Mevlânâ Hazretleri’nin; TEVBEYE BAKIŞI -2-
Z. Özlem ABAYo.abay@hotmail.com
Yıllar önce Nasûh adında bir adam vardı. Nasûh; kadınlar hamamında kesecilik eder, böylece onlara kolaylıkla yaklaşır, dokunur, uygun olanları avlayarak baştan çıkarırdı.Nasûh yıllarca tellâklık etti, kimse onun erkek olduğunun farkına varmadı.
Yüzü kadın yüzü gibi tüysüzdü. Erkek hüviyetini bu yüzden rahatlıkla gizlerdi. Çünkü sîmâsı kadınsı, sesi kadın sesi gibiydi. Padişahın kızlarını bile hamamda keseler, ovar, yıkardı. Bu konuda mahirdi ve aranan bir elemandı. Çarşaf giyer, peçe takardı; fakat şehveti azgın bir gençti.
Aradan zaman geçince; Nasûh bu işten pişman oldu, tevbe etti.
Fakat, alışkanlığını bırakıp tevbesini tutamadı. Bu defalarca böyle oldu.
Bir gün Nasûh bir Allah dostuna giderek;
“–Banaduâ et!” diye ricada bulundu. Allâh’ın o velî kulu ona duâ etti.
Nasûh; bir gün yine hamamda her zamanki işini yaparken, padişahın kızının kıymetli bir incisi kayboldu. Bütün kadınlar inciyi aramaya koyuldular.
Herkesin eşyasını aramak için önce hamamın kapısını kapadılar. Sonra başladılar aramaya.
Fakat inci bir türlü bulunamadı. Bunun üzerine daha sıkı bir arama başladı;
“–İhtiyar, genç, herkes anadan doğma soyunsun; her yeriniz aranacak!” diye bağırdılar.
Nasûh korkusundan bir kenara çekildi; yüzü sararmış, dudakları titriyordu. Ölüm korkusu her yanını sarmıştı, nihayet foyası meydana çıkacaktı.
Kendi kendine;
“–YâRabbî! Birçok defalar tevbe ettim, fakat tevbemi bir türlü tutamadım.
Eğer beni bu belâdan, rezil rüsvây olmaktan kurtarırsan; söz veriyorum, bütün yaptıklarımdan tevbe ettim.” dedi.
Hamamdakiler herkesi kontrol etmişti. Aranma sırası Nasûh’a yaklaşıyordu, kurtuluş yoktu.
Tam onu arayacaklardı ki ansızın;
“–İnci bulundu!” diye bir ses geldi.
Artık Nasûh’u aramaya gerek kalmamıştı.
Böylece Nasûh; rezil olmaktan, ölümden kurtulmuştu. İnci bulunduğu için herkes bayram ediyor, seviniyordu.
Bu sevinç dalgası geçtikten sonra Nasûh’u çağırdılar;
“–Ey mahir tellâk gel; padişahın kızı seni çağırıyor, gel onu kesele, yıka!” dediler.
Nasûh bunu reddederek hamamdan çıkıp gitti. Bir daha da tevbesini bozmadı. (Mesnevî, c. V, beyit: 2227-vd)
İnsanın, hayatında, günahların girdabına kapılıp sürüklendiği zamanlar olur. Kendi başına bunları bırakmaya muktedir de olamaz.
Böylesi zamanlarda; Allah dostlarının duâsını almak,murâdımızın hâsıl olmasına vesile olacaktır. Allah –cellecelâlühû-; sevdiği kullar hürmetine, bize, içten ve samimî tevbeler nasip edecektir inşâallah.
TahrîmSûresi 8. âyet-i kerîme şöyle başlar:
“Ey îmân edenler, Allâh’anasûhtevbesiyle, yani son derece samimî bir şekilde tevbe ediniz…”
Nasûh kelime anlamı olarak; temiz, içten ve samimî bir pişmanlıktır.
Yine nasûh kelimesinin; elbiseyi dikmek anlamı da vardır. Nasûhtevbeside; içten, temiz niyetle, samimî bir pişmanlıkla, günahla yırttığımız îmânımızıtevbe ile dikmektir. Hepimizin buna çok ihtiyacı var. Rabbimiz’den, günahlarımızla kalbimizde oluşan yırtık ve sökükleri nasûh bir tevbe ile dikmesini ve bizi affetmesini niyâz edelim. Bunda samimî olalım.
Rivâyete göre Hazret-i Ali, bedevînin birinin istiğfar kelimelerini çabuk çabuk tekrarladığını işitince;
“–Bu sahte bir tevbe!” dedi.
Bedevî;
“–Peki gerçek tevbe nasıl olur?” deyince, Ali –radıyallâhuanh-;
“–Tevbenin sahih olması için altı şart vardır.” buyurdu ve şunları saydı:
•İşlenen günahlardan dolayı ciddî mânâda pişman olmalı,
•Farz olan vazifeleri yerine getirmeli, kaçırdıklarını kazâ etmeli,
•Üzerinde bulunan hakları, hak sahiplerine geri vermeli,
•Eziyet ettiği ve düşmanlık yaptığı kimselerden özür dileyip, onlarla helâlleşmeli,
•Bir daha günah işlememeye karar vermeli,
•Nefsini isyanda büyüttüğün gibi, Allâh’a itaatte de eritmeli ve ona günahların tadını tattırdığın gibi ibâdetlerin acısını da tattırmalısın. (Âlûsî, Rûhu’l-meânî, XXVIII, 160)
Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri, ilâç yaparken rastladığı bir hekime;
“–Ey hekim! Sende benim hastalığıma da ilâç var mı?” dedi.
Hekim;
“–Hastalığın nedir?” diye sorunca Bâyezîd Hazretleri;
“–Günah hastalığı…” cevabını verdi.
Hekim ellerini iki yana açarak;
“–Ben günah hastalığının ilâcını bilmem.” dedi. O esnada orada bulunmakta olan meczub bir genç söze karışıp;
“–Baba, senin hastalığının ilâcını ben biliyorum.” dedi.
Bâyezîd Hazretleri de sevinçle;
“–Söyle ey delikanlı!” dedi. Halkın meczub gördüğü, ancak hakikatte ârif biri olan genç, günah hastalığının ilâcını şöyle tarif etti:
“–On dirhem tevbe kökü ile on dirhem istiğfar yaprağı al! Bunları kalp havanına koy! Tevhid tokmağı ile döv! İnsaf eleğinden geçir! Gözyaşlarıyla yoğur! Aşk ve nedâmet fırınında pişir! Böylece oluşacak olan macundan her gün beş kaşık al; hastalığından eser kalmaz!..”
Bunları dinleyen Bâyezîd-i Bistâmî, içini çekti ve;
“–Senin gibi âriflere; «Mecnûn!» diyerek kendilerini akıllı sananlara eyvahlar olsun!..” dedi.
Eğer ısrarla günah işlemeye devam edersek, tevbemizde samimî olmazsak, Rabbimiz’inSettâr ismi ile örtülen günahlarımız bir gün ortaya dökülür de mahcup oluruz. «Şimdi günah işleyeyim; sonra sâlihlerden olurum, tevbe ederim…» nefsin ve şeytanın bir kandırmacasıdır.
Yûsuf –aleyhisselâm– kıssası, YûsufSûresi’nde şöyle anlatılıyor:
“Yûsuf’un kardeşleri kendi aralarında şöyle konuşuyorlardı:
«–Doğrusu Yûsuf ve öz kardeşi, babamızın yanında bizden daha sevgili. Oysa biz, birbirimizi destekleyen güçlü kuvvetli bir ekibiz. Gerçekten babamız apaçık bir yanılgı içinde.
Yûsuf’u öldürün ya da onu asla geri dönemeyeceği ıssız ve uzak bir yere atın.
Böylece babanızın bütün sevgi ve alâkası yalnız size kalsın.
Endişe etmeyin; sonra da tevbe eder, iyi birer insan olursunuz!»”(Yûsuf, 8-9)
İçlerindeki haset ve kıskançlık, onları günah işlemeye sevk etmekle kalmayıp;
«Sonra tevbe eder iyi insanlar olursunuz.» diye de telkin ediyordu. Bile bile günah işlemenin cezası daha ağır olacaktır.
Tevbe kapısı elbette ki her dâim açıktır.
Lâkin nefsin azılı tuzağına düşüp, şeytanın kandırmacası ile en ağır günahları; «Allah affeder.» diyerek yapmak, zulmün en büyüklerindendir. Allah’tan ümit kesmek, mü’mine yakışmaz.
Lâkin günahta ısrar ve günahın bu kandırmaca ile işlenmesi; kalbi karartıp, bir gün tevbe etmeyi de unutur hâle sokacaktır kulu. Gönülde günah işleme heves ve isteği olduğu müddetçe, arzu edilen nasûhtevbe zor gerçekleşir. Bunun için kulda bir pişmanlık ve nedâmet olması gerekir. Yapılan işin çirkinliğinin bilinmesi gerekir.
Tevbe de bir nasip işidir. Kulun bunda gayretli olması gerekir.
Hazret-i Mevlânâ şöyle der:
“Tevbeye bir parlaklık gerekir; tevbeye bir şimşek, bir bulut şart. Gönül şimşeğiyle iki göz bulutu olmadıkça; yani gözyaşı dökmedikçe, tehdit ve hışım ateşi nasıl söner.”
Peygamber Efendimiz’e bir sahâbî;
“–Ey Allâh’ınRasûlünasûhtevbesi nedir?” diye sordu.
Rasûlullâh’ın cevabı şöyle oldu:
“–Kişinin yapmış olduğu günahtan pişmanlık duyup, sonra Allâh’a özrünü arz edip, daha sonra da sütün memeye geri dönmediği gibi günaha dönmemesidir.”(Bkz. Hak DîniKur’ân Dili, c. VIII)
TEVBE, NEDEN DEĞERLİDİR?
Tevbe; kulun kulluğunu, Allâh’ınmâbudluğunu veciz bir şekilde ortaya koyar.
İnsan ancak; büyük bildiği, saygı duyduğu birine karşı özür diler, af diler.
Tevbe, inanmış insanın yapacağı harekettir.
Tevbe, bizim mü’min duruşumuzdur. Âcizliğimizi kabulümüzdür. Davranışların çirkinliği ve bunda ısrar, kişiye tevbe yolunu tıkar. Dilden gönle düşürerek yapılacak tevbe, ancak bizi kurtarır.
Güneş batıdan doğana ve kula ölüm ânı gelene kadar, tevbe kapısı açıktır.
Tevbeyi bozmak; insanı yaratıcısından uzaklaştırır, birçok belâlara uğratır:
“Ahdi, tevbeyi bozmak, sonunda insanı lânete uğratır. Cumartesi günlerinde iş işlememeye memur olan yahudiler, tevbelerini bozdular da çarpılıp helâk oldular.
Tanrı, o kavmi maymun şekline soktu. Çünkü inada girişip Tanrı ahdini bozdular.
Bu ümmette beden çarpılması yoktur.
Fakat ey akıllı fikirli adam! Gönül çarpılması vardır. Bir adamın gönlü maymun gönlüne döndü mü bedeni de maymunun gönlünden daha aşağı olur.” (Mesnevî, defter. 5, beyit. 2591-2595)
Diğer taraftan;
Huzursuz olan, dert girdabına kapılan günahkâr insanı rahatlatacak tek davranış da tevbedir. Tevbe; insanı iç sıkıntılarından kurtarır, suçluluk psikolojisini giderir:
“Gam görünce istiğfâr et. Çünkü gam, Hâlık emriyle tesir eder.” (I/836)
Gönül evine bak!
“Gamla tozlandı mı süpürgeci olmaksızın tevbeyle süpürülür, arınır.” (IV/480)
Rabbim kıymetini bilenlerden eylesin. Sözlerimize yine Mevlânâ Hazretleri ile son verelim:
“Eğer ömür defterini kararttıysan, bundan önce yaptıklarına tevbe et. Ömrün geçip gittiyse, kökü işte bu soluktur; susuz kaldıysa tevbe suyuyla sulayıver onu.
Ömrünün köküne âb-ı hayat dök de hayat ağacın yeşerip bitki versin.
Bütün geçmişler bu (tevbe suyuyla) iyileşir. Geçen yıl zehir olan, bununla şekere döner.
Allah, kötülükleri (iyiliğe) çevirir de geçmişte kalan her şey ibâdete dönüşür.
A hocam, nasûhtevbesine bir güzel sarıl, canla başla bunu yapmaya didin.”(Mesnevî, defter. 5, beyit. 2220-2225)