«AİLE YILI» İŞE YARAR MI?

H. Kübra ERGİN hkubraergin571@gmail.com

 

 

Haberlerden öğrenmişsinizdir, 2025 senesi, «Aile Yılı» ilân edildi. 

 

•Evlilik oranlarının artırılması için; belli şartları taşıyan gençlere, fâizsiz borç verilecek. 

 

•1 Ocak 2025’ten itibaren doğan ilk çocuk için, doğum yardımı yapılacak. İkinci çocuğuna sahip olan annenin hesabına her bir çocuk için; çocuk beş yaşına gelinceye kadar, her ay 1.500 lira yatırılacak. Yani bu tarihten itibaren; üç çocuk sahibi olan bir annenin hesabına aylık 6.500, 4 çocuklu bir anneye ise aylık 11.500 lira ödeme yapılacak.

 

•Çalışan anneler için esnek ve uzaktan çalışma modelleri hayata geçirilecek. 

 

•Hâl-i hazırdaki kreşlerin sayısı artırılarak, ülke genelinde yaygınlaştırılması sağlanacak. 

 

Bu tedbirler inşâallah faydalı olur. 

 

Bütün dünya ülkelerinde, doğum oranları tahmin edilenden daha hızlı düşüyor. Nüfusu çok yoğun olan Çin’de, Lâtin Amerika’da, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da bile doğum oranları hızla düşüyor. Araştırmacılar bu konuya farklı yönlerden bakmışlar. 

 

Meselâ sebeplerden biri; ailelerin eskiye nazaran daha az sayıda çocuk sahibi olmasının yanında, giderek daha fazla sayıda insanın hiç çocuk sahibi olmaması imiş.

 

2021’de Norveç’te yapılan bir araştırma; toplumun en düşük gelir grubunda yer alan erkeklerin, çocuksuzluk oranının yüzde 72 olduğunu ortaya koymuş. En yüksek gelir grubuna dâhil erkekler arasında ise; bu oran yalnızca yüzde 11 imiş. Bu manzara, gelir dağılımı adâletsizliğinin de aileye menfî etkisi olduğunu ortaya koyuyor. 

 

Bir İngiliz tarihçinin meşhur sözüdür: 

 

“Çocuklar fakirlerin servetidir.” (Thomas Fuller)

 

Eskiden insanlar fakir olsa da çocuktan mahrum kalmıyordu. Allah rızkını verir anlayışı, dünyanın çoğunda kabullenilmiş bir düşünceydi. Veriyordu da. Ve o çocuklar büyüyünce, fakir anne-babasının sahip olduğu belki yegâne serveti oluyordu. Belki çocuk anne-babaya bakıyordu; hattâ belki anne-babanın göğsünü kabartıyordu, iftihar kaynağı oluyordu. Olmasa da en azından yalnızlıktan kurtaran bir can dostu oluyordu. Artık can dostu olma vazifesi, evcil hayvanlara kaldı. 

 

Hiç çocuk sahibi olmamak; bazen bir mahrumiyetten çok, bir tercih de olabiliyor. Yine bir araştırmaya göre; çocuk sahibi olmak için kariyerine ara verme oranı kadınlarda üçte bir seviyesine düşmüş. Erkeklerde ise zaten yüzde birden daha düşükmüş. Bu, geçmişe oranla büyük bir değişimi de gösteriyor. Geçmişte Avrupa ülkeleri de dâhil birçok ülkede; gençler aile kurmayı, evlât sahibi olmayı bir gaye olarak görür ve gerektiğinde eğitim hayatını bırakıp, iş bulur çalışırlardı. Ama zamanımızda çocuk sahibi olmak, ancak bütün şartlar yerine geldiğinde düşünülebilecek en son şey olarak görülüyor. Artık aile kurmak; kariyerinde istediği noktaya ulaşıp, birikim sahibi olduktan sonra düşünülebilecek olan bir lüks. 

 

Evlenmenin ileri yaşlara ertelenmesi, evlilik dışı hayatın yaygınlığı, çocuk sahibi olmanın önündeki en büyük engellerden birini teşkil ediyor. Bu hayat tarzı, zaten insanın kişiliğini bozuyor. Bütün hafta çalışıp hafta sonu eğlenmeyi, yıllık izinde tatile gitmeyi bir hayat tarzı hâline getirmiş erkekler ve kadınlar için ebeveynlik sorumlulukları, hiç alışkın olmadıkları bir yük getiriyor. 

 

Hemen hemen her problem, aileyi menfî yönde etkiliyor. Alkol, uyuşturucu madde bağımlılığı bütün dünyada artıyor. İster Afrika, ister Güney ve Orta Amerika’da olsun, madde bağımlılıkları, evlenme çağındaki erkekler arasında yüksek seviyede. Japonya, Kuzey Avrupa ve benzeri gelişmiş ülkelerde ise, yalnızlık eğilimi daha yüksek. Dünya çapında psikolojik problemlerin artması, türlü türlü bağımlılıkların yaygınlaşması, dijital araçlarla eğlenmeyi daha külfetsiz gören teknoloji bağımlısı yalnız yaşayanların oranının artması hep aileyi vuruyor.

 

Evlenmek istediği hâlde evlenemeyenlerin de başka problemleri var. Eğitim ve iş hayatının stresi insanları yoruyor, yıpratıyor. Mega kentlere yığılan insan kitleleri; akşamları evlerine kendilerini attıklarında, bir de aile meseleleriyle uğraşmayı göze alamıyor. Zaten ahlâkî seviye malûm. Bu ortamda; aile müessesesine yatırım yapmak, gittikçe daha fazla gözde büyüyor. 

 

Böyle bir dünyada, çocuk teşvikleri bütün problemi çözecek mi? 

 

Aslında birçok ülkede; çocuk sahibi olmayı teşvik eden tedbirler, uzun bir zamandan beri uygulanıyor. Gelin yakından bakalım, ne kadar etkili oluyor? 

 

Finlandiya, dünyadaki en yüksek çocuksuzluk oranlarından birine sahip ülkelerden biridir. Bu ülke 90’ların başından bu yana, çocuğu teşvik eden tedbirleri uyguluyor. Buna rağmen 2010’dan bu yana, ülkedeki doğum oranları neredeyse üçte bir oranında azaldı. Öyleyse; bu alınan tedbirleri yeterli görmeyip, başka tedbirlere de önem vermek gerekiyor. 

 

Alınması gereken tedbirlerin başında; elbette ki gençlerimizi yetiştirirken, dünyevî istikballeri kadar uhrevî istikballerine de önem vermek geliyor. Bu zamanda artık çocuk sahibi olmayı, sadaka-i câriye olarak görmek gerekiyor. Evlâtlarımızı da bu bakış ile yetiştirmemiz ve evlendirirken bu şuurla hareket etmemiz gerekiyor. 

 

Bu arada dünyevî istikballerini düşünürken de ciddî hatalar yapıyoruz. Ülkemizde de;

 

•12 yıllık eğitimin zorunlu hâle gelmesi, 

 

•Birçok şehrimize üniversiteler inşâ edilmesi, 

 

•Üniversitelileşme nispetinin çok yükselmesi, aile kurmanın gecikmesiyle paralellik arz ediyor. 

 

Hâlbuki bugün üniversite mezunu olmak, iyi gelir sağlayan bir işi garanti etmiyor. Tam tersi bazı mavi yakalılar, bazı beyaz yakalılardan çok daha fazla kazanıyor. Birçok alanda; ustalar, hattâ kalfalar bile ofis çalışanlarından daha iyi gelir elde edebiliyor. Ama çıraklık yoluyla, el becerisi isteyen işleri öğrenenlerin sayısı azalıyor. 

 

Neden buna rağmen herkes üniversite okumak istiyor? 

 

Aslında çocuklar üniversite okumayı kendileri seçmiyor. Aileler de dünyanın gidişâtını bilmiyor. Evlâtlarını yetiştirip yönlendirirken; ne geleceğin dünyasını anlıyor, ne evlâdını tanıyor, ihtiyaç ve kabiliyetlerini biliyor. 

 

Hızla gelişen yapay zekâ teknolojisi, dijitalleşme, otonom araçların yaygınlaşması vesâire sebebiyle; çok daha az iş gücüne ihtiyaç duyulacak bir geleceğe gidiyoruz. Birçok aile; kız ve erkek çocuklarını yetiştirirken, bunu göz önüne almıyor. 

 

Meselâ şu anda; devlet dairelerine gitmeden, e-devlet internet sitesi üzerinden birçok işimizi halledebiliyoruz. Bankaya gitmeden, mobil bankacılıkla işlemlerimizi yapıyoruz. Bu da daha az memurun, banka çalışanının işe alınması demek. Yakında insan benzeri iletişim kurabilen robotlar daha da gelişecek, çeşitlenecek. Böyle bir dünyada, bu eğitim programında yetişen gençler nasıl iş bulacak? 

 

Aslında dünya yepyeni bir geleceğe doğru gidiyor. Şu anda İslâm ülkelerinde yaygın olan aile yapısı, orta sınıf Amerikan ailesi denilen türden. Bu tip aile yapısı, batıda «baby boom / bebek patlaması» diye bilinen çağda geçerliydi. 

 

Batı âlemi; dünya savaşlarında kırılan nüfusu yeniden ihyâ etmek için, aceleyle bir aile tipi geliştirdi. Bebek bezleri ve biberonlar çocuk yetiştirmeyi kolaylaştırıyordu. Anneler her şeyi marketten hazır alıyordu, çocuklarını kurslara götürmek için bolca vakitleri oluyordu. Ama bu sistem, sanayileşme çağına aitti ve hızlı bir nüfus artışı sağladıysa da ortaya çıkan nesil, hastalıklı bir nesildi. 

 

Zannediyorum, biz ne istiyoruz; önce onu bilmemiz gerekiyor. Böyle bir çağda istediğimiz nesli nasıl yetiştirebiliriz? Bunları doğru düzgün düşünmemiz gerekiyor.