Açıklama
Cenâb-ı Hakk’ın lütuflar silsilesi hâlinde başta Kur’ân-ı Kerim ve hadîs-i şerifler, yanık yanık ezanlar,
şahâdetler, tekbirler ve salevatlar, hep bizlere kulluğumuzu telkin eden ne mûtenâ birer hoş sedâdır. Diğer
taraftan naatler, kasideler, nice âbideler ve ulu mâbedlerden gelen ilâhî nağmeler de, aynı hoş sedâlardır.
Hep o hoş sedalar şânında; Cenâb-ı Hak, sevip sevdirdiği velî kullarına, hâllerine göre muhtelif tecellîler
bahşetmiştir. Zamana yayılmış zirveler hâlindeki o Hak dostları, bu tecellîleri birer hoş sedâ olarak fânî
hayatlarından sonra gelecek nesillere mîras bırakmışlardır. Bu meyanda Cenâb-ı Hak; Dostlarından kimini
Şâh-ı Nakşibend eyleyip mânevî tasarruf ve mârifetullah’ta eşsiz bir himmet deryâsı kılmış; kimini Mecnun
gibi aşk çöllerinde dolaştırmış; kimini hayret vadilerinde gezdirmiş; kimini azamet-i ilâhiyye tecellîleri
karşısında dilsiz eyleyerek sükûtun münzevîliği içinde gizlemiş, kimini Yûnus Emre gibi aşk bülbülü kılmış,
kimini de Hazret-i Mevlânâ gibi dilinden hikmetler fışkıran bir mânâ ummânı ve Hak dostlarının sırlarının
tercümanı eylemiştir. Cenâb-ı Hak; Dergâh-ı ilâhîye açılan şu ulvî kubbede, hayırlı bir iz bırakabilmeyi,
müstecâb bir duâ olabilmeyi, rahmetle anılabilmeyi, cümlemize nasîb eylesin.
Ne mutlu, Hak dostları gibi, gök kubbede bir hoş sedâ bırakıp irtihâl-i dâr-ı bekā eyleyebilenlere…