İslâm’ın İlk Büyük Savaşı BEDİR GAZVESİ -1-
Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr
Siyer ve İslâm tarihi kaynaklarımız başta olmak üzere bütün eserlerde; Bedir Gazvesi, üzerinde en çok durulan savaşlardan biridir.
Her bakımdan olduğu gibi, kaynakları yönüyle de siyer ve İslâm tarihi çok zengindir. Bedir Gazvesi ile ilgili ilk kaynaklarda çokça malûmat vardır. Bunun yanında; Bedir Gazvesi hakkında yapılan çalışmalar bir hayli çok olduğu gibi, yeni çalışmalar da yapılmaya devam edilmektedir. Ancak biz; daha ziyade en temel kaynaklardan istifade ederek, bu büyük gazveyi anlatmaya çalışacağız.1
Doğup büyüdükleri vatanlarını terk edip Yesrib’e gelerek, Rasûlullah -aleyhisselâm- önderliğinde, burayı Medine yapan müslümanlar, yine takibat ve gözetim altındaydılar.
Medine’de hiç de küçümsenemeyecek kadar yahudi vardı. Sayıları çok olmasa da hıristiyanlar vardı. Evs ve Hazrec kabîleleri içinde çokça müşrik vardı. Menfaatlerini ön plâna çıkarıp, sadece kendi hayatlarını düşünen ikiyüzlü münafıklar vardı. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi; Mekke müşrikleri de Medinelileri, müslümanlara karşı tahrik edip, sürekli tazyikte bulunuyorlardı.
Rasûlullah -aleyhisselâm-, sevgili ashâbı ile beraber her yere yetişmeye çalışıyordu. Bir yandan, Yesrib’i Medine yapıp, sosyal müesseseler oluştururken; diğer yandan da siyâsî, askerî ve ekonomik faaliyetler gibi, birçok alanda Mekke müşrikleri ile mücadele ediyorlardı.
Medine’yi korumak ve hem de her türlü çalışma ve gelişmeleri takip etmek için oluşturulan Seriyye adı verilen askerî akınlar düzenliyordu. Ardından yine küçük çaplı Gazveler tertip etti. Rasûlullah -aleyhisselâm- ve ashâb-ı kirâmın bunca gayret ve faaliyetleri neticesinde, her şeyiyle güvenli bir belde oluşturulmuştu.
Rasûlullah -aleyhisselâm- ve O’nun önderliğinde çalışan sahâbe-i kirâmın bütün bu çalışmalarıyla; sivri dikenler bertaraf edilmiş, güllere ortam hazırlanmıştı.
Güllerin toprağı, havası, suyu, güneşi kesilirse kurur; o zaman da dikenler büyür ve her tarafı dikenler istîlâ eder! Küçük goncaların güle dönüşmesi için, gece-gündüz çalışıyor, onlara toprak, su, hava olma çabası ile halkaya sürekli yeni güller katılıyordu.
Güller, gül yetiştirirler. Her biri birbirinden güzel gül olmak ve gül yetiştirmek için çıkmışlardı yola. Gönülleri, gözleri, özleri, sözleri, dilleri, elleri gül tomurcukları ile doluydu. Tomurcuklar bir yandan, goncalar diğer yandan gül oluyor, güle dönüşüyor; Medine gülistan olurken, gülistan da daha bir başka gülistan oluşturuyordu.
İşte öyle olmuştu Yesrib! Medine açmıştı onları da. Medine’de her sahâbî bir güldü artık! Küçücük bir bebekten, yaşlı bir dedeye kadar! Minicik bir kızdan, nur yüzlü nineye kadar! Medine; gülistan olmuştu artık, gül bahçesi olmuştu Medine!
Medine, her şeyi ile sürekli ve yepyeni güzellikleri yaşıyordu.
Fakat bu güzelliği istemeyen nasipsizler Medine’de de vardı. Bunlara karşı her türlü tedbiri alan Peygamberler Sultanı, güzelliği en güzel bir şekilde yaşıyor ve yayıyordu.
Güzel yolun güzel yolcuları, yollarını en güzel bir şekilde alıyorlardı. Buna rağmen, kötü yolun kötü yolcuları da yola çıkmışlardı! Her yolun yolcusu vardı yani. Yolsuz yolcu, yolcusuz yol yoktu!
Rasûlullah -aleyhisselâm- ve ashâb-ı kiram, her geçen gün yeni güzellikler ortaya koyuyorlardı. Yesrib, Medine olalı çok şey değişmişti. Değişmeye ve gelişmeye de devam ediyordu tabiî. Her şey düzene girmiş; küçük bir kasaba olan Yesrib, artık koca bir Medine şehri olmuştu.
Çalışmalar, çok yönlü bir şekilde devam ediyordu. İlk seriyye ve gazvelerle, içte ve dışta ciddî bir emniyet sağlanmıştı.
Eğitim-öğretim çalışmaları ile îmar çalışmaları beraber yürütülüyordu. Siyâsî istikrârın yanında, ekonomik istikrar da üst seviyedeydi.
Bütün bunlarla beraber; ciddî bir haber ağı kurulmuş, istihbarat faaliyetleri de büyük bir ciddiyetle yürütülüyordu.
Medine, her yönden artan bir güven ortamı ve istikrar ile gelişmeye devam ederken, müslümanlar yeni bir haber aldılar:
Mekke müşrikleri -bütün kabîleler olarak- hepsi bir araya gelip, kadın-erkek herkesin katılımıyla, büyük bir sermaye oluşturmuşlar, büyük bir kervan hazırlamışlar, Ebû Süfyan yönetiminde, Suriye’nin Şam yöresi Gazze pazarına doğru yola çıkarmışlardı.
Farklı rivâyetlerle beraber; 50.000 dinar kadar sermayeli, at ve katırların yanında, 1000 develik mal yüklü büyük bir ticaret kervanıydı bu.2
Kervanın genel komutası Ebû Süfyan Sahr bin Harb’da olmakla beraber, bunların içinde Muhammed bin Nevfel ve Amr bin Âs3 gibi, önde gelen müşriklerin yanında, 30 veya 40 ya da 70 kişi de bu kervanı korumak için, muhafız olarak bulunuyordu.4
Rasûlullah -aleyhisselâm- bunu haber alınca, hemen ashâbını topladı. Bu kervanı; Mekke’ye dönerken uğrayacağı Bedir’de ele geçirebileceklerini ifade ederek, kendilerini sefere davet edip, hazırlanmalarını istedi.
Bu arada, Hazret-i Talha bin Ubeydullah ile Hazret-i Saîd bin Zeyd’i, kervan hakkında bilgi toplamak üzere vazifelendirdi. Ancak onlardan zamanında bir haber gelmeyince, yeni bir istihbarat usûlü ile kervanın dönüş haberini, başka bir kaynaktan öğrendi. Bu haberi enine boyuna değerlendirdikten sonra, harekete geçti.
Medine tarafında bunlar olurken, diğer taraftan Ebû Süfyan da boş durmuyordu. Başına gelecekleri, az çok tahmin ediyordu. O da diğer Mekke müşrikleri gibi, müslümanlara bunca yaptıklarının yanında, hicretten sonra da hac yapmalarına engel oldukları için; onların da Mekke-Şam ticaret yollarını kesmek isteyeceklerini çok iyi biliyordu. Bunun için müşrikler; ticaret kervanları hakkında onlardan korkup duruyorlar, uyanık ve tedbirli olmaya çalışıyorlardı. Bu korku ile gitmişler, bu endişe ile alışveriş yapmışlar ve artan bir korku ile de dönüşe geçmişlerdi. Nitekim dönüş yolunda kervanın basılacağı haberini alan Ebû Süfyan, hiç zaman kaybetmeden, aynı kervanda bulunan Damdam (Zamzam) bin Amr’ı, 20 miskal altın ya da 20 dinar ücretle kiralayıp, Tebük’ten aceleyle Mekke’ye gönderip, çok âcil yardım çağrısında bulundu.5
İki tarafın istihbaratı da çok iyi çalışıyordu…
Rasûlullah -aleyhisselâm- bir sefere çıkacağı zaman; Medine toplumunu olduğu gibi, Medine şehrini de sahipsiz bırakmazdı. Bütün işlerin aksamadan yürümesi için; belli alanlarda, bazı şahısları vazifelendirdi. Ancak, cemaate namaz kıldıracak ve toplumuna imamlık (önderlik) yapacak kişi, bunların en başında geleni olurdu.
Peygamberimiz -aleyhisselâm-; Medine’de yerine vekâlet etmek ve halka namaz kıldırmak üzere, Hazret-i Abdullah bin Ümmü Mektûm’u tayin etti. Hazret-i Ebû Lübâbe bin Abdülmünzir’i,6 Medine idaresine getirdi. Hazret-i Âsım bin Adiyy, Medine’nin Âliye kısmında ve Kubâ’ taraflarında vazifelendirildi. Hazret-i Hâris bin Hâtıb’ı, Amr bin Avfoğulları tarafına vazifeli kıldı.7
Daha önceden de ifade ettiğimiz gibi, Hazret-i Talha bin Ubeydullah ile Hazret-i Saîd bin Zeyd’e, müşrik kervanını gözetleme ve haber getirme vazifesi verilmişti.
Her birine verdiği vekâlet ile onları icraatlarında tam yetkili kıldı.
İslâm tarihinin yiğitleri olan sahâbîlerin her birinin çok yönlü olduğunu görüyoruz. Her şeyden önce müttakî birer müslüman idiler. İslâm’ı en doğru ve en güzel bir şekilde anlayıp yaşayan erdem sahibi insanlardı. Aynı zamanda da her fırsatta ve her yerde İslâm’ın güzelliğine, insanları davet ediyorlardı. Bu yönleriyle de birer hoca ve muallim olarak görürüz onları.
Ama bunların, yeri geldiğinde iyi birer sancaktar, kahraman birer asker; yeri geldiğinde de usta birer kumandan olarak vazife icrâ ettiklerini de görürüz!
Rasûlullah -aleyhisselâm-; sancakları getirtip, bağladıktan sonra, iki siyah bayraktan Ukab adındakini Hazret-i Ali’ye verdi. Ayrıca beyaz sancağını Hazret-i Mus‘ab bin Umeyr’e verdi. Bunların yanında, Hazrecîlerin sancağını Hazret-i Hubâb bin Münzir’e verirken, Evsîlerin sancağını da Hazret-i Sa‘d bin Muaz taşıyordu.8
-Radıyallâhu anhüm ecmaîn-
Peygamber Efendimiz, ashâbı ile büyük sefere çıkmıştı.
-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-
________________
1 غزوة بدر Rasûlullah -aleyhisselâm- komutasındaki sahâbîlerin, Mekke müşrikleri ile Bedir’de yaptıkları ilk büyük savaştır (2/624). Bu büyük savaşın ayrıntıları için, bakınız lütfen: Buhârî, Meğâzî, 2-17, 46; Müslim, Fezâîlü’s-Sahâbe, 161; Vâkıdî, el-Meğâzî, c. 1, s. 19-172; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 2, s. 11-27; İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 1, s. 606-715, c. 2, s. 3-43; Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf, c. 1, s 288-308; Yâkûbî, Târih, c. 2, s. 45-46; Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 1, s. 1284-1359; Câmiu’l-Beyân, c. 9, s. 114-163, c. 10, s. 3-41; Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 3, s. 25-254; Bekrî, Mu‘cem, c. 1, s. 231; Yâkût, Mu‘cemü’l-Büldân, c. 1, s. 357-358; İbn-i Ebu’l-Hadîd, Şerhu Nehcü’l-Belâğa, c. 14, s. 84-213; Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dîni Kur’ân Dili, c. 2, s. 1170-1173, c. 3, s. 2364; Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi, c. 1, s. 242-253; Hazret-i Peygamber’in Savaşları, s. 55-95; Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Târihi, c. 3, s. 283.
2 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 257; Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf, c. 1, s. 288; Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 267; İbn-i Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 107; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, c. 2, s. 116; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 256.
3 Hicretin altıncı yılından sonra İslâm ile şereflenip, çok büyük hizmetler yapmıştır.
4 İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Meğâzî ve’ş-Şemâil ve’s-Siyer, c. 1, s. 241; Zehebî, Meğâzî, s. 31; İbn-i Haldun, Târih, c. 2, s. 19.
5 Vâkıdî, el-Meğâzî, c. 1, s. 28; Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf, c. 1, s. 290.
6 Farklı bir rivâyete göre de; yola çıkıp bir hayli gittikten sonra, Hazret-i Ebû Lübâbe’yi Ravhâ’dan Medine’ye geri gönderdi.
7 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 263.
8 İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, c. 1, s. 246; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 260; Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Târihi, c. 3, s. 283.