İslâm’ın İlk Büyük Savaşı BEDİR GAZVESİ -3-
Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr
Her iki taraf da yol alıyordu…
Mekke müşrikleri; Bedir yolunda, baba-oğul olan iki kişiyle karşılaştılar. Bunlar; Hazret-i Huseyl (Hısl) bin Câbir ile oğlu Hazret-i Huzeyfe el-Yemânî olup, bunların müslüman olduklarını bilmiyorlardı. Fakat buralarda görünce, şüphelendiler. İkisini de yakalayıp sorguladılar:
–Siz baba-oğul, nereye gidiyorsunuz böyle?
–Medine’ye gidiyoruz.
–Ebu’l-Kāsım’ın ordusuna katılmak için gitmediğinizi nereden bilelim peki?
–İnanın ki, bizim Medine’ye gitmekten başka bir maksadımız yoktur!
–Sakın siz gidip Ebu’l-Kāsım’ın ordusuna katılmaya kalkışmayın! Yoksa savaş esnasında ilk katledeceğimiz siz olursunuz!
–Yok, hayır! Biz sadece Medine’ye gidiyoruz!
–O zaman bize kesin söz verip, yemin edeceksiniz!
–Ne sözü bu?
–Ebu’l-Kāsım’ın yanına gidip, O’nun ordusuna katılmayacaksınız! O’nun yanına gidip, bize karşı savaşmayacaksınız! Söz mü?
–Söz!
–Öyleyse hemen Medine’ye dönün!
Mekke müşriklerini atlatmak için onlara böyle söz veren baba-oğul; daha da hızlanarak, Peygamberimiz -aleyhisselâm-’ın yanına geldiler. O’na olan biteni anlattılar.
Rasûlullah -aleyhisselâm-, bu güzîde baba oğlu dinledikten sonra şöyle buyurdu:
–Öyleyse siz, verdiğiniz sözü tutun!
–Ama biz, sizinle beraber Bedir’e gelmek istiyoruz yâ Rasûlâllah!
–Medine’ye dönme sözünü verdiniz madem, vermiş olduğunuz sözü yerine getirin!
–Bizim niyetimiz onları atlatmaktı, savaştan kaçmak değil! İzin verin yâ Rasûlâllah, belki bize de şehâdet nasip olur!
–Müslüman, verdiği sözde durur!
–Ama…
–«Sözünüzde durun!» dedim, siz Medine’ye dönün!
–Peki yâ Rasûlâllah!
–Allâh’ın yardımı bize yeter!1
Rasûlullah -aleyhisselâm-; ordusuyla beraber Büyûtü’s-Sükyâ’dan hareket edip, Akîk Vadisi’ne varınca, Medineli iki kişi, Hubeyb bin Yesaf (İsaf) ile Kays bin Muharriş gelip orduya yetiştiler. İkisi de yiğit olmakla birlikte; özellikle Hubeyb, çok cesaretli, savaşçı bir adamdı. Ama her ikisi de henüz müslüman olmamışlardı, müşriklerdi.
Rasûlullah -aleyhisselâm-, orduya yetişip katılanlara baktı. Hubeyb; miğferiyle yüzünü saklamış olmasına rağmen, yine de onu tanıdı ve Sa‘d bin Muâz tarafına döndü:
–Sonradan gelip senin sağ tarafında giden, Hubeyb bin Yesaf değil mi, ey Sa‘d?
–Evet yâ Rasûlâllah, odur.
Kendisi hakkında sorulduğunu tahmin eden Hubeyb; hemen gelip Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın devesinin yularından tutarak, isteğini dile getirdi. Ancak, beklediğini bulamadı tabiî:
–Biz de sizinle sefere katılmak istiyoruz!
–Siz bizimle mi yola çıktınız?
–Hayır, fakat yetiştik işte!
–Yolda orduya rastgele adam alınmaz!
–Sen bizim kız kardeşimizin oğlusun ve komşumuzsun. Biz; kavmimizle birlikte, ganîmet için çıktık. Hem biz, kavmimizin bulunduğu böyle bir savaşta bulunmayışımızdan da ar duyup utanırız!
–Siz müslüman oldunuz mu peki?
–Hayır!
–Biz; müşriklere karşı, müşriklerden yardım istemeyiz!
–Sana tâbî olmak, Sen’in yanında bulunup elde edilecek ganîmetten yararlanmak için geldik biz!
–Sen ve arkadaşın, Allâh’a ve O’nun Rasûlü’ne îmân ediyor musunuz?
–Hayır!
–Öyleyse geri dönün! Ben bir müşrikten asla yardım istemem!2
Ne dese kâr etmeyeceğini anlayan Hubeyb, mecburen arkadaşı ile beraber geri döndü. Sonra, ilerleyen bir zamanda; bir ağacın yanında, Rasûlullah -aleyhisselâm-’a tekrar gelip yetişti, aynı istekte bulundu:
–Sizinle beraber sefere katılmak istiyoruz!
–Siz Allâh’a ve O’nun Rasûlü’ne îmân ediyor musunuz?
–Hayır!
–Öyleyse geri dönün! Ben inanmayandan asla yardım istemem!3
Rasûlullah -aleyhisselâm-; gücü ne olursa olsun, inanmayandan, müslüman olmayan birinden asla yardım istemediği gibi, hiçbir zaman da istemeyeceğini defalarca vurguladı.
Hubeyb geri döndü. Arkadaşıyla bu konuyu enine boyuna konuştular. Sonunda doğru yolu buldukları gibi, bu yolda da O’nunla beraber olmaya can attılar. Rasûlullah -aleyhisselâm- ve ordusunun Beydâ mevkiine vardığı sırada, tekrar yetişip isteklerini tekrarladılar:
–Biz ikimiz, sizinle beraber sefere katılmak istiyoruz!
–Siz ikiniz Allâh’a ve O’nun Rasûlü’ne îmân ediyor musunuz?
–Evet!
–Öyleyse bizimle beraber yürüyün!4
Rasûlullah -aleyhisselâm-; sevgili ashâbı ile yol alırken, bir yandan da onların o güzel davranışlarına bakıyordu. Bu arada fakr u zarûret içinde olduklarını da görüyordu. Ashâbını çok sevdiği için, onların iyi durumda olmalarını da çok istiyordu.
Bir yandan yola devam ederken, bir yandan da gönlünü yüce Allâh’a açıp, sevgili ashâbı için, duâ ve niyazda bulundu:
–Allâh’ım! Onlar yayadırlar, Sen onları bineklere bindir!
–Allâh’ım! Onların kıyafetleri yetersizdir, Sen onları giydirip donat!
–Allâh’ım! Onların yeterince yiyecekleri yoktur, Sen onları doyur!5
Peygamber duâsının ardından, gelecek onca nimetleri, kim bilebilirdi ki…
İslâm ordusu bir tarafta, müşrik ordusu bir tarafta, kervan da diğer bir taraftaydı. Her iki taraf da, ciddî bir şekilde istihbarat faaliyetlerini yürütüyorlardı.
Ebû Süfyan bin Harb; bir yandan Mekke’ye haber gönderip, acele yardım istemiş, bir yandan da ticaret kervanını ana yoldan çıkararak, sahil yoluna yöneltip kurtarmayı başarmıştı. Mola vermeden hızla yol alarak, Mekke istikametine doğru güvenli yere ulaştığı zaman, orada konaklayıp, Mekke müşrik ordusuna adam gönderdi:
–Kervanı sahil yoluna çekerek, güvenli yere kadar ilerledik. Siz ancak kervanı ve malları korumak için yola çıkmıştınız. Kervanı kurtardık, artık siz de geri dönün!
Bu habere bir yandan sevinen, ama başka bir boyutuna kızan Ebû Cehil, öfkeyle homurdandı:
–Bedir’e varmadan geri dönmeyeceğiz!
–Ebû Süfyan; kervanın kurtulduğunu haber verdiğine göre, ne diye Bedir’e kadar giderek, durup dururken kendimizi tehlikeye atalım?
–Bedir’e kadar gidecek, orada da üç gün oturacağız. Develer keseceğiz, yiyeceğiz, içeceğiz. Oyuncu kadınlar oynayacaklar, şarkılar söyleyecekler. Çevredeki bütün Araplar; bizi işitecekler, bundan sonra hep bizden korkup duracaklar!
–Bu çok tehlikeli olmaz mı?
–Korkakların aramızda işi yoktur! Biz cesur birer adam gibi Bedir’e kadar gideceğiz. Korkak olanlar, kadın kıyafetlerini giyip geri dönsünler!
Ebû Cehil’in böyle ağır konuşması üzerine; cesur olma ve bütün herkese meydan okuma adına, Bedir istikametine doğru yola koyuldular.
Ebû Süfyan bu haberi aldığı zaman hem çok üzüldü ve hem de çok kızdı:
–Vah kavmime, vah! Amr bin Hişâm’ın (Ebû Cehil’in) işidir bu! Halka baş olmak için, halkını tehlikeye atıyor! Bu büyük bir azgınlıktır; korkarım ki, azgınlığın karşılığı çok kötü olacak! «Kervan kurtuldu, geri dönün!» diye haber gönderdiğim hâlde, Amr bin Hişâm koca orduyu ölüme götürüyor!
Mekke müşrikleri; müslümanların hac ve umre ibâdeti için bile olsa, Mekke’ye gelmelerini yasaklamışlardı. Buna karşılık; müslümanların da Şam ticaret yolunu, Mekke müşrikleri için kapatacaklarını biliyorlardı. Yine bunu da bahane ederek; müslümanlar üzerine yürüyüp, köklerini kazımak istediler.6
Peygamber Efendimiz, her türlü tedbiri almıştı.
-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-
__________________________
1 Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 5, s. 395; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, c. 2, s. 262; Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Târihi, c. 3, s. 323.
2 Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, c. 1, s. 534-535; İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 1, s. 418.
3 Vâkıdî, el-Meğâzî, c. 1, s. 47.
4 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 3, s. 535; Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 6, s. 149; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, c. 1, s. s. 359; Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Târihi, c. 3, s. 301-303.
5 Vâkıdî, el-Meğâzî, c. 1, s. 26; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 2, s. 20; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c. 9, s. 57; Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Târihi, c. 3, s. 301.
6 Vâkıdî, el-Meğâzî, c. 1, s. 35; Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 1, s. 400; Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, c. 1, s. 203; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 258-259.