GERÇEK HİCRET ALLÂH’IN YASAKLARINDAN UZAKLAŞMAKTIR

Prof. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

 

 

BİR HADİS:

 

عَنْ عَبْدِ اللّٰهِ بْنِ عَمْرٍو رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمَا عَنِ النَّبِيِّ صَلّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : 

 

« …اَلْمُهَاجِرُ مَنْ هَجَرَ مَا نَهَى اللّٰهُ عَنْهُ » 

 

Abdullah bin Amr -radıyallâhu anhümâ-’dan rivâyet edildiğine göre, Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

 

“(Gerçek) muhâcir, Allâh’ın yasakladığı şeylerden uzak duran kimsedir.” (Buhârî, Îmân, 4)

BİR MESAJ: 

 

“Gerçek hicret, Allah Teâlâ’nın yasakladığı şeylerden uzak durmaya çalışmaktır. Öyleyse bunu gücümüzün yettiği kadar yapmaya çalışalım!” 

 

 

“İslâm’ı ilk önce kabul eden muhâcirler ve ensâr ile
iyilikle onlara uyanlar var ya; Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır.”
 (et-Tevbe, 9/100)

 

 

 

Sözlükte «terk etmek, ayrılmak, ilgisini kesmek» gibi mânâlara gelen hicret; «kişinin herhangi bir şeyden bedenen, lisânen veya kalben ayrılıp uzaklaşması» demektir. Hicret kelimesi daha çok «bir yeri terk ederek başka bir yere göç etmek» anlamında kullanılmıştır. 

 

Bedenen hicret, fizikî olarak bir yerden başka bir yere göçmek; 

 

Lisânen hicret, argo ve küfür sözleri terk edip dili doğruya, hak ve hayır sözlere yönlendirmektir. 

 

Kalben hicret ise gönlü mâsivâdan arındırıp Cenâb-ı Mevlâ’ya yönelmektir.

 

Buna göre hicretin bir genel mânâsı bir de özel mânâsı vardır: 

 

Hicretin genel mânâsı; kişinin dînini yaşayamadığı gayr-i müslim bir ülkeden, dînini yaşayabileceği İslâm ülkesine göç etmesidir. 

 

Hicretin özel mânâsı ise Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in ve Mekkeli müslümanların Medine’ye göçünü ifade etmektedir. 

 

Medine’ye göç eden müslümanlara muhâcir, Rasûl-i Ekrem’e ve muhâcirlere yardım eden Medineli müslümanlara da ensâr denilmektedir.

 

Evet; günümüzde özel mânâsı ile hicret söz konusu değildir, ama genel mânâsı ile hicret hâlâ devam etmektedir ve kıyâmete kadar da devam edecektir. Zira mü’minin îman mücadelesi, mü’min olarak yaşama, mü’min kalabilme mücadelesi ölünceye kadar devam etmektedir. Sevgili Peygamberimiz’in ifadesiyle; 

 

“Tevbe sona ermedikçe hicret de sona ermez. Güneş battığı yerden doğmadıkça da tevbe sona ermez.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 2)

 

Bu mânâda mü’minin dînini daha huzurlu yaşayabileceği bir mahalleye, şehre veya bir ülkeye gitmesi bir hicrettir. Modern dünyanın karmaşasından, gürültüsünden uzaklaşarak camiye veya bir mescide gönlü yaslamak bir hicrettir. Hattâ televizyonlu bir odadan televizyonsuz odaya geçmek ve orada Rab ile beraber olmak da bir hicrettir. 

 

Velhâsıl hicretin yelpazesi geniştir. Hakikatte hicret; müslüman kalma, müslüman olarak var olma ve müslüman olarak varlığını devam ettirme mücadelesidir.

 

Hicret fedâkârlıktır. Hicret; arkaya dönüp bakmadan, bıraktıkları için hayıflanmadan Allâh’a yönelmektir. Allah için, dînini daha iyi yaşayabilmek için, candan-maldan geçmektir. Onun için hicret, bedel ödemektir

 

Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır: 

 

“İnsanlardan öylesi de vardır ki Allâh’ın rızâsını kazanmak için kendini fedâ eder. Allah, kullarına çok şefkatlidir.” (el-Bakara, 2/207) 

 

Hicret, bedevîlikten medenîliğe yapılan yürüyüştür.

 

Serlevha hadîs-i şerîfimizde de yer aldığı gibi; hicretin çok daha şümullü, çok daha derûnî bir mânâsı vardır. Sevgili Peygamberimiz bu hadîs-i şerifte hicreti; Allâh’ın yasaklarından kaçınmak olarak tanımlamıştır. Buna göre günahlardan, Allâh’ın yasaklarından sakınmak da bir hicrettir. Gerçek muhâcir, yüce Allâh’ın yasak kıldığı şeylerden uzaklaşandır.

 

Bu mânâda meselâ; 

 

“Ben Allah’tan korkarım.” diyerek gözünü haramdan sakınan bir mü’min, gerçek bir muhâcirdir. Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfe göre; başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde, Allah Teâlâ’nın Arş’ının gölgesinde barındıracağı yedi sınıf insandan biri de güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine karşı; “Ben Allah’tan korkarım.” diye yaklaşmayan yiğittir. (Buhârî, Ezân, 36)

 

Mü’minin, hayatındaki bir kötülüğü terk etmesi hicrettir. Alkol bağımlısı olan bir mü’minin, Allah için bu günahı terk etmesi bir hicrettir. Yine sigara içen bir mü’minin, Allah için bu keyfinden, bu keyfîliğinden vazgeçmesi bir hicrettir.

 

Haramlardan helâllere yönelen bir mü’min, aslında bir nevi hicret etmiştir. Allah için en küçüğünden büyüğüne kadar bütün günahlardan sakınmak, Allâh’a yapılan bir hicrettir. Zira haram kılınan ve yasaklanan şeylerden sakınmak; helâlleri, emredilenleri yapmaktan daha ehemmiyetli bir husustur. Bu aynı zamanda takvâdır.

 

Takvâ; Allâh’a itaat ederek büyük bir teslîmiyet içerisinde emirlerini yerine getirmek, yasaklarından da uzak durmak, kaçınmak ise, öyleyse takvâ üzere yaşamak da bir hicrettir.

 

Âyet-i kerimede; 

 

“Muhakkak ki nefis kötülükleri emreder.” buyurulmaktadır. (Yûsuf, 12/53) Nefs-i emmârenin davet ettiği kötülüklerden, haramlardan uzak durmak ve onları terk etmek hicrettir. Kötülüklerden iyiliklere yönelmek bir hicrettir. Kötü arkadaşlıkları terk ederek sâdıklarla beraber olmak bir hicrettir. Bulunduğumuz ortamda dînimizi huzurlu bir şekilde yaşayamıyorsak, -Allah korusun, gıybet ve iftiralar aldı başını gidiyorsa- Allah için o muhiti, o mahalleyi, o şehri, hattâ o ülkeyi terk etmek bir hicrettir.

 

Hicret geriye bakmadan, günahları terk etmektir. Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur: 

 

Hicret iki çeşittir: 

 

•Birincisi günahları terk etmendir. 

 

•Diğeri ise Allah ve Rasûlü’ne hicret etmendir. Tövbe kabul edildiği sürece, hicret etmek kesintiye uğramayacaktır.” (Ahmed bin Hanbel, 1/192) 

 

Yine diğer bir rivâyette de şöyle buyurulmuştur: 

 

“Muhâcir hata ve günahları terk eden kimsedir.” (İbn-i Mâce, Fiten, 2)

 

Şu bir hakikat ki; günahları terk etmek, vatanı terk etmekten daha zordur. Nitekim bir gün ashâb-ı kiramdan biri, Allah Rasûlü’ne;

 

“–Yâ Rasûlâllah! En fazîletli hicret hangisidir?” diye sormuş, Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de şöyle cevap vermiştir: 

 

“–Rabbinin kerih gördüğü şeyleri terk etmendir.” (Nesâî, Bey‘at, 12) 

 

Büyük İslâm âlimi Süyûtî, bu hadîsin şerhi ile ilgili şöyle demektedir: 

 

“Allâh’ın yasakladığı şeyleri terk etmek, vatanı terk etmekten daha hayırlıdır. Çünkü vatanı terk ederek yapılan hicretin asıl gayesi, Allâh’ın yasakladığı şeylerden uzaklaşmaktır.”

 

Hicret; İslâm’a ters düşen âdetleri, bid‘at ve hurâfeleri büyük bir teslîmiyetle terk edip, sünnet-i seniyyeye sarılmaktır. 

 

Hicrette aslolan kişinin niyetidir. Yani hicret ederken ne niyetle hicret edilirse Allah Teâlâ onun karşılığını verecektir. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur: 

 

“Ameller niyete göredir. Herkese ancak niyet ettiği şey vardır. 

 

Kimin hicreti Allâh’a ve Rasûlü’ne yönelikse onun hicreti Allâh’a ve Rasûlü’nedir. 

 

Kimin de hicreti elde edeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadından dolayı ise onun hicreti, hicret ettiği şeyedir.” (Buhârî, Îmân, 41)

 

O yüzden hicret, Allah için yapılır. Kişi; doğup büyüdüğü, hâtıralarının, malının ve mülkünün olduğu yeri hem de arkasına bakmadan niçin terk eder? Allah için tabiî ki…

 

Hicret; pes etmek, vazgeçmek, teslim olmak, ümidi kesmek değildir; hicret bir nevi yeniden hayat bulmaktır, belki gidilen yere hayat vermektir.

 

Zira hicrette bereket ve bolluk vardır. Allah Teâlâ âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır: 

 

“Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde barınacak pek çok güzel yer, maddî-mânevî genişlik ve bolluk bulur. Kim de evinden Allah ve Rasûlü’ne hicret etmek niyetiyle çıkar, sonra da hedefine varmadan kendisine ölüm yetişirse, artık onun mükâfâtı şüphesiz Allâh’a aittir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.” (en-Nisâ, 4/100)

 

Allah için hicret eden, yine Allah Teâlâ’nın rızâsına ve iltifâtına mazhar olur. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır: 

 

“Îmân edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihâd edenler, Allah yanında pek büyük mertebelere sahiptirler. İşte bunlar kurtuluş ve başarıya erişenlerin ta kendileridir.” (et-Tevbe, 9/20) 

 

Allah için hicret edenin geçmiş günahları bağışlanır. Çünkü hicret bir nevi tevbedir. Amr bin Âs -radıyallâhu anhümâ -’dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerifte Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; Allah için yapılan hicretin, daha önce işlenen günahları yok ettiğini bildirmiştir. (Müslim, Îmân, 192)

 

Rabbimiz; cümlemizi, haramlardan helâllere, kötülüklerden iyiliklere hicret edenlerden eylesin!

 

Âmîn…