EL EMEĞİ GÖZ NÛRU

Prof. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

 

BİR HADİS:

 

عَنِ الْمِقْدَامِ بْنِ مَعْد۪يكرِبَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ عَنِ النَّبِيِّ
صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : 

 

« مَا أَكَلَ أَحَدٌ طَعَامًا قَطُّ خَيْرًا مِنْ أَنْ يَأْكُلَ مِنْ عَمَلِ
يَدِه۪ وَإِنَّ نَبِيَّ اللّٰهِ دَاوُدَ كَانَ يَأْكُلُ مِنْ عَمَلِ يَدِه۪ 
»

 

Mikdâm bin Ma‘dîkerib -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

 

“Kesinlikle hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yemek yememiştir. Allâh’ın Peygamberi
Dâvud -aleyhisselâm- da kendi elinin emeğini yiyordu.”
(Buhârî, Büyû, 15)

 

BİR MESAJ: 

 

“Yaşadığımız şu imtihan dünyasında her dâim helâlin peşinden gitmeye çalışalım!”

 

 

 

 

 

“İnsanın yediği en güzel şey, kendi kazancından olandır.” (Ebû Dâvûd, Büyû’ [İcâre], 77)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Medineli bir sahâbî; zaman zaman Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına gelip ihtiyacını dile getirir, her defasında O’ndan bir şeyler alıp evine dönerdi. Bir gün yine bir şey istemeye geldiğinde, sevgili Peygamberimiz; 

 

“–Evinde hiç bir şey yok mu?” diye sordu. 

 

O da; 

 

“–Hayır, evimde sadece bir örtü var. Bunun bir kısmını elbise olarak kullanıyor, diğer kısmını da evde altımıza seriyoruz. Bir de içinde su içtiğimiz bir bardak var.” diye cevap verdi. 

 

Bunun üzerine Efendimiz; 

 

“–Onları bana getir.” buyurdu. 

 

Sahâbî, evine gidip bahsettiği o eşyaları getirdiğinde; Fahr-i Âlem Efendimiz, eşyaları eline alarak orada bulunanlara;

 

“–Kim bunları satın almak ister?” diye sordu. 

 

Orada bulunanlardan biri; 

 

“–Ben onları bir dirhem karşılığında alırım.” diyerek öne çıktı. 

 

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber; 

 

“–Kim bir dirhemden fazla verir?” diye iki-üç defa sordu. 

 

Bir başka sahâbî; 

 

“–Ben iki dirhem veririm.” diye karşılık verdi. 

 

En nihayetinde Peygamber Efendimiz, eşyaları iki dirhem karşılığında o sahâbîye verdi. İki dirhemi de dilenmek için gelen sahâbîye vererek şöyle buyurdu: 

 

“–Bu dirhemlerin birisiyle yiyecek satın al ve ailene götür. Diğer dirhem ile de bir keser satın alıp yanıma gel.” 

 

Adam; Peygamber Efendimiz’in buyurduğu üzere bir dirhemle ailesine yiyecek alıp, kalan bir dirhemle de keser satın aldı. Daha sonra Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına keserle birlikte geldi. O da bizzat kendi elleriyle bir sap taktı ve keseri ona uzatarak şöyle buyurdu: 

 

“–Git, bununla odun topla ve sat! Seni on beş gün boyunca da görmeyeyim.” 

 

Sahâbî, Peygamber Efendimiz’in emri üzere odun toplayıp satmaya başladı. Kazandığı paranın bir kısmı ile elbise satın alıp geri kalanı ile de ailesine yiyecek satın aldı. On beş gün sonra, Peygamberimiz’in yanına geldiğinde hepimize öğüt ve ibret olacak şu kutlu sözlerle karşılaştı: 

 

“–Bu şekilde çalışarak başkalarına muhtaç olmadan geçinmen; senin için, kıyâmet gününde yüzünde dilencilik lekesi ile gelmenden daha hayırlıdır.” (Ebû Dâvûd, Zekât, 36) 

 

Her hususta örneğimiz olan Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, dilenmek için gelen sahâbîye helâlinden kazanmanın yolunu göstermiş ve bunun insanlara el açmaktan daha hayırlı olduğunu bildirmiştir. Yüce dînimiz İslâm’da; mü’minin elinin emeğiyle kazandığı mübârektir, alın teri mübârektir. Emek mukaddestir. Mü’min, emeğinin karşılığını âhirette kat kat alacaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

 

“İnsan için ancak çalıştığı vardır ve çalıştığı da ileride görülecektir. Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir.” (en-Necm, 53/39-41) 

 

Ayrıca şunu da unutmamak gerekir ki, Allah çalışanın emeğini asla zâyî etmez. Zira O, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: 

 

“…Ben, erkek olsun kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zâyî etmeyeceğim…” (Âl-i İmrân, 3/195) 

 

Helâl olanın peşinden gitmek ibâdettir, Cenâb-ı Hakk’a kulluktur. Yine helâl kazancın peşinden gitmek; Allah yolunda olmak, Allah yolunda cihâd etmektir. Nitekim sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır: 

 

“Eğer bir kimse çocuklarının geçimi için çalışırsa, Allah yolundadır

 

Eğer yaşlı ana-babasının ihtiyaçlarını gidermek için çalışırsa, onun yaptıkları yine Allah yolunda hizmettir

 

Eğer kendi izzet ve erdemi için çalışırsa, onun yaptıkları yine Allah yolundadır

 

Fakat riyâ ve gösteriş için çalışmaya koyulursa, işte o zaman o, şeytanın yolundadır.” (Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Evsât, 7/56) 

 

Mü’minin dilenmeyi bırakıp, helâl kazancın peşine düşmesi, aynı zamanda insan haysiyetinin zedelenmesine mâni olur. Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: 

 

“Sizden birinizin urganını alıp (dağa gitmesi), sırtında bir bağ odun getirip satması ve böylece Allâh’ın onun itibarını koruması, bir şey verip vermeyecekleri belli olmayan kimselerden dilenmesinden daha hayırlıdır.” (Buhârî, Zekât, 50) 

 

Onun için müslüman çalışmalı, emek vermeli, helâlinden kazanmak için gayret göstermelidir. Bu konuda gaflet etmemeli, tembellik göstermemelidir. Zira sevgili Peygamberimiz, sık sık yaptığı duâlarda tembellikten Allâh’a sığınmıştır. Çünkü tembellik şeytanın bir vesvesesidir, tembellik bir hastalıktır

 

Müslüman helâl kazanca tâlip olur, onun haramda gözü olmaz. Fakat ne hazindir ki günümüzde birçok insan; emek sarf etmeden, kısa yoldan para kazanıp zengin olmanın yoluna bakmaktadır. Ama bilmiyorlar ki haram yollarla elde edilen para, mal ve sâirede bereket yoktur. Bilmiyorlar ki rüşvet, fâiz, kumar ve hırsızlık gibi gayr-i meşrû yollarla elde edilen kazancın bereketi olmaz. Çünkü haramda bereket olmaz, bereket helâldedir. Çünkü yüce Allah; helâl yollarla, alın teriyle kazanılan paraya bereket ihsân eder. Birini bin yapar. 

 

Yüce Allâh’ın gönderdiği bütün peygamberler, ellerinin emeği ile geçinmişlerdir. Bu anlamda; 

 

•Hazret-i İdrîs terzilik

 

•Hazret-i Zekeriyyâ marangozluk

 

•Hazret-i Eyyüb çiftçilik

 

•Hazreti Dâvud ise demircilik yaparak kimseye muhtaç olmadan helâl kazancın peşinden koşma hususunda bizlere örnek olmuşlardır. 

 

Kur’ân-ı Kerim’de Allâh’a ve âhiret gününe îmân edenler için güzel bir örneklik olduğu ifade edilen Fahr-i Kâinât Efendimiz de hayatının belli döneminde, çobanlık mesleği ile uğraşmış, gençlik döneminde de ticaretle meşgul olmuştur. 

 

Şu da bir hakikat ki; 

 

İnsanın helâl kazancı bırakıp haram yollara teşebbüs etmesinin arkasında yatan en önemli âmillerden biri, bitmek tükenmek bilmeyen hırsıdır. Âdemoğlunda var olan hırs hastalığını, Efendimiz şöyle tavsîf eder: 

 

“Âdemoğlunun bir vâdi dolusu malı olsa, bir vâdi dolusu daha olmasını arzu eder. Âdemoğlunun gözünü ancak toprak doyurur. Allah tövbe eden kimsenin tövbesini kabul eder.” (Buhârî, Rikāk, 10) 

 

Hırs hastalığının en önemli dermanlarından biri de kanaat ahlâkıdır. Sevgili Peygamberimiz, savaşta elde edilen ganîmetten kendisine düşen payı azımsayan ve artırılmasını isteyen Hakîm bin Hızâm’a şu tavsiyede bulunmuştur: 

 

Ey Hakîm! Bu dünya malı göz alıcı ve tatlıdır.

 

•Kim bu mala engin bir gönülle ve göz dikmeksizin sahip olursa kendisi için malı bereketlenir. 

 

•Ama kim de hırs ve tamahla dolu bir kalple bu malı arzularsa, tıpkı doymak bilmeyen obur kimse gibi onun için malın bereketi kaçar. 

 

Veren el, alan elden üstündür.” (Buhârî, Zekât, 50) 

 

Rabbimiz, bizleri kanaat sahibi kullarından eylesin! 

 

Rabbimiz; bizleri daima haramdan içtinâb edip, helâlin peşinden gidenlerden eylesin! 

 

Rabbimiz, bizleri kendi rızâsı doğrultusunda yaşayan kullarından eylesin! 

 

Âmîn…