YAĞMUR

Yüzakı İhtisas

 

 

Yağmur neler anlatır ârif gönüllere…

 

Hakikîsi ile mecâzîsi ile…

 

Yağmur, ölü toprağa can getirir. O can; imbat olur, nebat olur, meyve olur, rızık olur. Gökten rızık iner, yağmur vesilesiyle… Yağmur, rahmet ismini alır lisânımızda. Kuraklık ve çoraklık, rahmetsiz kalmaktır.

 

Mâlik bin Dinârrahimehullahbulutların gelip gittiği ancak yağmurun yağmadığı bir zamanda şöyle demiştir:

 

“Sizler yağmur yağmamasından şikâyetçisiniz. Ben ise taşların yağmasından endişeliyim. Eğer taşlar yağmıyorsa biz iyiyiz.”

 

Bu Hak dostunun sözünü zaman zaman halk arasında da duyarız. Güngörmüş ihtiyarlarımız, âhirzaman hengâmında günahların ve isyanların ne kadar da çok ve alenî işlendiğini görünce;

 

“Başımıza taş yağmadığına duâ edelim!” derler.

 

Nimet beklerken, taş yağması…

 

Âd Kavmi nasıl yaşamıştı:

 

“Nihayet onu, vâdilerine doğru yayılan bir bulut şeklinde görünce;

 

«–Bu bize yağmur yağdıracak yaygın bir buluttur!» dediler.

 

Hayır! O, sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir. İçinde acı azap bulunan bir rüzgârdır!”(elAhkāf, 24)

 

Nice zâlim topluluklar, gökten nimet beklerken yağan, azap kamçısı oldu!..

 

Hâlbuki böyle mi olmalıydı? Kerîm Mevlâ, rahmeti gazabından önde olan Allah, nimetlerine gark etmek ister kullarını…

 

Kudsîhadîs-i şerif şöyle:

 

“Rabbiniz –azze ve celle– buyuruyor ki:

 

«Eğer kullarım Banaîcâb ettiği şekilde itaat etseler, Ben onlara yağmuru gece yağdırırım, gündüz de üzerlerine güneşi doğdururum. Onlara ayrıca gök gürleme sesini de duyurmam!..»(Ahmed, II, 359; Hâkim, IV, 285/7657)

 

Demek ki;

 

Rabbimiz’inrızâsına delâlet eder, hayırlı, bereketli yağmurlar.

 

Cenâb-ı Hak; mahzâ rahmet olan yağmuru bile; «Gece yağdırırdım da gündüzlerine çamur ve zahmet vermezdim.» diyor.

 

Ama nerede o liyâkat

 

Yağmur nasıl bulut bulut toplanıp geliyorsa, altında da bütünüyle veya en azından ekseriyetiyle lâyık bir toplum bekliyor. Fertler de bu sebeple yaşadıkları toplumdan mes’ul oluyor. Emr-i bi’l-mârufmes’ûliyetiNehy-i ani’l-münkermes’ûliyeti

 

İbretlik bir misal:

 

Zamanımızda iklimin değiştiği; toplam hava sıcaklıklarının arttığı, buzulların eridiği bildiriliyor. Niçin? İçimizden bazılarının, sorumsuzca aşırı sanayileşenlerin, enerjileri müsrif ve savurganca tüketenlerin yüzünden. Ama ceremesini hepimiz çekiyoruz.

 

Yağmur yağmasını beklemek, diğer taraftan taş yağmasının da endişesini duymak. Beyne’l-havfve’r-recâKorku ile ümit arasında yaşamak. Amellerin kabulünün endişesini duymak… Tam da Ramazan’da ibâdetlerimizinAllâh’ın lütfu ve inâyeti ile- bir miktar arttığı günlerde çok lâzım olan bir şuur.

 

İbn-i Atâullah el-İskenderîşöyle demiştir:

 

“Amelin için bir karşılık talep ettiğinde, senden samimiyet istenir. Samimiyetinde şüphe bulunan kişinin, azaptan kurtulması yeterlidir.”

 

Hazret-i Ömer; sûikasta uğramıştı, son anlarında iken, bir genç gelip kendisini şöyle tesellî etmeye çalıştı:

 

“Ey Mü’minlerinEmîri!

 

Allah Teâlâ’nın size lutfedeceği nimetlerle sevinin!

 

Zira siz;

 

•İslâm’ı zor günlerinde kabul ettiniz ve destekçisi oldunuz.

 

Rasûlullahsallâllâhu aleyhi ve sellemEfendimiz’le beraber idiniz.

 

•Sonra halîfe olup başa geçtiniz ve adâletle muâmele ettiniz. Sonunda da şehâdetenâil oluyorsunuz!”

 

Doğru değil mi?

 

Hazret-i Ömer aşere-i mübeşşereden, âyetleremuvâfık düşen hikmetli sözleri var. Hulefâ-i râşidînin ikincisi… Önde giden ikinin üçüncüsü…

 

Hazret-i Ömer ise bu cümlelere karşı şu cevabı verdi:

 

“Ne kadar isterim ki;

 

Bütün bunlar sadece günahlarımı karşılasın, Allâh’ınhuzûrunda hesaba çekilmekten beni kurtarsın! Ne aleyhime ne lehime, başa baş kurtulayım!”

 

Rahmeti geçtim! Gazap endişesindeyim!

 

Amellerinin kabulü husûsunda kalpleri ürperiş içinde olanların (Bkz. el-Mü’minûn, 60)hâli… Büyük Hak dostlarında hep bu asil endişe görülür:

 

“Rabbimi râzı edecek bir tek amel işledim mi acaba?”

 

Nicesini işlediler. Bir ânı boş bırakmadan sâlih amellerle tezyîn ettiler. Ama değil mi ki kabulü dergâh-ı izzettedir. Hiçbir zaman amellerine güvenmediler… Hep endişe ettiler.

 

Nasıl endişe edilmez ki!..

 

İmâmŞâfiî’nin şu sözü ne kadar mânidar:

 

“Amellerin husûsundaucba ve kibre yani kendini beğenmişliğe ve gurura düşmekten korkarsan, bunu başarmak için şunları tefekkür et:

 

•Bu amellerin ile hangi zâtınrızâsını kazanıp O’nunla dost olmaya gayret ediyorsun? Bir düşün!”

 

Cevabı biz verelim: Yüce Allah!

 

•Bu amellerin ile hangi nimetleri arzu ediyorsun?

 

Sonsuz ve mükemmel cennet nimetlerini…

 

•Bu amellerin ile hangi cezalardan kurtulmaya çalışıyorsun?

 

Sonsuz ve korkunç cehennem azâbından

 

•Bu amellerin ile hangi afiyetlere şükrediyorsun?

 

Sayamayacağın kadar çok ve birçoğundan haberdar bile olmadığın nimetlere…

 

Şâfiî Hazretleri not düşüyor:

 

“Bunlardan biri üzerinde dahî hakkıyla tefekkür edebilirsen,amelin gözünde küçülecektir.”

 

Bütün bu tefekkürler, tezekkürler ve istiğfarlar ile ilâhî rahmeti coşturacak bir başka yağmur var:

 

Gözyaşı yağmurları…

 

Hazret-i Mevlânâ anlatsın:

 

“Mum, ağlayıp gözyaşı dökünce daha da aydın bir hâl alır. Ağaç dalı da, ağlayan bulutun bereketi ve güneşin harâretiyle yeşerir, tazelenir. Yani bir meyvenin yetişmesi için harâret ve su gerekir.”

 

“Tıpkı bunlar gibi, tevbelerin kabulü için de bulut ve şimşek, yani gözyaşı ve gönül yanışı ister.”

 

“Şayet gönül şimşeği çakmaz da göz bulutu yağmur yağdırmazsa, nefsin öfke ateşi ve günah alevleri nasıl söner? Vuslatın feyzi, yani ilâhî tecellînûrunun parlaklığı gönülde nasıl belirir? Mânâmenbaları nasıl coşup akar? Yağmurlar yağmasa; gül bahçesi, yeşilliğe nasıl sır söyleyecek? Menekşe yaseminle nasıl ahidleşecek?”

 

“Tabiatı bırak da hıçkıra hıçkıra ağlasın. Bu topraklar, sudan ayrılınca çoraklaşır. Irmaklardan, derelerden ayrı kalan, uzak düşen sular da sararır, kokar, bulanır, kapkara olur.”

 

“Cennet gibi yemyeşil olan bağlar, bahçeler; sulardan ayrı düşünce, sararır, solar, yaprakları kurur, dökülür, bir hastalık yurdu olur. (İnsan da böyledir…)”

 

Ramazânşerîfin rahmet yağmurlarında hem tertemiz olmak hem de feyizlerle donanmak niyâzıyla!