarâ, 152)
Mü’min; fesâda yol açan hiçbir şeyi yapmaz, yapılmasını da istemez ve râzı olmaz. Rabbimiz âhirette güzel bir âkıbete nâil olacak müttakîlerin bir vasfının da, fesâdı istememek, râzı olmamak olduğunu bildirmiştir:
“İşte (bu) âhiret yurdudur. Biz, onu yeryüzünde üstünlük taslamayan ve fesâdı istemeyenlere veririz. (Güzel) âkıbet müttakîlerindir.” (el-Kasas, 83)
Fesâda râzı olmamanın bir mânâsı da onu engellemektir. Mü’minler daima yeryüzündeki her türlü ifsâdı engelleyip, ıslah edici olmaya çalışmalıdır. Rabbimiz, akıl sahibi olarak yarattığı insanoğluna; «fesâdı engellemeyi» de bir vazife olarak yüklemiştir:
“Sizden önceki nesiller arasında -kurtardığımız azınlık dışında- yeryüzünde fesâdı engelleyecek birileri olmalı değil miydi? Zâlimler ise (yeryüzündeki fesâdı ortadan kaldırmak yerine) şımartıldıkları rahat hayatın peşine düştüler. Ve onlar suçlu günahkârlardı.” (Hûd, 116)
Genellikle insanoğlu dünyevîleştikçe; fesâdı engelleme ve ıslah etme vazifesini unutup, dünya refahının ve hırslarının peşine düşer. Üstelik bu hâliyle başkalarına da kötü örnek olur. İsrailoğullarından çıkan Kārûn’a verilen nasihatte de âhiret yurdunu araması ve ıslahat için çalışması gerekirken, bunları yapmamak bir bozgunculuk hareketi olarak vasfedilmiştir:
“Allâh’ın sana verdiği şeylerde âhiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allâh’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde fesat / bozgunculuk isteme! Çünkü Allah, bozguncuları sevmez.” (el-Kasas, 77)
Fesâdın bir mânâsı da yıkımlar, kıtlık ve benzeri felâketlerdir. İnsanoğlu dünyada fesat çıkarınca; dünyanın da dengesi bozulur ve insana faydalı olan şeyler, faydasız ve hattâ zararlı olmaya başlar.
Allah Zülcelâl buyuruyor ki:
“İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde fesat (bozulma) ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.” (er-Rûm, 41)
Tefsir âlimlerinden Zemahşerî, bu âyetteki kullanımı da göz önünde bulundurarak fesâdı şöyle tefsir etmiştir:
“Fesat;
•Kıtlık, açlık, ziraat ürünlerindeki bereketsizlik,
•Rüzgârsızlık sebebiyle deniz ticaretindeki hareketsizlik,
•Hayvanların ve insanların ölümlerinin artması,
•Yangınların ve boğulmaların artması,
•Deniz ürünlerini çıkaranların işlerinin azalması ve
•Her türlü ticârî faaliyetin azalmasıdır. Menfaatlerin azalıp zararların çoğalmasıdır.” (Zemahşerî, Keşşâf, III, 224)
Yukarıda meâlini verdiğimiz âyetin; «insanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden» şeklinde tercüme edilen kısmı, âlimler tarafından genellikle; «işledikleri günahlar ve yaptıkları haksızlıklar sebebiyle» biçiminde yorumlanmıştır.
Elmalılı Muhammed Hamdi Efendi fesâdı; «herhangi bir şeyi veya mâlî değeri faydalanılabilecek hâlden çıkarmak ve özellikle Rabbine isyanla kendi nefsini mahvetmek» şeklinde tanımlamaktadır.
Yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanlar;
•Cana, mala ve ırza saldırarak yahut
•Mahsulleri ve insan neslini bozmaya teşebbüs ederek ilâhî düzeni ve halkın dirliğini ihlâle kalkışanlar,
•Zulüm, israf ve alçakça tutumları ile güzel ahlâkı bozanlar ve
•Berrak fikirleri bulandıranlardır. (Hak Dîni, III, 1663; V, 3757; VIII, 5806)
Buna göre, mü’minler; ıslah için çalışmayıp, fesâdı engellemeyip, ifsâda seyirci kalırsa karada ve denizde, yani dünyanın her yerinde bozulmalar meydana gelir. Öyle ki artık yerler ve gökler, insanoğlunun zulüm ve isyanlarına kızgınlık duyar hâle gelir.
Dünyanın iklimi bile bozulur. Kuraklık, sel felâketleri, orman yangınları ve türlü felâketler insanlara sıkıntı verir. Pahalılık, bereketsizlik, geçim sıkıntısı başlar. Bunlarla birlikte toplumun düzeni daha da bozulur. Bozulmanın etkisi ilk önce gençlerde, kadınlarda ve câhil kesimlerde ortaya çıkar. Aslında onlarda görünür hâle gelmiş olan bozulma; toplumun kılcal damarlarına kadar yayılmış, bütün bünyeyi sarmıştır.
Rabbimiz’in;
“Belki (İslâm’a) dönerler diye (Allah), yaptıklarının (cezasının) bir kısmını onlara tattırmaktadır.” (er-Rûm, 41) buyurması; bu alâmetleri gördüğümüz zaman hemen tevbe etmemizi, ıslah hareketlerine girişmemizi istemesindendir. Biz bunu yaparsak; en azından elimizden geldiği kadar ıslah edici olmaya, ıslah edenlerle yardımlaşmaya, iş birliği yapmaya çalışırsak, belki bu bozulmaların önüne geçmek mümkün olabilir. Ama; «Neme lâzım!» diyerek umursamazsak, ifsad yangını bir gün bizim evimize de sıçrar.
Bugün fesat, bütün dünyayı kasıp kavurmaktadır. Fesatçıların elebaşları arasında yahudilerin de olacağını Rabbimiz bildirmiştir:
“Kitap’ta İsrailoğullarına şu hükmü de verdik:
Hiç şüphesiz, yeryüzünde iki defa bozgunculuk yapacak ve büyük bir kibirle azgınlaşacaksınız.” (el-İsrâ, 4)
Şimdi bize düşen; bu ifsad hareketlerine karşı ıslah için mü’min kardeşlerimizle iş birliği yapmak, sımsıkı kenetlenmek ve çok gayret göstermektir.
Tarih boyunca insanı ve toplumu çeşitli felâketlere sürükleyen fitne ve fesat hareketleri olagelmiştir. Allâh’ın dînine düşman olan bütün dinler ve ideolojiler, daima fesatçı yani bozucu ve bozgunluk çıkarıcıdır.
İnsanlık tarihine baktığımız zaman; zâlimce katliâmlara, haksız uygulamalara, sömürüye ve kitlelerin maddî-mânevî fesâdına yol açan bütün ideolojiler, hep İslâm düşmanıdır. Toplum hayatını felce uğratan, bozguncu fikir ve duygularla kitlelerin mânevî dünyalarını, ahlâk ve hukuk ölçülerini tahrip eden fesatçı ideolojiler, hep ıslah edici olan İslâm’ın değerlerine karşıttır.
Son zamanlarda dünyanın gidişâtı, aklı başında herkesi kara kara düşündürecek bir noktaya geldi. Gazze’de bebekler katledilirken; Birleşmiş Milletler gibi beynelmilel kuruluşların seyirci kalması, ABD ve AB ülkelerinin zâlime destek çıkması, bu bozuk gidişâtın âdeta bir göstergesi oldu.
Aslında yeni bir şey de değildi bu; ölen müslüman olduğu zaman, dünyanın kör ve sağır kalmasına hep alışkındık.
•Bosna’da keskin nişancılar sivilleri hedef alırken,
•Bağdat’ta hastahâneler bombalanırken,
•Afganistan’da düğünlere füze atılırken,
•Suriye’de şehirlere bomba yağdırılırken de dünyanın umurunda olmamıştı.
Bunca zulüm yetmemiş gibi ve her yerde haksızlığa uğrayanlar müslümanlar olduğu hâlde; dînini yaşamaya çalışan ve hakkını savunan müslümanlar, terörizmle suçlanıyor.
Her yerde İslâmofobi söylemleri yayılıyor, algı operasyonları gerçekleştiriliyor. Öyle ki İslâm ülkelerinde yetişen nesiller bile; bu kara propagandalardan etkilenmekte, kendi dînine yabancılaşmakta, düşmanların empoze ettiği fikirleri körü körüne taklit etmekte.
Esasen biz müslümanların bunlardan şikâyet etmemizin bir mânâsı da, faydası da yok. Elbette düşman düşmanlığını yapar. Rabbimiz de zaten onların daima; «yeryüzünde fesat çıkarmak için uğraşacaklarını» bildirmiyor mu?
Öyleyse bize düşen;
•Onların yıkmaya çalıştığı her şeyi muhafaza etmek,
•Yaymaya çalıştığı çirkinliklere mâni olmak ve
•Her türlü ıslahat için çalışmaktır.
Islah edicilerin, daima ifsâd edenlerden daha çalışkan olması gerekir. Çünkü malûm, bozmak kolaydır, düzeltmek zordur. Bu sebeple düzeltmek isteyenlerin bozanlardan daha gayretli olması ve bozgunculara; «Dur!» demeyi bilmesi gerekir.
Rabbimiz; bu ümmeti ifsâd etmek isteyenlere fırsat vermesin, bizleri de ıslah için çalışanlar arasına dâhil eylesin. Âmîn…