KĀDİR SANATIMIZDA; «LEYLE-İ KADR»
Hasan TOPBAŞ hasantopbas87@gmail.com
Bereketli hasat mevsiminin üçüncü ve en mühim ayına; hamdolsun, erişmiş bulunmaktayız.
Hepimizin malûmu, kulluk şevki ve gayreti ile harmanlanmış «Şehr-i Ramazân»ın içerisinde bir gece mevcuttur ki; idrâk edebilme bahtiyarlığına erişenlerin, ortalama bir ömür uzunluğundaki ecre nâil olacağı umulur:
«Leyle-i Kadr», yani; «Kadir Gecesi»…
Lügâtteقدر şeklinde imlâ olunan ve «hüküm, şeref, kuvvet, yücelik» mânâlarına gelen bu önemli zaman dilimi içerisinde, mukaddes kitâbımız, Cenâb-ı Hakk’ın emri üzerine; Cebrâil –aleyhisselâm– vasıtasıyla Peygamber Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e vahyedilmeye başlanmış olup, yine, ismi ile anılan müstakil bir sûresinin bulunması ve Efendimiz’in de bu leylin ehemmiyetine dair buyurdukları hadîs-i şeriflerin varlığı, kıymetini anlamak bakımından kâfîdir.
Nitekim, âyet-i kerîmede buyurulduğu veçhile;
لَيْلَةُالْقَدْرِخَيْرٌمِنْاَلْفِشَهْرٍۜ٣
“Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır.”(el–Kadr, 3)
Ayrıca, Peygamber Efendimiz’in mevzubahis gecenin ehemmiyetini ifade sadedindeki hadîs-i şeriflerinden bazılarını zikredecek olursak;
“Kadir Gecesi’ni, fazîlet ve kudsiyetine inanarak ve sevâbını yalnız Allah’tan bekleyerek ibâdet ve tâatle geçiren kimsenin -kul hakkı hâriç- geçmiş günahları bağışlanır.”(Müslim, Müsâfirîn, 175)
“Âişe –radıyallâhuanhâ– Vâlidemiz, Peygamber Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e;
«–Ey Allâh’ınRasûlü! Kadir Gecesi’nin hangi gece olduğunu bilecek olursam, o gece nasıl duâ edeyim?» diye sormuş, Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem– de;
اَللّٰهُمَّإِنَّكَعَفُوٌّكَر۪يمٌتُحِبُّالْعَفْوَفَاعْفُعَنّ۪ي
«–Allâh’ım! Sen çok affedicisin, çok cömertsin, affetmeyi seversin. Beni bağışla!»diye duâ et!” buyurmuşlardır. (Tirmizî, Deavât, 84)
Dolayısı ile, yukarıda önemine kısaca temas ettiğimiz bu müeyyed gece, medeniyetimizin kudretli sanatı «Hüsn-i Hat» alanında da, seyredenlerde pek latif ve mânevî hisler bırakan eserlerle idrâk edilmeye gayret edilmiştir.
HAREKETLİ BİR KÜLTÜR DİYARINDAN
Hakkında bazı bilgiler vereceğimiz ilk misâlimiz;
Coğrafî konumu gereği, en kritik ticaret yollarının üzerinde bulunması sebebiyle, çevresinde bulunan devletler tarafından sürekli kontrol altında tutulmak istenen ve bundan ötürü de devamlı sûrette el değiştirmiş olan; mühim bir kültür şehri «Tebriz»den olmasına nisbetle «Mehmed Kāsım Tebrîzî» adını almış bir sanatkâr tarafından yazıldığı anlaşılan, serlevha kısmındaki eserden olacaktır:
•Mevzubahis levhamızın, ilk misallerine hicrî 7. asırda (mîlâdî 13. asır) rastlanan ve sözlükte; «Asma, asılma» mânâlarına gelen «tâlik» hattı ile yazıldığı anlaşılmakta olup; besmele ve imza kısmı da dâhil sekiz satırdan müteşekkildir.
•Eserde yazı alanının estetiği; yukarıdan aşağıya doğru bir satırın celî (iri), bir satırı hurde (küçük) hatla yazılması ve dış kısma uygulanan sade çerçeveyle uyumlu, satır arası ince cetveller ile sağlanmıştır. Ayrıca, çerçeve dışında büyük bir pervaz oluşturulmuş ve çiçek-yaprak kompozisyonlarına da yer verilerek letâfet temin edilmiştir.
•İmza kaydı ve yazılış tarihi: Mehmed Kāsım Tebrîzî – h. 1282 / m. 1865
ÜMMÜ’L-HUTÛT’UN İKİ EVLÂDI
Kur’ân-ı Kerîm’in nüzûlünün başlaması ve Peygamber Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in de güzel yazmaya teşvik eden gayretleri ile günbegün mükemmel bir kıvâma ulaşan «İslâm Yazısı»na, Hazret-i Ali –radıyallâhuanh–’in verdiği büyük emekler neticesi, Kûfe şehrinde neş’et ederek Ümmü’l-Hutût (Yazıların Anası) lakabını alan «Kûfî» hattından iki misal ile devam edelim;
(Kûfî hattının şark/doğu kolu olarak bilinen ve
kendine has bir üslûba sahip yazı biçimi;
«Meşrık Kûfî»si ile Kadir Sûresi)
(Yine Kûfî yazı tipinin, bu kez Kuzey Afrika’da geliştirilerek;
önceleri Endülüs medeniyetinde,
günümüzde ise Fas ve Cezayir bölgelerinde kullanılan
alt kolu; «Mağribî Hat» ile yazılmış Sûre-i Kadr)
HATTIN «REİS»İNDEN BİR MİSAL
Kalemine olan hâkimiyeti ve yazı sanatındaki vukûfiyeti ile bu sahada deruhte ettiği bütün resmî vazifeleri bi-hakkın yerine getirerek, Devlet-i Aliyye devrinin son «Reîsü’l-Hattâtîn»i (Hattatların Başkanı) ünvânına lâyık görülen «Hacı Kâmil Efendi» (Akdik, 1861-1941) tarafından husûle getirilen eserin ayrıntıları ise şöyledir:
Celî sülüs hattı ile icrâ edilen levha; besmele-i şerif dâhil toplam sekiz satırdan mürekkep olup; ketebesi (imza kaydı) ise en altta, imzalara has kullanılan yazı biçimi ile (Rık‘a –İcâze) düşürülmüştür. (h.1347 – m. 1928)
Tezyinatta ise, koyu renkli ve bitki motifli çerçeveye ilâve olarak, gelenekli bezeme sanatımız içerisinde kendisine mühim bir yer edinen «tığ» desenleri tatbik edilerek kompozisyona zenginlik katılmıştır.
KONYA’NIN VELÛD KALEMİNDEN…
Son olarak inceleyeceğimiz eserde;
Yüksek tahsili için İstanbul’da bulunduğu dönemlerde, büyük üstad Hâmid AYTAÇ ile hat sanatının âdeta yaşayan bir arşivi olan, Prof. Uğur DERMAN’dan yazı meşk ederek icâzet almaya hak kazanan;
Asıl mesleği eczacılık olmakla beraber; yaklaşık yarım asırdır, gerek memleketi Konya’dan gerekse dünyanın muhtelif köşelerinden sayısız talebe yetiştirerek, kadîm sanatımıza önemli hizmetlerde bulunan Hüseyin ÖKSÜZ’ün (Konevî) imzasını görmekteyiz.
Sanatkârımız levhasını; Osmanlı devrinde îcat olunarak, klâsik dönemde Divân-ı Hümâyun kararlarının kayıt altına alınması için kullanılırken, daha sonraları bünyesinde mevcut estetiğin geliştirilmesinden de istifade ile İslâmî güzel yazı sanatında değerlendirilmeye başlanan «dîvânî» hattı ile kaleme almıştır.
Bu usûlde yazılan eserlerde, ilk bakışta okunmasında güçlük varmış gibi gözükse de zamanla seyredenlerde pek güzel tesirler bıraktığı da bilinmektedir.
Ayrıca; arka plânda yazı rengi ile uyumlu olarak, «ebrû» sanatına da yer verilmiş olduğu görülmektedir.
Cenâb-ı Hak; cümlemizi, «Kadr»in kıymetini bilenlerden eylesin!..