ÂHİRET ENDİŞESİYLE YAŞAMAK

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

 

İnsanoğlu; kendisine takdir edilen hayatı yaşarken, ister inansın ister inanmasın, bu hayatın eninde sonunda biteceği gerçeği ile birlikte yaşar. Her akşam, karanlık çökünce sessizliğin içerisinden; «Bu gidişin sonu nereye varacak?» diye derin düşünceler sarar insanı. İşte o anlarda; sona erecek hayatın neticesinde, bir hesabın ve âhiretin var olduğu düşüncesi, bir gölge gibi yüreklerin üzerine iner. Her ne kadar bu sessiz bir düşünce olsa da, aslında rûhun en derin köşelerinde bir çağrı olarak yankılanır. Gündelik koşturmacalar, geçim derdi, mal ve makam hırsı, eğlence gibi ne kadar unutturacak ilâçlar kullansa da, ötelerden bir hesaplaşma vaktinin yaklaştığını bilir insan. 

 

İnsan; âlim de olsa câhil de olsa hattâ zâlim de olsa, yaşadığı yılların ardından bir gün, hayatın tüm yükünün bir teraziye konulacağı hakikatiyle yüzleşeceğini bilir. Fakat bu terazi; sadece dünyadaki elde edilen kazançları değil, niyetleri, amelleri ve gözden kaçan en ufak ayrıntıları bile tartacak hassâsiyettedir. Bu hakikat; bazılarını korkutucu bir endişeye sevk etse de, bazıları için bir uyanış vesilesi olabilir. 

 

Bazı hisler; insanın diri kalmasını, dışarıdan gelen her türlü tehlikeye karşı daha dikkatli ve tetikte olmasını sağlıyor. Bu hislerden bir tanesi endişedir. Bu his sayesinde insan; bir yerin tehlikeli olduğunu bilirse veya sezerse ya oraya girmez veya girmeye mecbur kalırsa da daha tedbirli davranıp, gelecek tehlikeyi en az zararla atlatmaya çalışır. 

 

İmtihan mekânı olan dünya, mü’min için son derece tehlikeli bir savaş alanı gibidir. İnsan bu arenada, başına gelecek her türlü tehlikeye hazır olmalıdır. Bir gün, her şeyin biteceğini ve hesap vermek üzere tüm insanların bir araya toplanacağını bilmelidir. Hesap gününün, yani âhiretin bir gün geleceğini bilmek, ona hazırlanmak, bu endişeyle yaşamak; menfî bir düşünceye kapılmaktan ziyade, hayatı ölçülü ve mânâ dolu bir şekilde yaşamak demektir. 

 

Yüreğinde âhiret endişesini taşıyan insanlar; kibir yerine tevâzuahırs yerine kanaatenefret yerine sevgiye yönelir. Yaşadıkları her ânı dünyadaki son günleriymiş gibi yaşamaya gayret ederler; çünkü bilirler ki bu kısa süre, sonsuz bir hayat olan âhiret hayatına açılan bir kapıdır. 

 

Günlük hayatın, geçinebilme telâşının, ailenin, evlâtların veya üstlendiği birçok yükün altında ezilen insanın; belli zamanlarda bir kenara çekilip, tüm bu dert ve tasalardan uzaklaşıp, asıl endişesiyle baş başa kalacağı bir zamanının olması gerekir. Bu zaman diliminde insan, kendi iç dünyasına doğru bir yolculuk yapmalı, vicdanının sesine kulak verip kendisine şu sualleri sormalı ve hesap günü gelmeden kendini hesaba çekmelidir:

 

 •Bugün neleri doğru, neleri yanlış yaptım? 

 

•Allah için bir gayret sarf ettim mi? 

 

•Nefsimin arzularına karşı mı geldim yoksa onun bütün emirlerini yerine getirmek için gayret mi ettim? 

 

•Bir kalbe dokundum mu? 

 

•Bir muhtacın elinden tutup ihtiyacını giderdim mi?

 

•Gönlümdeki, yıkılması gereken kibir duvarını yıktım mı yoksa o duvarı daha da yükseltip; gözümü, gönlümü hakikatlere kör mü ettim? 

 

Âhiret endişesi; çoğu zaman insan için bir ağırlık olarak algılansa da aslında, insanı iyiye ve doğruya götüren bir rehberdir. İnsana bu hayatta nelerin gerçek mânâda ehemmiyete sahip olduğunu, nelerin ise kıymetsiz olduğunu hatırlatmaya yarar. Bizlere emânet edilen bedenimizi, rûhumuzu ve zamana yayılmış, ne zaman biteceğini bilmediğimiz yolculuğumuzu, en güzel şekilde kullanıp, değerlendirmemizi öğreten bir öğretmen gibidir.

 

İnsan, çevresinde deveran eden hayatın akışından bile ibret almalıdır. Zira, akıllı insanlar için; gördüğü her manzara, ona ilâhî hakikatleri anlatan yazısız, sözsüz kitaplar gibidir. İlkbaharda yemyeşil olan yaprakların, sonbaharda dökülüp düşmesi, insana bir sonun ve bir hesap gününün varlığını hatırlatır. Her bir yaprak, yere düşünce toprağa karışır. O hâlde insan da bir gün ölecek ve toprağa dönecektir. Ama, yaşarken bu sona hazırlanan ve âhiret endişesiyle yaşayan bir insan için bu dönüş bir son değil, yok oluş değil, yeni bir başlangıçtır. Kısacık bir dünya hayatını, sonsuz bir hayata bağlayan ince bir köprünün ilk adımıdır. 

 

İşte bu yüzden âhiret endişesiyle yaşamak; sadece korkuyla değil, umutla dolu bir bekleyişin de bize ikrâmıdır. Her düşüncede, her sözde, her harekette, kalbimizin şâhit olduğu bir denge ve adâlet arayışıdır. Ve bu arayış; bizi hem şimdiye, hem sonsuz sürecek âhiret hayatına hazırlayan en derin bir yolculuktur.

 

Allah Teâlâ’nın yarattığı her şeyin, bir sonu ve neticesi vardır. Yaratılmış her mahlûk, ölmeye mahkûm olarak yaratılmıştır. Dünya hayatı da birtakım süslerle bezenmiş, insanın imtihan için gönderildiği bir mekândır ve geçicidir. Bizim için asıl hayat âhiret hayatıdır. (Buhârî, Rikāk, 1) 

 

O hâlde geçici olana değil, ebedî olana hazırlık yapmak ve ona hazırlanmak; akıl sahiplerinin yapacağı iştir.

 

Rabbimiz; imtihan yurdu olan dünyayı en güzel şekilde değerlendirmeyi, buradan heybesi dolu bir şekilde ayrılmayı ve sonsuz âhiret hayatında kendisinin bol ikramlarına muhatap olmayı nasip eylesin. Âmîn.