KEFF
Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com
Elhamdülillâh!.. Suriye, diktatöründen kurtuldu.
Hepimiz tedirgin bir sevinç içindeyiz. Çünkü geçmişte, başında sevindiğimiz fakat sonunda üzüldüğümüz hâdiseler oldu.
Meselâ Mısır diktatörü Hüsnü Mübârek devrildiğinde, şu şiirle tarih düşürmüştüm:
Gurubdan sonra zulmet çöktü şarka…
Karanlık çehreler zulmetti halka…
Birin taksîmi bin olmuş ne fayda?
Bölük pörçük, bir ümmet, çıktı kırka!
Mühür gitmiş, kalem ağyâr elinde,
Mürekkep petrol olmuş, ülke hokka…
Reisler mîdesinden bağlı kukla,
Ve bayrak sandığın yalnızca marka…
Kral, albay, reis… hep diktatörlük,
Siyâset kör kılıç, saplandı ırka…
Küfür üst üste kursun onca paktı,
Yasaktır; ehl-i din kurmaz alâka…
Şu meydan aç açık kalmış fakirler,
Salonlar tok… Basîretlerde burka…
Döner devran, tedâvül sırrı zâhir,
Gül ey tâlih! Çomak el koydu çarka!
Zulüm er geç bulur Hak’tan zevâli,
Bu mutlak hükme târihler vesîka…
Uyanmaz sandılar milyonla halkı;
Uyandırmakta bir ses halka halka…
Ne hürriyyet, ne zenginlik, ne açlık!
Yanık feryatların mânâsı başka…
Ayaklardan çözülmüş bağlar artık…
Döner elbette ilk fırsatta Hakk’a…
Hıyânet sayma isyân etse millet;
Neden dersen, derim: «Men dakka dukka!»
Esâretten cesâret çıktı Tâlî!
Külünden doğdu «yüz» efsâne ankā!
«Otuz-kırk yıllık istibdâda yetti» (1911+100=2011)
«Terâküm depreminden bir dakîka!» (1432)
Lâkin, Arap Baharı’nın en hızlı ve en sembolik muvaffakiyeti olan Mısır’da, bir yıl sonra her şey tersine döndü. Cumhurbaşkanı Mursî, darbeyle alaşağı edildi. Tunus’ta da 28 Şubat benzeri bir muhtıra yaşandı. Yemen, İran kontrolüne geçeceği bir iç savaşa sürüklendi. Libya, âdeta bölündü.
Arap Baharı, Suriye’de ise kara kışa dönmüştü. İran, Rusya, ABD derken işe karışmayan kalmadı. Bu arada, Haşd-i Şa’bî, Daeş gibi yapılar piyasaya çıktı. Tekbirimiz, kafa kesmeyi akla getirir oldu! İslâmofobi kudurdu.
Şimdi nasıl oldu da 12 günde diktatörlük yıkıldı!?.
Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer. Bu sevince inanamayan bizler, türlü türlü komplo teorilerini piyasaya sürüyoruz: Filâncayla anlaşılmasa olmazdı. Filânkes nasıl bıraktı gitti? Filânca nasıl göz yumdu?..
2020 yılındaki Karabağ Zaferi’nde de benzer bir duygu oluşmuştu.1
Peki bu gibi anlaşılamayan kolaylıklar, asr-ı saâdette de yaşanmış mıdır?
Elbette…
Cenâb-ı Hak «keff» fiiliyle, tarihe bu tür müdahalelerini anlatır.
Âyet-i kerîme meâli:
“Artık Allah yolunda savaş! Sen, kendinden başkası (sebebiyle) sorumlu tutulmazsın. Mü’minleri de teşvik et! Umulur ki Allah kâfirlerin gücünü kırar (güçleriyle size zarar vermelerini önler). Allâh’ın gücü daha çetin ve cezası daha şiddetlidir.” (en-Nisâ, 84)
Düşünelim:
Cihâd edecek bir kişi;
“–Her taraf düşman… Hangi biriyle savaşayım? Gücüm yeter mi? Ya o esnada şu da saldırırsa ne yaparız…” gibi tereddütlere çokça düşer. Rabbimiz bu duygulardan korumak için, keffe fiilini kullanarak;
“Muhtemel ki, umut edebilirsiniz ki, Allah, kâfirlerin gücünü kırar.” buyurarak teminat veriyor, rahatlatıyor. Sebeb-i nüzûlün de desteklediği üzere, burada;
“–Bir başına da kalsan, korkma cihâd et!” mânâsı var. Bedr-i Suğrâ’ya gitmek hususunda çekinenlere karşı bir meydan okuma var…
Bir başka âyet-i kerîme meâli:
“Ey îmân edenler! Allâh’ın size olan nimetini unutmayın; hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden çekmişti. Allah’tan korkun ve mü’minler yalnızca Allâh’a güvensinler.” (el-Mâide, 11)
Defalarca Peygamber Efendimiz’e ve mü’minlere suikast tertip ettiler.
•Hicret ettiği gece, her kabîleden bir fert alarak baskın verdiler. Yatağında Hazret-i Ali’yi buldular.
•Başına ödül koydular. Peşine ödül avcılarını salmış oldular. Bunlardan Sürâka meşhurdur.
•Sevr Mağarası’ndayken, birkaç adım mesafeye kadar gelmişlerdi. İşte «keff-i ilâhî / Allâh’ın alıkoyması» orada da devreye girdi.
Bu âyet için husûsen zikredilen hâdise ise şöyle:
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir meseleyi görüşmek üzere Medine’de yerleşmiş yahudi kabîlelerinden Nadîroğullarına gitmişti. Efendimiz’in geldiğini görünce birbirlerine gizlice;
“–Muhammed’i öldürmek için bundan daha iyi bir fırsat asla elinize geçmez. Birisine emredin, onun yanında durduğu evin damına çıksın, üzerine bir kaya yuvarlasın da bizi şu adamdan kurtarıp rahata erdirsin!” dediler.
Amr bin Cihâş söyleneni yapmak üzere kalktığında, Peygamberimiz’e Cebrâil tarafından yahudilerin bu suikastlerinin haberi geldi ve oradan ayrıldı. Bunun üzerine de bu âyet-i kerîme nâzil oldu. (Taberî, Câmiu’l-beyân, VI, 197)
Kitle çapında «keff»ler / alıkoymalar da oldu.
Uhud’un sonunu düşünelim:
Müşrikler böyle bir fırsatı ele geçirdikleri hâlde, müslümanların kökünü kazımak yoluna gitmeden, dönüş yoluna düştüler. Sonra;
“–Ne kötü yaptık! müslümanların çoğunu öldürdük, az bir şey kalmışlardı, onları da bırakıp geldik. Haydi, dönelim de köklerini kazıyalım!” dediler. Lâkin Allah kalplerine korku saldı. Vazgeçtiler. (Vâhidî, Esbâbu’n-nüzûl, s. 129)
Elbette Fahr-i Âlem Efendimiz de, yaralı ashâbı bile toparlayarak Hamrâu’l-Esed’e kadar düşmanı takip etmiş, ateşler yaktırarak bu korkunun maddî tarafını desteklemişti.
Cenâb-ı Hak; Hendek Savaşı esnasında ihânet ederek anlaşmayı bozan, sonra da kalelerine sığınıp savaş hazırlığı yapan yahudilerin yüreğine de büyük bir korku salmıştır. (bkz. el-Ahzâb, 26; el-Haşr, 2)2
Peygamberimiz; hicretin 6’ncı senesinde, gördüğü bir rüya üzerine, umre yapmak üzere, sayıları 1400-1700 kişi olduğu bildirilen ashâbıyla, Mekke’ye doğru yola çıktı. İhramlıydılar. Yanlarına sadece yolcu kılıcı almışlardı.
Münafıklar, kalbinde hastalık olanlar, Allah hakkında kötü zanlara kapıldılar:
“Peygamber ve müslümanlar asla ailelerine geri dönemez! (Bkz. el-Fetih, 12) Çünkü böyle silâhsız, tedbirsiz Mekke yoluna düşünce, üç harpte müslümanların kökünü kazımak için elinden geleni yapmış müşrikler bu fırsatı kaçırmaz!”
Hâlbuki müslümanlar sağ sâlim döndüler. Hem de bir sulh antlaşması ile… Elbette bu esnada tahriklerle günümüz tabiriyle provokasyonlarla müslümanları, tükenecekleri bir savaşa itmek istediler. Fakat «Mü’minlerin Velîsi» olan Allah Teâlâ, o oyunları bozdu. Kâfirlerin elini keff etti:
“O; sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke’nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Allah, yaptıklarınızı görendir.” (el-Feth, 24)
Rivâyetler:
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; ashâbıyla birlikte Hudeybiye’de bulunuyorlarken, müşriklerden seksen kişilik bir grup, bir sabah namazı vakti üzerlerine hücum etti. Maksatları Allah Rasûlü’nü öldürmekti. Hiçbir zarar veremeden yakalandılar. Peygamberimiz onları affedip serbest bıraktı. (Müslim, Cihâd, 133)
Kureyşlilerin sonunda barış istemelerine, bu hâdise sebep olmuştur.3
Antlaşmanın bozulmasıyla neticelenebilecek başka hâdiseler de yaşandı. Allah Teâlâ onlarda da «elleri tuttu».
Yukarıdaki âyetin Mekke’nin fethini anlattığı da düşünülmüştür. Hakikaten Rabbimiz’in öğrettiği tedbirlerle, 20 yıllık inattan sonra Mekke’nin fethi büyük bir sühûletle gerçekleşti. Dar çerçevedeki çatışmalar dışında şehir tamamen teslim oldu.
Hudeybiye’den sonra Hayber fethi müjdelenmişti.
Bu esnada Esed ve Gatafan kabîleleri;
•Hayberli yahudilere yardım etmek veya;
•Medine’ye baskın vererek Hayber’i fethetmeye gelen müslümanların evlerini yıkıp ailelerini katletmek ve esir almak gibi plânlar kurdular. Fakat Allah, kalplerine korku saldı ve ellerini keff etti.
Bu dönemi anlatan âyet-i kerîme meâli:
“Allah size, elde edeceğiniz birçok ganîmet va‘detmiştir. (Bu ganîmetlerden) işte şunları hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir ki bu, mü’minlere bir işaret olsun ve sizi dosdoğru yola iletsin.” (el-Feth, 20)
Bu makalede keff hakikatiyle Rabbimiz’in tarihe müdahalelerine asr-ı saâdetten misaller verdik.
Tarihten daha birçok misal verilebilir. Meselâ Birinci Cihan Harbi’nden sonra Fransız mandası olan Suriye, İkinci Cihan Harbi’nde Fransa’nın Almanya tarafından iyice perişan edilmesinin sağladığı şartlarda istiklâline kavuştu. Elbette Avrupa’ya yardıma gelen ABD’nin, kendisini, Necip Fazıl’ın telâffuzuyla, «demokrasya orduları» olarak tarif etmesinin de katkısıyla. Son sebep, ülkemizde Tek Parti rejiminden çok partili sisteme sühûletle geçilmesini de sağladı.
“…Eğer Allâh’ın, insanlardan bir kısmını diğerleriyle savması olmasaydı, elbette yeryüzü altüst olurdu…” (el-Bakara, 251; ayr. bkz. el-Hac, 40)
“…Muhakkak ki Allah bu İslâm dînini (dilerse) elbette fâcir kişi ile de te’yîd edip kuvvetlendirir.” (Buharî, Cihâd, 182; Müslim, Îmân, 178)
Müslümanların provokasyonlardan, fitne ve fesat hareketlerinden korunması için de sekînet indirilmesi4 hakikati vardır. Bundan sonra gerek Suriye’de gerekse dünyanın her yerindeki müslümanlar için olgun bir sükûnet, tevekkül dolu bir sakinlik ve huzur dolu firâset lâzım…
Ne mutlu başarabilene!..
____________________________
1 Aslında yakın tarihimizde de böyle sualler yok mu? 1923’te İngilizler niçin veya nasıl İstanbul işgaline son verdi? Sekiz senedir süren cihan harbinin ülkeler ve toplumlar üzerinde bıraktığı bıkkınlık tesiri, İspanyol gribinin bunun üzerine tuz biber ekmesi, Îtilâf devletlerinin alacağını zaten almış olması gibi nice âmil sayılabilir.
2 Bkz. Prof. Dr. Ömer ÇELİK, Hakk’ın Daveti, Âl-i İmrân, 151.
3 Prof. Dr. Ömer ÇELİK, Hakk’ın Daveti, Fetih Sûresi. Makalemizdeki rivâyetler ve mealler ekseriyetle bu kaynaktan alındı.
4 Bkz. el-Bakara, 238; et-Tevbe, 26, 40; el-Fetih, 4, 18, 26.